Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Felsefi Tartışmalar

Mantık ve Diyalektik’in eleştirisi üzerine -   Aydın Çubukçu


İlk basımının üzerinden neredeyse 30 yıl geçtikten sonra, Mantık ve Diyalektik adlı kitabım, nihayet kapsamlı bir eleştirinin konusu oldu. Çok önceleri Mustafa Bayram Mısır, çalışmaya Hegelci bakış açısının egemen olduğuna dair kısa bir eleştiri yöneltmişti. Bu bakımdan, Birikim’in Mayıs 2018 tarihli sayısında Alper Öztaş’ın değerli ilgisi[1], kitap için bir ilk sayılabilir. Böylece, en azından bazı bölümleri yeniden gözden geçirmeme, varsa yanlışlarım üzerine düşünmeme yol açtığı için kendisine teşekkür ediyorum.

Fakat ne yazık ki, söz konusu eleştiriyi anlaşılmaz kılan ve baştan sona tekrarlanan terminoloji karışıklığı, hepimiz için öğretici olabilecek bir tartışmanın önünü kesmiştir. Bu yazıda esas olarak bu yön üzerinde duracağım. Çünkü terimler hakkındaki bu ciddi karışıklık, Öztaş’ın yazdıklarımı layıkıyla anlayarak eleştirdiği konusunda da kuşkular doğurmaktadır. Eğer öncelikle mantık terimlerinin anlamları üzerinde anlaşabilirsek, daha geniş bir tartışma için yolumuz açılacaktır.

SÖZLÜKLERDEN YOLA ÇIKARAK…

Öztaş, yazısı boyunca “benim” mantık anlayışımın özellikle “tikel ile tümel”, ona göre, “nesne ile kavram” arasındaki ilişkiyi açıklayamadığı, tanımlayamadığı üzerinde yoğunlukla duruyor. Yazıda, tikel terimi kimi zaman nesne, kimi zaman da tekil varlık anlamında kullanılıyor. Terime bu anlamı vermek, hem benim yazdıklarımın yanlış anlaşılmasına yol açmış, hem de eleştiriyi tümüyle anlaşılmaz kılmıştır.

Fazla uzatmadan; hangi felsefe ya da mantık terimleri sözlüğüne baksak, tikel, bir türün bütün bireylerinde bulunmayıp birkaç ya da bazı bireylerinde bulunan özelliklerini tanımlayan önermelere verilen ad olarak tanımlanır. Örneğin, “bazı kuğular siyahtır” denildiğinde, bu bir tikel önermedir. Türkçede hiçbir zaman, hiçbir bağlamda, tikel terimi “tek bir nesne, tek varlık, somut varlık, nesne” anlamında kullanılmamıştır, bunda sonra da herhalde kullanılmayacaktır.

Ancak Öztaş bu terimi o kadar sık ve çoğu zaman değişik anlamlar yükleyerek kullanıyor ki, ne demek istediğini anlamak için, her seferinde “bu kez hangi anlamda” sorusuna doğru bir cevap vermek gerekiyor. Öztaş, bazen, “terminolojiye yabancı olanlar için” ara açıklamalar yapıyor, ama kendi terminolojisinde tikel’i hangi anlamda kullandığını açıklamayı düşünmediği için, okuyucuyu fena halde yoruyor.

Bu karmaşa, diğer bir yanlışa, diyalektiğin kategorilerini tümeller olarak görme yanlışına da bağlanınca, “madde ile bilinç arasındaki diyalektik ilişki” anlamsız ve tümüyle yanlış bir tümdengelim haline sokulmaya çalışılıyor.

Özetle, diyalektik kategorileriyle düşünmek, formel mantıkta olduğu gibi “tümelden tikele” bir tümdengelim değildir! Kategorilerin doğuş süreci de bir “tikelden tümele” gelişen bir tümevarım değildir. Her iki yöntem hakkında ve diyalektiğin bu iki metafizik yöntemin bir toplamı olmadığına ilişkin söylediklerim için, kitabın ilgili bölümlerine tekrar bakılabilir. Diyalektik, bu iki metafizik yöntemin birlikte ya da sırayla kullanılışı da değildir; bunların yöntemde üstlendikleri işlevi karşılamak üzere analiz ve sentez kavramlarını ve özel olarak da bunların birliği düşüncesini geliştirmiştir. Kuşkusuz bu kavramların içeriği de önceki kullanılışlarından tamamen farklıdır. Marx ve Lenin’de bu kavramların nasıl kullanıldığına aşağıda değineceğim.

TÜMELLER VE KATEGORİLER

Öztaş, kategorilerin diyalektik süreçlerde işlevi ile tümellerin formel mantıktaki işlevlerinin en azından benzeştiğini düşünüyor olmalı ki, benim “metafizik tümeli reddetmeme karşın, diyalektik tümeli” kuramadığımdan söz ediyor. Herhalde öyle bir derdim olmadığını ayrıca anlatmaya çalışmam gerekmez. Diyalektik materyalizm, özellikle tümel kavramının bu kullanılış biçimini temelden reddetmiştir. Öztaş’ın iddiası şudur: “Çubukçu, metafizik bir tümeli reddetmesine rağmen, bunun karşısında diyalektik bir tümeli kuramaz.Sadece diyalektiğin tümellerinin, metafiziğin tümelleri gibi olmadığını söyleyebilir. Diyalektiğin tümelleri bağıntılıdır der, ama bağıntıyı açıklayamaz.”

Öztaş’ın anladığı biçimiyle bir“diyalektik bir tümele” ihtiyacımız yoktur, kurmaya falan da boş yere çalışmadım. Çünkü Öztaş’ın kullandığı anlamıyla “tümel” denilen kavramlar, kendilerinden yola çıkılarak uygun tasım yoluyla tekil ya da tikel önermeler elde etmek üzere yaratılmışlardır. Diyalektiğin böyle bir işleyişi yoktur. Formel mantıktan onu ayıran şey, “tümellerin diyalektik ya da metafizik” olması değildir!

“Bağıntıyı açıklayamaz” iddiası ise anlaşılır gibi değildir. Öncelikle tekrar edeyim ki, kategoriler diyalektiğin kendisinden tikele ya da tekile doğru ilerlemek üzere yola çıkılan tümeller değildir. Diyalektik, bilgi onlardan aşağı doğru türetilsin diye herhangi bir başka kavram ya da kavramlar kümesi de önermemiştir. Hegel’den başlayarak, Marx ve Lenin, tümel kavramını bir başka akıl yürütme biçiminin öğesi olarak farklı anlamlarda kullanmışlardır.

Marx, Grundrisse’de, “Üretimin Bölüşümle, Değişimle, Tüketimle Genel İlişkisi” başlıklı bölümde buna ilişkin öğretici bir örnek sunmaktadır:

“Üretim, bölüşüm, değişim, tüketim, kurallara uygun bir tasım[2] oluşturur; üretim tümelliği oluşturur; bölüşüm ve değişim, tikelliği, tüketim de, bütünün sonuca vardığı tekilliği oluşturur. Kuşku yok ki, burada bir silsile vardır, ama son derece yüzeysel bir silsile. Üretimi genel doğa yasaları belirler; bölüşümü toplumsal olumsallık belirler, ve bu da üretim üzerinde az ya da çok hızlandırıcı bir etki yapar; değişim, biçimsel olarak toplumsal bir hareket olarak bu ikisi arasında yerini alır, ve yalnızca bir sonuçlanma olarak değil, bir sonal hedef olarak düşünülen en sondaki tüketim fiili ile, gerçekte, başlangıç noktası üzerinde etkide bulunarak, bütün süreci yeniden başlattığı durumlar dışında, ekonominin dışındadır.”[3]

Öncelikle tasım, tümel, tekil, tikel gibi kavramların formel mantıktaki anlamlarından tümüyle farklı kullanıldığına dikkat edelim. Tasım, formel ya da Aristo mantığında, bir önermeden başka bir önerme elde etmek üzere izlenen yolun genel adıdır. Diyelim, “Bütün insanlar ölümlüdür” gibi bir tümel önerme varsa ve bundan insan türünün bireyi olan bir tekil hakkında bilgi çıkarmak istiyorsak, arada, başlangıç önermesi ile son yargı önermesini birbirine bağlayan bir başka önerme bulunmalıdır. Bu da eğer “Ahmet insandır” önermesi ise, her iki önermeyi birbirine bağlayan “insan” orta-terim işlevi görür. Orta-terim, her iki önermeyi bağlar ve yargı önermesinde yer almaz: “Ahmet insandır” biçimindeki son vargı elde edilmiş olur. Burada ise, Marx’ın “tasım” olarak adlandırdığı süreç, tamamen farklı ilerlemektedir. Üretim, tümel olarak tanımlanmıştır. Tüketim tekil ve bölüşüm ile değişim ise tikel olarak… Formel mantık terimlerinin anlamıyla ve o mantığın işleyiş biçimiyle düşünürsek, buradan hiçbir sonuç çıkmaz.

Bir başlangıç, “orta süreçler” ve bir de “sonal” durum vardır. Fakat başlangıçla son aslında birbirlerini içerirler: Üretim, tüketimdir; tüketim de üretim. İçerikteki değişim ve dönüşümü sağlayan ise, “orta süreçler” olarak adlandırılan etkileşim ve bağlantı süreçleridir. Formel mantıktan farklı olarak, burada “tümel bir önermeden” yola çıkarak, “tekil” ya da “tikel” bir önermeye ulaşmak biçiminde durakların art arda dizilişinden oluşan bir işlem söz konusu değildir. Akıp giden ve her an birbirlerini kapsayan ve birbirlerine dönüşen öğelerin oluşturduğu bir hareket söz konusudur. Diğer yandan, formel mantıkta da, tümel önerme vargı önermesini içermesine karşın, burada tümüyle farklı bir ilişki söz konusudur. “Bütün insanlar” diye başlayan önerme, sonra gelen önermenin taşıdığı tekili elbette kapsamaktadır ve bu yüzden iki önermenin birbirine bağlanmasından bir üçüncü hüküm çıkabilmektedir. Ancak, Marx’ın kullandığı “tasım” biçiminde böyle bir kapsama ve tümel tarafından bu tarzda içerilen bir tekil yoktur. Yine mantık terimleriyle söylersek, Marx, tümel ile tekil arasındaki bağıntıyı, bir dolayımlar kazanma, yeni belirlenimlerle zenginleşme süreci olarak görmektedir ve diyalektik mantık açısından tümel ile tekil arasında bundan başka bir bağıntı aramak da abestir!

Benim kitabımda, dolayımların işlevi üzerine yeterince paragraf var. Lenin, somutu, pek çok belirlenimin (bir anlamda dolayımların) birliği olarak tanımlamıştı. Dolayısıyla, diyalektik mantığın asıl dikkat edeceği yer burasıdır. Eğer “vargı önermesi”ni “zihindeki somut” olarak anlarsak, onun elde edilmesi, formel mantıkta olduğunun aksine, formel çıkarsama ile elde edilen bir önerme değil, dolayımlardan ve belirlenimlerden örülmüş yeni bir vargı olarak gerçekleşir. Bu süreçte, Marx’ın ilgili metnini dikkatle okuduğumuzda görebiliriz ki, hiçbir yerde, “öyleyse” ile ilerleyen bir akıl yürütme zinciri yoktur. Ulaşılan sonal ise, Hegel’in ünlü üçlemesinin son kavramıyla ifade edilen bir sentez’dir.

Mantık ve Diyalektik’te şöyle açıklanmıştı: “‘Sentez’, Hegel’in diliyle aktaracak olursak, ‘Dolaylı ile dolaysızın birliğinin sağlandığı dolayım anı’ olarak ortaya çıkar. Bu yüzden sentez, ‘dolayımın aşılması sayesinde basit, olumsuzun aşılması sayesinde olumlu’dur. Öyleyse, sentez de bir tezdir ve süreç böylece devam eder.”[4]

Lenin, Hegel’in tasım anlayışını özetlediği notlarında şunları söyler:

“‘Eylem tasımı’ … yani Hegel için hareket, pratik bir mantıksal ‘tasım’dır, bir mantıksal şekildir. Ve doğrudur da bu! Ama mantıksal şeklin başka- varlığı insanın pratiğidir (=mutlak idealizm) anlamında değil elbette; tam tersi bunun insan pratiği, milyarlarca ve milyarlarca kez kendini tekrarlayarak, mantık şekilleri halinde sabitleşir insan bilincinde. Ve işte doğrudan doğruya ve sadece bu milyarlarca ve milyarlarca tekrarlanma sayesindedir ki o şekiller önyargı sağlamlığı kazanır ve belit (aksiyom) karakteri edinirler.

“Büyük önerme: bir   iyi erek (öznel erek) versus gerçeklik (“dış gerçeklik”)

Küçük önerme: dış araç (alet), (nesnel)

Üçüncü terim, yani hüküm: öznel ile nesnel’in düşümdeşliği, öznel idelerin gerçeklenmesi, öznel hakikatin ölçütü.”[5]

Marx ve Lenin’in diyalektik tasım üzerine verdikleri örnekler, kategorilerin ya da kavramların kendisinden yola çıkılarak tekili açıklamak üzere “öyleyse” diye bitecek yeni bir tümdengelimli önerme kurmaya yaramayacağını göstermektedir. Özetle Öztaş’ın anladığı tarzda birer tümel değillerdir. Bir kategorinin açıklayıcılığı, diğer pek çok kategori ve kavramın birlikte hareketindedir. Lenin, “bir bardak su” örneğiyle buna ilişkin, herkes tarafından anlaşılır bir açıklama yapmaktadır. Diyelim, Ahmet adlı birey hakkında bir vargıya varmak için tek başına “birey ve toplum” kategorisine başvurmak yolunu izliyoruz! Bundan onun bir “toplumsal varlık” olduğundan başka bir sonuç çıkaramayız. Ahmet’i, Marx’ın dediği gibi, “toplumsal ilişkilerinin toplamı” bir öze sahip olan bir birey olarak tanımlayabilmek için, onun bütün belirlenimlerini sayıp dökmek, bir sentez olarak somut haliyle inşa etmek zorundayızdır. Öyleyse tekrar edelim: “Diyalektiğin kategorileriyse, her şeyden önce tek başlarına birer tümel olma özelliği taşıyamazlar. Tümellik ya da evrensellik onların bağıntılı bütünlüğündedir. O bütünlük ki, mantığın kendisidir.”[6]

Benim bu cümlemden, “tikel ile tümel arasında, yani nesne ile düşünce arasında” bağlantı kuramadığım sonucunu çıkaran Öztaş’a, eleştirdiği cümlemi bu açıklama eşliğinde yeniden gözden geçirmesini öneriyorum.

İNSANIN ANATOMİSİ, NEDEN MAYMUNUN ANATOMİSİNİN ANAHTARIDIR?

Öztaş’ın eleştirisinin en zayıf noktalarından birisi, Marx’ın İngiliz sanayi kapitalizmini “anlatılan senin hikâyendir” özdeyişiyle diğer görece İngiliz kapitalizmi kadar gelişmemiş olan ülkeler proletaryasına sunuşundan yola çıkarak yaptığım açıklamalarla ilgili olan bölümdür. Öztaş, burada şunları söylüyor: “Çubukçu’nun neden diyalektik tümellerin çelişkili birlikler olduğunu açıklamasını beklerken o, diyalektiğin tümellerini, kategorilerini, tümel olma vasfından çıkararak karşımıza çıkarır.”

Diyalektiğin kategorilerinin neden Öztaş’ın anladığı anlamda tümeller olmadığın yukarıda açıkladığım için, burada düşülen hatayı yeniden ele almayacağım. Ancak burada Öztaş, tümelleri benim de kendisi gibi anladığımı varsayarak, Marx’ın yöntemi hakkında söylediklerim hakkında tümüyle yanlış sonuçlara ulaşıyor. Bana yönelik eleştirisini de Marx’ı hiç anlamamış olması üzerine oturtuyor. Orada yazdıklarım, Marx’ın neden İngiliz sanayi kapitalizmi üzerinden ulaştığı sonuçları, diğer kapitalist ülkeler için de geçerli gördüğünün açıklamasıdır. Özetle Marx’ın yine kendi yöntemi üzerine Grundirsse’de ayrıntılı açıklamalar yaptığı “Ekonomi Politiğin Yöntemi” başlıklı bölüm, Öztaş’ın eleştirdiği bölümde, tarihselle mantıksalın birliği ilkesinin açıklanması için kullanılmıştır. Öztaş, Marx’ın kategorilerinin tümdengelim için kullanılabileceği kendi varsayımına dayanarak,“Çubukçu’nun iddiasının aksine, Marx’ın kategorileri tümdengelimli bir çıkarıma, herhangi bir ülkenin somut gerçekliğini türetmek için uygundur” iddiasında bulunuyor. Tek kelimeyle cevaplıyorum, değildir! Marx onu, buradan yola çıkıp tümdengelimle kendi ülkenizi de böyle yorumlayın diye vermemiştir elimize. Bizzat kendi açıklamaları dikkatle okunursa görülecektir ki, onun yöntemi böyle saçmalıklara açık değildir.

İngiliz sanayi kapitalizmi, incelenen olgunun, yani o dönemdeki burjuva toplumun ve dünya kapitalizminin en gelişmiş örneğidir. İlke olarak, Hegel’in bir özdeyişinde dendiği gibi, “Minerva’nın baykuşu, gün battıktan sonra öter.” Yani, felsefe, her şey tamamlandıktan, son biçimini bulduktan sonra konuşur! Çok kısaca, Marx’ın İngiliz kapitalizmini ele almasının nedeni, bu özdeyişle özetlenen yöntem anlayışıdır. Aynı metinde Marx, “insanın anatomisi, maymunun anatomisinin anahtarıdır” derken de bu ilkeyi dile getiriyordu. Herhalde insanı, maymun tekilinin tümeli olarak görmüyordu!

Bu cümleden olmak üzere, Öztaş, bir teori olmadan nesne incelenemez düşüncesine tanık olarak Einstein ve Kuhn’dan alıntılarla beni eleştirmeye girişiyor. Bu alıntılar gerçekten diyalektikle ilgisiz nicel sayılama yoluyla tümevarıma yönelik eleştirilerdir ve aslında benim söylediklerimle özünde çelişmemektedir. Ben, hiçbir teoriye sahip olmaksızın girişilen bir araştırmadan söz etmiyorum; aksine bir teoriyle başlayıp gelişen bir araştırmanın yeni teorilerin doğuşuna nasıl yol açtığını anlatmaya çalışıyorum. Tıpkı kategorilerin ya da kavramların da böyle bir doğuş ve gelişme çizgisi izlediklerini anlatmak için bunu yapıyorum. Belki, iyi anlaşılsın diye, eklemem gerekirdi, doğa yasalarının yattığı mezarlıkta, ölmüş kavram ve kategorilere ait parseller de vardır! Nasıl ölür bunlar? Hegel’in dediği gibi, var olan her şey yok olmayı hak eder! Onların kaderini belirleyen, tarihsel eylemi içindeki insanın gelişen birikimidir.

Daha vahimi, Öztaş’ın kendisine destek versin diye çağırdığı İlyenkov da, bu konuda Öztaş’ın anladığından çok farklı bir açıklama sunuyor: “(Marx) Bir diyalektikçi olarak farklı davrandı: En karakteristik ve en gelişmiş durumunu, yani İngiltere’deki kapitalist gelişimi ve onun İngiliz ekonomi literatüründeki yansımasını ele aldı. Bu tekil durumun ayrıntılı incelenmesi temelinde tümel bir ekonomik teori çözümlemesini gerçekleştirdi” diyor.

Gerçekten kategoriler, varlığın en genel ve temel özelliklerini yansıtırlar. Ama bu, bir tümevarımla elde edilmez.

KATEGORİLER NEREDEN DOĞAR?

Lenin, kategorilerin, geçmiş kuşakların kolektif çabalarıyla, kolektif düşüncenin gücüyle yaratıldığına işaret eder. “Milyarlarca tekrarlanan insan pratiğinin aksiyom halini alması” olarak tanımladığı kategoriler, insanın tarihsel pratiği ile kazanılmış mantıksal biçimlerdir. Maddenin kendisinde olan bir özellik değildir; madde ve insan arasındaki ilişkiden doğarlar. Lenin’in cümlesi tam olarak şöyledir: “İnsan pratiği, milyarlarca ve milyarlarca kez kendini tekrarlayarak, mantık şekilleri halinde sabitleşir insan bilincinde.Ve işte doğrudan doğruya ve sadece bu milyarlarca ve milyarlarca tekrarlanma sayesindedir ki o şekiller önyargı sağlamlığı kazanır ve belit (aksiyom) karakteri edinirler.”[7]

Burada özellikle vurgulanan “insan pratiği” kavramına dikkat edilmelidir. Öztaş ise, beni eleştirirken kategorilerin “nesnenin taşıdığı belirlenimler” olduğunu düşünüyor. Onları, nesnede görebileceğimizi ileri sürüyor. Bütün bunlar yanlış. Kategoriler, nesne ile ilişki içindeki zihnin ürünleridir. Apaçık, “mantık şekilleridir”. Nesnenin şekilleri değillerdir ve hele hiç görünür şeyler değildir! Öztaş, kavramın nesneye adeta yapışık olduğunu ve onu bir biçimde oradan bize yansıdığını sanıyor. Mantığın nesnede içerildiğini söylemek gibi bir şey bu. Bunu kabul edersek, örneğin demir cevherinin lokomotif haline gelmeden önce, mekaniğin yasalarını içerdiğini söyleyebiliriz! Kategoriler, ne yalnız başına maddede, ne de yalnız başına insan bilincindedir! İnsan ve nesne arasındaki pratik ilişkiden doğarlar. Öztaş, bunu “önce pratik sonra bilinç” gibi bir sıraya koyma olarak anlıyor ve eleştiriyor. Peki, Lenin’e bakalım: “Canlı sezgiden soyut düşünceye ve soyut düşünceden de pratiğe- hakikat bilgisinin, nesnel gerçeklik bilgisinin diyalektik yolu işte budur.”

Bu kadar açık bir düşüncenin, Öztaş eliyle bu kadar karmaşık hale getirilebilmiş olması, şaşırtıcı… Bunda İlyenkov’un yanıltma payı nedir bilemiyorum, ama “Felsefe Defterleri”nin hakkıyla incelenmemiş olmasının önemli bir eksiklik olarak kendisini hissettirdiğini kesinlikle söyleyebilirim.

ELEŞTİRİNİN ASIL HEDEFİ

Öztaş, “Biz bu tartışmayı diyalektik mantık konusunda hâkim bir bakışı temsil eden Aydın Çubukçu’nun anlayışının eleştirisi ile yapmaya çalışacağız” diyor. Bu hâkim bakışın kaynağı neler ya da kimlerdir? Eleştiri neden onlara değil de benim kitabıma yöneltilmiştir?

Öztaş’ın başlıca dayanağı, öyle anlaşılıyor ki, “hâkim diyalektik anlayışına muhalif” olmaktan öte bir özelliği olmayan İlyenkov’dur. Öyleyse, ben de Öztaş’la değil, İlyenekov’la tartışmalıydım. Fakat İlyenkov’un kitaplarının Türkçe çevirileri yetersiz ve yer yer ne dediği hiç anlaşılmaz haldedir. Örneğin, “Marx’ın Kapitalinde Soyut ve Somutun Diyalektiği”[8] adıyla Hüseyin Akyol tarafından yapılan çeviride, İlyenkov’un mu, yoksa çevirmenin mi yanlış yaptığından emin olamadığım bir çok alıntı bulunuyor. Birini paylaşmak istiyorum. İlyenkov, Marx’tan bir alıntı yapıyor: “Beni gerçekten izlemek isteyen okuyucu, tikelden genele doğru ilerlemeye karar vermek zorunda kalacaktır.” Ve İlyenkov, bunu şöyle yoruluyor: “Kitabın sunum yöntemi, okuyucuyu, belirli tikellerin kavranmasından, yani soyuttan giderek daha çok somuta doğru, yani oluşturulmuş, genel, kapsamlı bir ekonomik gerçeklik yaklaşımına, bir başka ifadeyle ise tikelleri birleştirerek genele doğru yönlendirir.”

Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı eserinden yapılan bu alıntının güvenilir Türkçe çevirisi ise şöyledir: “… benim kendi ekonomi politik incelemelerimin seyri hakkında bazı bilgiler sunmam, bana, burada, yerinde bir hareket gibi gelmektedir. Hazırlamış olduğum bir genel girişi yayınlamıyorum; çünkü, düşünüp taşındıktan sonra, bana öyle geldi ki, ilkönce tanıtlanması gereken sonuçlar hakkında önceden yargılara varmak ancak sıkıcı olabilirdi ve beni izleyecek okurun, tekilden genele geçmesi gerekecekti.”

Bu cümleden, Marx’ın “tikellerin kavranmasından yani (abç) soyuttan giderek daha çok somuta doğru” bir yol izlediği sonucu çıkar mı? Yukarıdaki iki cümle arasındaki fark, açıktır ve aynı anlama geldiğini kabul etsek bile, Marx kendi sunuş yöntemiyle ilgili bir açıklama yaptığı görülmektedir. Kapital’de ve genel olarak diğer eserlerinde görülen inceleme-araştırma yöntemiyle sunuş yöntemi arasındaki fark bilinirse bunun gerçekte ne anlama geldiği açıkça görülebilir.

Böyle olunca, İlyenkov’un kitaplarından yola çıkarak bir eleştiri yazmayı anlamlı bulmadım. Öztaş, nasıl “hâkim diyalektik anlayışının” asıl kurucuları, yani Marx, Engels ve Lenin yerine, onların gölgesi olmaktan başka hedefi olmayan benim naçiz kitabımla uğraşmayı seçmişse, ben de İlyenkov’un gölgesiyle yetinmek zorunda kaldım.



[1]Öztaş, A. (2018) “Marksizm’in diyalektik mantık anlayışı içinde madde-bilinç ilişkisi: Aydın Çubukçu’nun diyalektik mantık anlayışının eleştirisi”, Birikim Dergisi, Sayı: 349-350.

[2] Almanca’da Schluss, felsefe metinlerinde tasım olarak çevrilmektedir. Metnin devamından, kastedilenin Hegelci tasım olduğu anlaşılmaktadır. (Çevirenin notu)

[3] Marx, K. (1999) Grundrisse: Birinci Kitap, Çeviren: Arif Gelen, Sol Yayınları, Ankara, sf.25.

[4] Çubukçu, A. (1993) Mantık ve Diyalektik, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, sf. 98.

[5] Lenin, V. İ. (1976) Felsefe Defterleri, Çeviren: Attila Tokatlı, Sosyal Yayınları, Ankara, sf.176.

[6] Çubukçu, Mantık ve Diyalektik, sf. 154.

[7] Lenin, Felsefe Defterleri, sf. 176.

[8] İlyenkov, E. V. (1996) Marx’ın Kapital’inde Soyut ve Somutun Diyalektiği, Çeviren: Hüseyin Akyol, Yorum Yayınevi.

https://teoriveeylem.net/tr/2018/07/mantik-ve-diyalektikin-elestirisi-uzerine/

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]