Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Felsefi Tartışmalar

İLERİ'de Selda Salman'ın yazısını okurken lise yıllarına gitmişim, yazı beni alıp yıllar öncesine lise yıllarına götürdü ve öylece bıraktı... Lise yılları, çatışmalı yıllar... ama güzel... hatırladığımda özlemle andığım yıllar...

Belki de bana öyle geliyordu, bilmiyorum. Güzelliği belki içimizde yaşadığımız/yaşattığımız heyecanlardan kaynaklanıyordu, ya da ülkemizin ve dünyanın geleceğine duyduğumuz o sarsılmaz umuttu o yılları benim için güzel kılan. Ya da, belki o yılların geride kalmış ve bir daha hiç geri gelmeyecek olmasının   dayattığı özlem ve hüzündü o yılları güzel kılan...

Evet, çatışmalı yıllardı. Ülke insanının bilinç gelişimi ülkenin gelişiminin çok önüne geçmiş ve bu durum da egemenler için ürkütücü, ürkütücü olduğu kadar da önüne geçilmesi ve mutlaka durdurulması gereken bir özellik halini almıştı. Devletin baskıcı tutumunun yanına yoksul halk çocukları da eklenmiş, solcu, devrimci ve ilerici kesimlere yönelik sistemli saldırılar tezgahlanır olmuştu. İstanbul'da bulunan bizim lisemiz de bu tezgahtan nasibini alıyordu. Uzatmayayım, daha çok okul dışından kaynaklanan saldırılar eğitim düzenini alt üst etmişti. Okul ara sıra kapatılıyor, sonra açılıyor, öğretmenlerimizin tamamı bir büyük gerilim içinde görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyordu.

Bir felsefe hocamız vardı. Hemen her ders felsefenin gerektirdiği sorgulama ve çözümleme becerisinin edinilmesi konusunda çırpınır dururdu. Hatırlıyorum, bir gün kültür konusunu tartışmaya açmış, kültürün zamanla değişip değişmediği konusu üç beş sağcı öğrenciyle, sınıfın geri kalanı arasında bol kahkahalı bir açık oturuma dönüşmüştü. Sağcı arkadaşlar kültürün değişmediğini, teknolojinin değiştiğini söylüyor, ve garip bir şekilde söylemeye çalıştıkları arasında bir bağ kurma çabası da göstermiyorlardı. Bir tanesi örnek vermek için su kabağını, bir başkası yemek yeme adabını ileri sürüyordu. Verilen örnekle sınıfta kahkahaların yükselmesine neden oluyor ve ''sen hala yerde mi yemek yiyorsun'' ya da ''suyu hala bardak yerine su kabağıyla mı içiyorsun?'' şeklinde laf atmalara yol açıyordu.

Eğitim sistemimiz sorgulama, çözümleme yerine ezberciliğe dayanıyor. İlkokuldan üniversite sonuna kadar hemen her aşaması böyle. Ezbercilik bir anlama ve anlamlandırma yöntemi haline getirilmiş. Diyalektiğe zaten çok uzağız da çok basit bir neden sonuç ilişkisini bile kurmakta zorlanıyoruz. Öğrenmemişiz çünkü, alışmamışız.

Lise sıralarındaki kültür örneğiyle bu ezbercilik sorununun sadece sağ kesime ilişkin olduğunu söylemek istemiyorum. Ağırlıklı olarak muhafazakarlığın bu sorunu büyüttüğünü düşünsem bile bu sıkıntının toplumsal bir sorun olduğunu ve sol sempatizanlarımızın da bu konuda bir çıkmaz içinde olduklarına inanıyorum. Bu yüzden en basitinden bir neden-sonuç ilişkisi kurabilme becerisi edinebilmeliyiz gibi geliyor bana. Böyle bir alışkanlığımız olsa, önümüze çıkan sorunlara böyle bir neden sonuç ilişkisinden bakabilme alışkanlığımız olsa en azından söylemeye   ve yazmaya çalıştıklarımız konusunda bir iç tutarlılığa sahip olabiliriz, diye düşünüyorum.

Konunun doğrudan felsefeyi ilgilendiren bir anlamı var. Umarım bu konuda katılımlar da olur ve konu derinleşir. Sorunun nedenleri bir yana sonuçları da kötü. Baştan sona ezbercilik kokan yazı ve söylemler bir yerden sona insanı rahatsız etmeye başlıyor. Anlatılmaya çalışılan konuya hakim olamamak, neden sonuç ilişkisinden yoksunluğun getirdiği bir iç tutarsızlık, baştan sona çelişkili cümleler bir yerden sona sadece konuşulmuş veya yazılmış olmakla kalıyor. Sadece o kadar ve belki ilk cümleden sonra da okunmuyor.

Felsefeyi ve düşünme yöntemi edinme konularını önemsemek gerek. Neden sonuç ilişkisi kuramadan, Aristo mantığını kavramadan diyalektik düşünmeyi nasıl kavrayabiliriz ki!   Ve diyalektik kavrayış olmadan nasıl olur da Marksist dünya görüşünü kavramak mümkün olabilir?


melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
24.11.2020- 09:35

Yaşam devam ederken; hepimizin 'neden'e ihtiyacı var! - Selda Salman


Felsefe nedir? Yapılacak birçok farklı tanımın yanı sıra, asıl olan, hayatlarımızın neresindedir?

Soyut düşünme dönemine geçmemizle birlikte lise yıllarında bize öğretilmeye başlanan birkaç önemli filozof isimlerinden mi ibaret; veya sonunda bu ülkedeki çoğu meslek ve alan grubunda olduğu gibi sonunda "işsiz" kalacağımızı bilerek okuyacağımız bir bölüm mü; dahası birçok kişinin diline pelesenk olmuş herkesin bir hayat felsefesi olduğundan bahsedilen bir anlayış mı? Hepsinin cevapları çeşitli bağlamlarda tartışılabilir, üstüne sayısız yorum yapılabilir. Fakat bizi ilgilendiren asıl soruya gelmek isterim: Çocuklar için felsefe nedir?

Cevap veriyorum: Çocuklar felsefenin ta kendisidir!

Bu kadar iddialı bir cevabın sebebine gelirsek...

Çocuklar merak etmenin, sorular sormanın vücut bulmuş halidir. Felsefenin en temel noktalarından olan merak ve sorgulamak, çocukların özellikle erken çocukluk dönemlerinde taşıdığı en belirgin özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Yetişkinleri bıktırırcasına sordukları sorular, dünyayı ve yaşamı keşfetme çabaları, bitmek bilmeyen merakları; verilen cevaplardan asla tatmin olmamaları ve elbette aldıkları cevapların onlar için yeni bir soru ve merak sebebi olması... Tabii cevap alabiliyorlarsa!

Ne demek istiyoruz?

Çocuklar yapıları gereğince böylesine meraklı, araştırma ve keşfetmeye yatkın ve bu konuda inanılmaz inatçıyken; nasıl oluyor da -belki de birkaç yılda- çoğunlukla bambaşka boyuta geliyorlar? Merak etmeyen, tek tip, ezberci, heyecan duymayan, yaratıcılıkları ve özgünlükleri körelmiş...

Soruyu belki de açıkça şöyle sormak gerekiyor, bu duruma nasıl getiriliyorlar?

Bunun cevabı da aslında sorusu kadar açık. Ezberci eğitim sistemi, onların sorularından "bıkan" yetişkinler, en başta olmasa bile belli bir süre sonra sert bir biçimde tosladıkları cevapsızlıklar, yeni dünya düzeni, sorgulanmak istemeyen "muhteşem anlayışlar"...

https://ilerihaber.org/yazar/yasam-devam-ederken-hepimizin-nedene-ihtiyaci-var-119769.html

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]