Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Doğa Bilimleri  »
 Deprem Gerçeği
31.10.2020- 08:43

İzmir'de yıkıcı etkisini en çok Yakacık'ta gösteren şiddetli bir deprem meydana geldi. AFAD'a göre 6.6, Kandilli'ye göre 6.8 büyüklüğündeki deprem son verilere göre 24 cana mal oldu. 500'ü aşkın yaralı da var ve yıkılan binalardaki kurtarma çalışmaları da devam ediyor.
Resim Ekleme

( Dün akşam bir televizyonda bir bilim adamını dinlemiştim. Görüntü ve eldeki verilere göre bu depremin 7'den küçük olamayacağını söylemişti. Aynı televizyon Yunan Kaynaklarına dayandırdığı bir haberde depremin büyüklüğünün 7 olduğunu duyurmuş.) Sanırım son verilere göre depremin büyüklüğünün 6.9 olduğunu gösteriyor.)

Hiç kuşku yok üzücü bir durum ve ülkemiz bu gerçekle hemen her gün karşılaşıyor. Ama hala ciddi ve bilimsel bir önlem ve bu konuda elle tutulur bir faaliyet yok. YOK. Büyük harflerle yok. Hiçbir şey yapılmıyor. Yapılamıyor. Nedeni şu ya da bu. Ama bilinmeli ki, bu konuda canımız Allah'a emanet. Oturduğumuz binalar depreme dayanıklı ise belki bu tehlikeden bir ölçüde uzağız, ama değilse ve depremin bölgesel yıkıcılığına da hazır değilsek bugün izmir'de karşılaştığımız kahredici görüntülerle her an karşı karşıya kalabiliriz, demektir. O halde yapılması gereken bir şeyler olmalı. Acil olarak ve kesinlikle bilim adamlarının öncülüğünde...

Türkiye'nin hemen her konuda kurtuluşunun tek bir yolu var. BİLİM. Başka yolu yok. Covid belasını yenmenin yolu da, deprem gerçeğiyle birlikte insanı kahreden görüntülerle karşılaşmamın yolu ve çaresi de bilimden geçiyor. Bilimi   rehber olarak gören bir siyasal anlayış tarafından yönetilmedikçe sorunlarımızın hiçbirinden kurtulmak mümkün olmayacaktır. Türkiye'nin öncelikli sorunu budur. Bilim ve bilimin olmazsa olmazı olan laiklik bu ülkede önemsenmedikçe ve toplumsal ve siyasal yaşantımızın merkezi haline getirilmedikçe bu ülke insanlarının huzur bulabilmesi mümkün değildir. Dün Karlıova'da yaşandı, bugün İzmir'de yaşanıyor, yarın İstanbul'da çok daha ağırı yaşanacak!

Deprem dünyanın ve Türkiye'nin gerçeği.
Dünyanın katı yer kabuğu daha sıvı özellikler gösteren bir mağmatik katman üzerinde Levha Tektoniği adı verilen bir oluşumun etkisi altında sürekli bir basınç altındadır. Bir doğasal güç/basınç bu karasal formu sürekli sıkıştırmakta ve belli zamanlarda da hareket etmeye zorlamaktadır. Deprem bu sıkıştırma ve sonucundaki hareket nedeniyle gerçekleşmektedir. Doğanın/dünyanın bir gerçeği bu ve bu gerçeklik nedeniyle dünyanın belli bölgeleri daha kırıklı bir özellikli bir durum göstermektedir. Türkiye özellikle KAF ( Kuzey Anadolu Fayı) oluşumuyla bu sürecin tam merkezindedir. ( Bir diğeri Amerika'da kuzey güney doğrultulu San Andreas fayıdır.) Dolayısıyla Türkiye Alpin Orojenik Hareketler nedeniyle de çok kırıklı bir yapı özelliği taşımaktadır. Yani tam bir deprem bölgesidir. Büyüklüğü orta ve ortanın üstünde depremlere yol açabilen bu kırıklı özellik özel ve farklı bir ilgi gerektirmektedir. Bu yüzden bilim ve laikliğin bu ülkede ayrıca bir ilgiyle önemsenmesi gerekmektedir.

Bilim ve laiklik insanlığın gelişiminde   çok önemli kazanımlardır. Solculukla, marksizmle ilişkilendirilecekse bilim ve laiklik olmadan solculuk da olmaz. Toplumsal ve siyasal yaşantımızın ve karşılaşılacak her türlü sorunların kaynağının ne olduğu bilim ve laiklik olmadan anlaşılamaz. Anlaşılamadığı için çözüm de üretilemez. Bu yüzden Bilim ve Laiklik önemsenmeli, Türkiye gibi bir ülkede bu konuya ayrıca bir önem verilmeli ve konuyla ilişkilendirdiğimizde covid gibi salgınları, depremler gibi doğa gerçeği karşısında mutlaka rehber edinilmelidir.

Bir detay daha, bugün 7 büyüklüğünde bir deprem gerçeği karşısında yıkım ve can kaybının olmaması gerekir. Yedi büyüklüğünde bir deprem şiddet olarak arazi verilerine kadar 8-9 şiddetinde bir etkiye de sahip olmaktadır. Büyük bir etkidir bu ne var ki, teknolojinin geldiği aşamada bu büyüklükteki depremlerden korunacak ve etkisini mimimum hale getirecek yapı stoğu oluşturmak mümkündür. Türkiye'nin yaşadığı sorunun büyük bir bölümü de bu olumsuzluk içeren yapı stoğundan kaynaklanmaktadır ki, bunun çözümü de yine bilimi referans almaktan geçmektedir.

Devam ederiz bu konuya...
Umarım İzmir'deki enkaz kaldırma çabalarında daha fazla acıyla karşılaşmayız.


melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
01.11.2020- 07:00

Halk tv. açık; Fatih Ertürk'ün tekrar programı veriliyor. İzleyememiştim, bunları yazmaya çalışırken bir taraftan da onu izliyorum. Altta asılı dıuran bir ''Son Dakika'' bantı: ''Depremde 42 can kaybı, 896 yaralı var.'' Kırk iki canımızı yitirmişiz; belki de enkaz altında henüz ölüm rakamlarına dönüşmemiş canlarımız vardır. Belki elliye varacak bu süreç; 7 büyüklüğünde bir deprem ve elliye yakın insanı yitirişimiz...Bir kaç gün böyle geçer, kader kısmet deriz, öfke duyarız, belki yoğun bir üzüntü...-hepsi o kadar, sonra unutur gideriz, bir başka depreme kadar, o da çok sürmez zaten!

Türkiye bir deprem ülkesi. Türkiye'nin her   yerinde ve her an deprem olma potansiyeli var. Bunu değiştiremeyeceğiz; değişmeyecek. Bu dünya ölmediği sürece depremler de olacak, kimi yanardağlar da zaman zaman faaliyete geçecek. Yerkürenin canlılığıdır bu. Mesele bu canlılıkla birlikte yaşamayı öğrenebilmek. Konumuz deprem olduğu için depreme dayanıklı konut inşa edebilmeliyiz. Bir deprem ülkesi olan Türkiye'de işi gücü sadece deprem ve konut olan bir deprem bakanlığı kurabilmeliyiz. Bilimsel bir deprem siyasetimiz olur. Her önüne gelenin inşaat yapabilmesinin önüne geçebilmeliyiz. Eğitimsiz insanların işin içinde olduğu ve denetimsizliğin de denetim haline dönüştüğü sadece ranta dönük bir inşaat politikasıyla bugünlere geldik. Karada inşaat yapacak bir yer bırakmadık, şimdi de hükümetimiz denizlerimizi doldurarak, oralarda adacıklar oluşturarak kazma kürek siyasetini sürdürmek istiyor. İnşaat yaparak kalkınacağımızı sanan tek siyasi anlayış ne yazık ki yıllardır bu ülkeyi yönetiyor ve sorunlarımız giderek daha da katmerleşiyor!



Depremin merkez üssü İzmir/bayraklıymış. Dün televizyonda izlemiştim; bir kadın yıkılan bir binanın karşısında oturmuş ağlıyor, bakanın biri ''sabır'' diyor, ''al su iç'' diyor. Kadın ''dört çocuğum yıkıntı altında susuz, ben nasıl içerim'' diye yanıtlıyor. İnsanın içi acıyor, yüreği yanıyor; kahroluyor insan. O annenin yaşadığı acıyı hafifletebilmek   mümkün mü?


99 İzmit depreminden sonra 21 yıl geçti. İstanbul depremi kapıda. İzmit körfezinden Marmara Denizi'ne giren Kuzey Anadolu Fayı (KAF) Saros'tan çıkıp Ege'ye yöneliyor. Bu fayın uzunluğu 250 km. ve mutlaka kırılacak. Tekirdağ sırtı nedeniyle de bir defada değil, muhtemelen iki defada kırılacak. Biri 7'ye yakın, diğeri 7'nin üzerinde iki büyük deprem üretecek. İstanbul depremi deyip duruyoruz ama sadece İstanbul'u değil, Marmara'da kıyısı olan bütün kentleri etkileyecek. İstanbul'un özellikle Avrupa yakası, Tekirdağ çok büyük risk altında. Yalova kıyıları da öyle. Bugün ortaya çıkmadı bu gerçek. 99 depreminden beri uzmanlar dillendiriyor, ''acil önlemler almalıyız'' diyor. Ama kaderci anlayış umursamıyor, ''alnımıza yazılmışsa...'' diye başlayan cümlelerle sorunu kitlelerin gözünden kaçırıyor. Aslında kendisi de ne yapacağını bilmiyor. Bilim ve laiklik karşıtluğı içinde olan bir siyasi anlayışın bu ülkenin kördüğüm olmuş sorunlarını çözme olasılığı yok ki; mümkün değil.

İzmir'de bir iki gün daha enkaz kaldırma çalışmaları devam eder. Belki yıkıntıların altından bir ''mucize'' daha çıkartılır; alkışlarız, seviniriz; sonra?

Sonra dozerler girecek o alanlara...
Yıkıntıları kaldıracak, aceleyle...
Ayıplarımız ortalık yerde fazla kalmasın, daha fazla görünmesin diye belki de..
Acılar birilerinin içinde hiç küllenmeyecek olmasına rağmen...
Toplum olarak unutacağız.

Ta ki bir başka depreme ve bir başka yıkıma kadar...

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
02.11.2020- 08:20

Yıkılan binalarda hayat kurtarma mücadelesi devam ediyor. Dün akşam depremden 58 saat sonra 14 yaşında bir genç kızımız   sağ olarak çıkartılabildi yıkıntıların arasından. Belki hala birileri daha vardır, umut hala canlı tutuluyor...Şu an'a kadar 79 canımızı yitirmişiz, 1000'r yakın yaralı...Göz göre göre gelmiş ölüm....Ve kahredici çaresizliğimiz...

1999 depreminden sonra bir büyük yıkım gelmiş ve deprem gerçeği de belki o tarihte toplumsallaşmıştı. Resmi verilere göre yirmi bine yakın ölüm vardı. Binlerce yaralı, maddi hasar da cabası. Bir büyük felaket yaşanmıştı ve bilim adamları eğer bir önlem alınmazsa bu felaketlerle ülkenin her yanında karşılaşabilmek olasıydı. Türkiye bir deprem ülkesiymiş çünkü. Milyonlarca yıldır bu topraklarda büyük yıkımlar getiren büyük depremler oluyordu ve her depremden sonra da deprem gerçeğinden kurtulmuş olmuyorduk. Tam tersine, deprem olmuşsa, depremin olduğu yerlerde ( faylarda) tekrar tekrar olacak demekti. Her deprem yarattığı yeni kırık ve deformasyonlarla yeni yeni depremlere yol açabilecek değişimlere de yol açıyordu. Bilim adamları söylüyor, bu ülkede her gün her an yıkıcı depremler olabilir, olacak ve mutlaka önlem alınmalı depreme dayanıklı konutlar inşa edebilmeliydik. Olmadı, ama hiç olmazsa bir depremde dayanıksız konutların yıkılacağını ve içlerinde yaşayanları öldüreceğini öğrenmiştik.

. Madem ki bu ülke bir deprem ülkesi ve her depremde insanlarımızı toprak altından çıkarmak durumunda kalıyorduk ve madem ki binalarımız ehil olmayan ellerde dayanaksız yapılmıştı, o zaman bu binalar tespit edilmeli ve yerlerine depreme dayanıklı binalar inşa etmeliydik. 99 depreminden sonra Başbakan Ecevit bir deprem vergisi koymuştu. Deprem için kullanılması gereken bir vergi. Uzmanlar bugüne kadar toplanan vergilerin yaklaşık 37 milyar dolar olduğunu söylüyor. Yani olmaz denilen şey olmuştu, yani ülke bazında depreme dayanıksız binalar yıkılıp daha yaşanabilir binalar yapılması için milyonlarca, milyarlarca lira nasıl bulunur, sorusunun yanıtı, halkın ödediği vergilerle yanıt bulmuştu Aradan geçen 21 yıl içinde toplanan para 37 milyar lira!

İstanbul'daki toplam binaların yarısından fazlası yapılabilir bu parayla, ya da Ankara'daki yapı stoğunun tamamı sadece bu vergilerden edinilen parayla   değiştirilebilir. Düzgün bir planlama, bir bilimsel anlayışla 99 milat olarak kabul edilebilir ve bu ülkede daha fazla can kaybının önüne geçilebilirdi.

Olmadı. Yapılmadı.

''Nerede bu paralar'', ''bu parları ne yaptınız'' sorularına yetkililer, bakanlarımız çeşitli zamanlarda yanıt veriyorlardı, büyük bir pişkinlikle ''duble yollar yaptık'' diyorlardı, ''şehir hastanelerine gitti'' diye de ekliyorlardı.

Zihniyet bu!
Ve sadece bu mu?

Diyanet'in açıklaması okunmuştur, ''kıyamet alıştırması'' benzeri bir şeyler söyledi, İzmir depremi için. Daha utanmasız olanlar ise 99 depreminde örneğini gördüğümüz aşağılık yorumlarda bulundular...

İnsanı yıkan, bu ülkede insanlarımızı çaresiz hale getiren şey sadece deprem değil ki!
(Halk tv.'de bunları yazmaya çalışırken, aradan geçen 65.saate rağmen enkaz altından 3 yaşında bir Elif bebek kurtarılabiliyor. Bayraklı'da bir bebek kurtarılıyor o tonlarca ağırlıktaki beton yığınlarının arasından...)
Bir anlayışın mutlaka hakkını vermeli ve bu ülkede bir şeylerin baştan beri hep yanlış gittiği gerçeğini kavramalıyız. Umut var, umut hep var, çözüm de var. Bu yıkım, bu ölüm hiçbir zaman kader değil. İnsanımız bu acıları hak etmiyor.

Başka bir dünya mümkün.
Bilimi, laikliği, insanı temel alan bir siyasi anlayışı bu ülkede mutlaka egemen kılmalıyız.
Başka çaremiz yok.
Ya insanca bir düzen, ya akıl dışı bir yaşama mahkumiyet.









melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
04.11.2020- 02:16

Hemen her depremden sonra hiç hazır olmadığımızdan kaynaklı pek çok ölüm olayı gerçekleşiyor. Nedenleri çok, bu konuda bir yığın neden ileri söylenebilir. Detaya girmeden ülkemizde kapitalizmin çarpık gelişmesi ve son yıllardaki neo-liberal yaklaşımların egemenliği ileri sürülebilir. Kuşkusuz farklı bir perspektife ihtiyaç var; can kayıplarının olmaması için   Türkiye'de iğneden ipliğe hemen her şeyin değişmesi ve baştan yazılması gerekir. Artık bu düzen içinde hemen her konuda olduğu gibi deprem konusunda kalıcı, sağlıklı ve artık ölümlü hikayelere yol açmayan bir yapının kurulabilmesi pek de mümkün değil. Burjuva siyasetçilerinin bu soruna köktenci çözümler üretebilmesi pek de mümkün değil ve çünkü bu düzen içinde ve böyle bir ülkede bu tür çözümler de artık bulunmuyor, deyip, bu konuyu geçelim...

Şuraya gelmek istiyorum; İzmir depreminde gözlerimizi yaşartan insan hikayeleri de gerçekleşti. Elif, idil ve en son Ayda bebek bu yoğun umutsuzluk ortamında yüzlerimizin gülmesine yol açtı. Ayda bebeğin o ışıldayan yüzü, depremden 91 saat sonra sağ olarak kurtulması ve köfte ve ayran istediğini söylemesi karşısında duygulanmayan biri olduğunu sanmıyorum.

Ya ölenler...
Yitirdiklerimiz...

16 yaşlarındaki ikizler Sayra ve Çınar...
Birlikte doğdular...
ve çok değil, kısacık ömürlerinde
E-Birlikte, el ele...
Enkaz altından çıkarıldılar...

113 insanımızı yitirdik.
113 ayrı bir hikaye...

Biraz önce SOLportal'da Fatih Yaşlı'nın yazında bir tanesinin hikayesini daha öğrendik.
( https://sol.org.tr/yazar/birtakim-sorular-dunya-duz-mu-donmuyor-mu-turkiyede-neoliberalizm-var-mi-18500) Ali Kaygusuz arkadaşımızın hikayesi... İnsanın içini acıtan bir hikaye...

''Ali Kaygusuz, Ocak ayında yaşanan Elazığ depreminden bir gün sonra, 25 Ocak 2020’de sosyal medya hesabında aynen şunları yazdı: “Sen deprem olduğundan 3 dk sonra para dileniyorsan, vatandaş da elbette 20 yıldır ödediği deprem vergisinin nereye gittiğini soracak… Sen de eşek gibi hesabını vereceksin. Hainsiniz.”

Elazığ depreminin üzerinden yaklaşık on ay geçmişken, 30 Ekim’de, bu sefer İzmir’de bir deprem oldu ve bu haklı isyanın sahibi Ali Kaygusuz, gencecik yaşta hayatını kaybetti. Enkaz altında bulunan bir notta sevgilisine İlhan Berk’in dizeleriyle sesleniyor ve şöyle diyordu:   “Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık/(İsteğin bulanık kıyısında)/Bundan değil midir bizim aşkımızda/Sürekli bir akşam hüznü vardır.”


Fatih Yaşlı'nın yazısından bir bölümü daha alalım buraya;

''Ali zamanı tırnak içine almış gibi yaşadı ve hepimize sürekli bir akşam hüznü bırakıp gitti. Açıkça yazalım, katili bu sömürü düzeni, bu bezirgân saltanatıdır. Katili, akıbeti bilinmeyen deprem vergileridir, ranttır, imar barışı adı altındaki uygulamalardır, inşaat üzerine kurulu ekonomi modelidir, denetimsizliktir.''

(Verdiğim linkten yazının bütününü okumakta yarar var.)

( Bir parantez daha açmak istiyorum. Bu yazıyı yazarken bir yandan da kulağım tv.de. Gürkan Hacır'ın Halk tv.deki tekrar programında deprem konusu işleniyor. Barış Yarkadaş elindeki kağıttan okuyor; ''İstanbul'da olası bir depremde 14 bin bina yıkılacak ve 15 bine yakın ölüm gerçekleşecek'' diyor. Bilimsel bir çalışmaymış ama, rakamların gerçeği yansıttığını söylemek çok zor. İstanbul depremin olası sonuçları yumuşatılarak yansıtılmış. 15 bin civarı binanın -daire değil, bina- yıkılacağı öngörüsü gerçekleşirse her binada kaç daire ve her dairede kaç kişi üzerinden bir tahminde bulunmak gerekir. Sanırım böyle bir matematiğin sonucu ''halkı paniğe uğratmaktan...'' diye başlayan bir sürece yol açabilir diye oldukça yumuşatılmış.)

Çok geç kaldık.
Her şey bir yana, 99 depreminden sonra çok şey yapılabilirdi.
Kayda değer hiçbir şey yapılmadı.

Ve sanki böyle bir gerçeklikle karşılaşmayacakmışız gibi...
Ve sanki her şey uyarında gidiyormuş gibi...
Önümüze   bir İstanbul Kanal projesi konulmaya çalışılıyor.

KAF Marmara Denizi'nin içinde altımızı oyuyor, bir büyük felaket geliyor...
Ve biz hala uyanmadık,
hala, sanki her şey uyarında gidiyormuş gibi davranmayı sürdürüyoruz!

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]