Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Türkiye İşçi Partisi’nin potansiyeli ve ihtimaller

Belki de tek haneli bir yüzdeyle başlanan seçim deneyimi bir başarısızlıktan ziyade, Türkiye solunun ana akıma kalıcı girişinin ilk adımı olabilir.


DOĞUKAN DEMİRCİOĞLU & S. ALPER ORHAN

Türkiye İşçi Partisi'nin son zamanlarda yarattığı ilgi, haklı olarak, olumlu olumsuz farklı yorum ve analizleri de beraberinde getiriyor. Çeşitli karşılaştırmalar, değişik beklentiler veya baştan TİP’e mutlak mağlubiyet veya galibiyet biçen düşünceler mevcut. Roj Girasun’un Perspektif Online ve Selim Sazak’ın Foreign Policy’de yayımlanan yazıları bu tartışmanın güzel örnekleri aslında Türkiye’deki kamusal tartışma kültürünün düştüğü hali düşünürsek TİP ve geleceğinin bu kadar aktif konuşulması oldukça önemli. Bu yazıdaki amacımız da tartışmayı genişletmek ve farklı açılar sunmak; ayrıca hem parti yöneticileri hem de üyeleri bu tartışmalarla partinin potansiyelini, eksiklerini net bir şekilde görebilir ve bu konuların üzerine düşebilir.

Elbette TİP’e yöneltilen yorumlardan, hatta eleştirilerden bazıları oldukça tanıdık ve kısmen anlaşılabilir. Bu eleştiriler kabaca Türkiye’deki sol/sosyalist hareketlerin seçimlerde tekrarlanan başarısızlıkları, “kendi kitlelerine” dahi ulaşmaktaki yetersizlikleri ve işin “hep sloganlarda kalması” biçiminde beliriyor. Kimi yorumların doğruluğunu kabul etmekle beraber tarihin tekerrürden ibaret olmadığı ve çıkarılabilecek derslerin faydalı olabileceği notunu da düşmeliyiz.

Öncelikle Türkiye’deki mevcut seçim sistemini değerlendirmekte fayda var. Seçim barajı kağıt üzerinde mevcut olsa dahi bu baraj ittifaklar sayesinde fiilen ortadan kalkmış durumda. Üstelik oylar hem parti hem de ittifak adına sayıldığından, ittifaklar içinde “boşa atılmış oy” kavramı da geçerliliğini kaybediyor. Dolayısıyla, TİP’i geçmiş deneyimlerden ayıran ve karşılaştırmaları eksik hale getiren en büyük çevresel faktör değişen seçim sistemidir. Bu durumun TİP’e (ve diğer görece küçük partilere) avantaj sağladığını kabul etmek gerek. Elbette, iktidarın da Türkiye tarihinde bolca yaşandığı üzere, seçim sistemini “gerek görülmesi” üzerine kendine avantajlı hale getirebileceği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Yine de mevcut seçim sisteminin sağladığı şartları kullanarak aktif bir siyaset yürütmek ve toplum karşısında gerçekçi ve makul, seçimlerde adından söz ettirebilecek bir parti haline gelmek mümkün. Düzgün işleyen demokrasilerde farklı hareketlerin, partilerin kendine yer açabilmesi ve bunu adım adım yapması siyasetin olağan akışındadır. TİP’in ayakları üzerinde durmaya başladıktan hemen sonra sağlam fakat acele etmeden adımlar atması, tabanını ve seçmen kitlesini böyle büyütmesi elbette daha sağlıklı olacaktır. Mevcut sistemin böyle bir fırsat sağlaması da TİP’in potansiyelini pekala güçlendirmektedir.

Bu noktada HDP ile kurulan ittifakın, TİP milletvekillerinin Meclis'e ilk olarak HDP listelerinden girmesine ve HDP’nin Türkiye soluna açtığı alana değinmek şart. TİP’i bu noktada HDP’nin sosyalist sol ile kurduğu iş birliğine bir alternatif veya rakip yerine, kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan ancak aynı saflarda yer alan bir hareket olarak görebiliriz. Zira TİP milletvekillerinin yaptığı açıklamalar da partinin HDP’nin karşısında yer alma gibi herhangi bir niyeti olmadığını gösteriyor. Ayrıca HDP’nin kriminalleştirildiği, her yönden baskıya uğradığı ve siyaseten sıkıştırıldığı bu ortamda, Türkiye solunun ana akım siyasette varlık gösterebilmesi ülke siyaseti için pekâlâ yeni imkanlar ve alanlar sunabilir. Belki de böylelikle, her iki hareket de uzun zamandır ulaşamadığı ve belki de normal şartlar altında ulaşamayacağı kesimlere dokunmayı başaracaktır.

Elbette TİP henüz yolun başında. Ancak Avrupa’daki örneklerine baktığımızda, ana akımda yer alan, toplumda karşılığı olan ve bunu anlamlı bir seçim sonucuna dönüştürebilen bir radikal sol partinin nasıl bir yol izlemesi gerektiğini görmek mümkün. Podemos’un kurucularından Íñigo Errejón meseleyi oldukça net özetliyor: “Toplum sadece destansı söylemler ve miting değil, güvence ve (elle tutulur) politikalar istiyor”(1). Bu açıdan TİP’i ‘başarıya’ ulaştıracak adımları üç başlık altında toplayabiliriz:

•     Emek ve işçi sınıfı mücadelesinin yanında genç ve eğitimli kesimlere, kadınlara, LGBTİQ+ bireylere ulaşabilmesi, çevre mücadelesinde yer alabilmesi ve Türkiye’deki ilerici kesimi temsil etmeye aday olarak, HDP’yi Kürtlerin partisi, CHP’yi de fazla merkez bulan seçmen için makul bir seçenek olması.

•     Şu ana kadar TİP’in adının duyulmasında önemli ölçüde etkisi olan agresif muhalefetin yanı sıra, makul çizgiler dahilinde diğer muhalefet partileriyle beraber çalışabileceğini göstermesi ve bir sonraki dönem için kendi ayakları üzerinde durabilen, etkili ve yapıcı bir aktör olma niyetini ortaya koyması.

•     Sosyalist solun değer ve görüşlerinden yola çıkarak, gerçek problemlere somut öneriler, projeler ve pozisyonlar üretebilmesi. Bu noktada TİP’in müzmin muhalefet partisinden öteye geçmesi, siyasetin dokunabildiği her alanda söyleyecek somut bir pozisyonunun olması gerekli. Vergiden çevreye, eğitimden kadın haklarına, laiklikten işçi haklarına kadar, TİP ülke sorunlarına radikal ancak makul çözümler üretmeli ve Avrupa’da ana akım radikal sol partilerin “yönetime aday” olmasından dersler çıkarmalı.(2) “Ne istiyoruz?” sorusunu “nasıl yapacağız?” takip etmeli ve cevaplar TİP’in hedef kitlesi nezdinde inandırıcı ve uygulanabilir olmalı. Belirtmekte de fayda var, ana akım kavramı ile işaret edilen konsept ve örnekler merkez veya düzen siyasetini değil, toplumda karşılık ve hatırı sayılır siyasi etki sahibi olmayı ve geniş kitleleri kazanabilmeyi betimliyor. Bu kitleleri radikal bir program etrafında birleştirerek, bugünün düzen siyasetini dönüştürmeyi, ana akımı yeniden tanımlamayı hedeflemeli.

Partiler tek başlarına, izole halde varlık gösteren oluşumlar değildirler. “Parti sistemi” diye adlandırılan bir “ekosistemde” yer alırlar ve her aktörün hamlesi, hareketi, pozisyon değişimi, ideolojik dönüşümü, diğer aktörleri derinden etkiler. Habitatlarındaki değişim, partileri de değişmeye, boşlukları doldurmaya teşvik eder. Bu noktada CHP’nin merkez-sağı çekebilmek adına yaptığı hamleleri ve partinin siyaseten yaşadığı dönüşümü göz ardı edemeyiz. Bu değişimin iyi ya da kötü, doğru veya yanlış olduğunu değerlendirmek bu yazının konusu değil. Ancak CHP’nin merkez soldan, merkeze ilerleyişi de Türkiye solunda bir boşluk yaratırken, ciddi bir kesim seçmenin bu değişimden rahatsız olduğunu görmek de mümkün. Kendini sosyalist, sosyal demokrat veya geniş anlamda solda gören kesimlerin, CHP’den duyduğu rahatsızlık sebebiyle TİP’i bir alternatif olarak görmesi bu bakımdan şaşırtıcı değil. TİP’in radikal ve somut politikalara vurgu yapması, ekonomiyle ilgili meselelerde elle tutulur çözümler üretmesi, bunun yanında seçmene uygulanması mümkün bir vizyon sunabilmesi, CHP’nin merkeze kaymasından rahatsız seçmenini çekmesini kolaylaştıracaktır.

Merkeze kayan sosyal demokrat partilerin yarattığı boşluğu dolduran radikal sol parti olgusu aslında Avrupa’da fazlasıyla yaygın; Portekiz’de Bloco de Esquerda, Fransa’da La France Insoumise, Danimarka’da Enhedslisten ve niceleri, “sağcılaşan” merkez solun bıraktığı boşluğu doldurma amacıyla ana akımda kendilerine yer açtılar ve etkili siyasi aktörler haline geldiler, en azından bu yönde çaba harcıyorlar (3). Radikal solun, merkez solun yerini doldurmaya çalışması başlı başına ilginç ve araştırmaya değer bir konu. Bu açıdan TİP somut ve yapıcı politikalar ile belli çizgiler dahilinde mutabakata açık pozisyonlar üretebilirse Türkiye’de başarılı ve geçerli bir siyasi aktör olması için önünde bir alan mevcut. Aslında bu CHP ve muhalefetin de yararına... Bu değişimden rahatsız ve belki de umutsuzluğa kapılan kesimler için TİP’in varlığı, CHP’nin merkeze kayma stratejisini devam ettirmesini ve farklı renklerle siyasi katılımın da aynı anda artmasını sağlayabilir. TİP’in geniş kitlelere hitap etmesi, seçmen katılımı düşmeden, muhalefet bloğunun güçlenmesi hem TİP hem de CHP’nin farklı kaynaklarla büyümesi demek. Hem Ahmet Şık hem de Sera Kadıgil’in TİP’e katılırken takındıkları tutum da önemli; iki milletvekili de eski partilerine cephe almak yerine işbirliğini ve yoldaşlığı öne çıkarıyor ve bir nevi yukarıda bahsedilen boşluğa dem vuruyorlar.

Peki, TİP toplumda hangi kitlelere dayanabilir, kimden oy alabilir? Öncelikle 1960'lar ile günümüzü hakkaniyetle karşılaştıracaksak, yıllar içinde toplumda ve siyasette yaşanan değişimleri atlamak, bizi yanlış noktalara götürecektir. Türkiye solunun geçmişte işçilerle kurduğu güçlü bağların günümüzde zayıfladığı, sokakta ne kadar etkisi olduğu elbette tartışmaya açık. Ancak güncel örnekleriyle karşılaştırıldığında, TİP hem işçi sınıfıyla bağını güçlendirip hem de toplumsal muhalefeti besleyen kesimleri kazanmaya çalışabilir. Kadın hareketi, LGBTİQ+ mücadelesi, öğrenci grupları, üniversiteler, işsizler, güvencesiz çalışanlar ve daha niceleri bu listeye eklenebilir. Bu kesimlerin ortak paydası sayılabilecek grup ise eğitimli, şehirli, ekonomik anlamda eşitlik ve adalet isteyen ve sosyokültürel açıdan her türlü tahakküme karşı çıkan gençler. Bu grupların CHP ve diğer muhalefet partilerini yetersiz veya fazla merkezi bulmalarına karşılık, TİP’in zaman zaman taviz vermez ve sert muhalefeti bir çekim noktası olacaktır. Ancak, bu çekim gücünün de somut politikalar ve ülke için bir vizyon olmadan, tek başına yeterli olmayacağını da belirtmek şart. Bu açıdan TİP’in önünde açık bir alan mevcut: radikal solun Türkiye adına önerebileceği, uygulayabileceği onlarca siyaset var. Radikal vergi reformundan, yolsuzluğa, çalışma şartlarının düzenlenmesinden sendikalaşma haklarına, kamu hizmetlerine ulaşım, iş yeri demokrasisi, fırsat eşitliği ve kamulaştırma programlarından, gençlik için hazırlanmış kooperatif projelerine, Türkiye’nin kronikleşmiş derin sorunlarına, radikal, somut ve bir o kadar da makul çözümler bulabilirler. Ayrıca TİP’in bu kesimlere ulaşabilmesi ve onların oyunu çekebilmesi, üstüne koyabileceği ve siyasetini daha geniş kitlelere ulaştırabileceği bir tabana da sahip olması anlamına gelecektir. Bu açıdan, belki de tek haneli bir yüzdeyle başlanan seçim deneyimi bir başarısızlıktan ziyade, Türkiye solunun ana akıma kalıcı girişinin ilk adımı olabilir.

Dünyada da Türkiye'de de yakıcı sorunlar var. Geleneksel partiler geriden geliyor ve bugünün sorunlarını okumakta yetersiz. Eski siyaset anlayışına hapsolmuş ve arkaik pratiklere sıkışmış haldeler. TİP, diğer ülkelerde de yükselen hareketler gibi bugünün yakıcı sorunları için dönüştürücü bir siyaset anlayışı sunmak amacıyla harekete geçmeli. Aslında sadece seçmen pusulasındaki bir diğer seçenekten fazlasına, başka partilerin cevap veremediği sorunları çözmeye aday bir hareket haline gelme şansına sahip. Bunu başarmak için de tam da bugünün dinozorlaşmış siyasetinin ötesine geçmeyi arzulayan, bugünün sorunlarını konuşmak ve onlara radikal çözümler aramaktan çekinmeyen dönüştürücü bir siyaset anlayışıyla yola çıkmalı.

Türkiye İşçi Partisi’nin atması gereken çok adım var ve elbette henüz yolun başında. Henüz TİP’i başarılı ilan etmek ve iktidarı kazanmasına ramak kalmış gibi davranmak için fazlasıyla erken. Aynı zamanda, Türkiye solunun geçmiş deneyimleriyle birebir kıyas yaparak potansiyel yerine sınırları, olumlu ihtimaller yerine aksilikleri öne çıkarmak için de öyle. Ana akımda kendine güçlü yer edinen ve değişim için çabalayan Avrupa solundan, değişen Türkiye’den ve dinamik, kararlı ve tahakküme karşı durmaya çabalayan emekçilerden ve gençlikten Türkiye solunun alacağı çok ders var. Belki de Türkiye için sol siyasetin ne olduğunu değil de ne olacağını düşünmenin tam zamanı.

(1)- Zarzalejos, Javier. "Populism in Spain: an analysis of Podemos." European View 15, no. 2 (2016): 183-191.
(2)- Katsourides, Yiannos. Radical left parties in government: The cases of SYRIZA and AKEL. Springer, 2016. & Charalambous, Giorgos, and Gregoris Ioannou. Left Radicalism and Populism in Europe. Routledge, 2019.
(3)- March, Luke. Radical left parties in Europe. Routledge, 2012. & Katsambekis, Giorgos, and Alexandros Kioupkiolis. The populist radical left in Europe. Routledge, 2019.

https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye-isci-partisinin-potansiyeli-ve-ihtimaller-haber-1528813

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
20.07.2021- 03:41

İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü… - Metin Çulhaoğlu

(...)
(Üstteki)
''Yazı, “TİP’i başarıya ulaştıracak adımlar” bağlamında kimi önemli noktalara değinip önerilerde bulunuyor.   Bu önerilerin, yazının muhatabı olarak TİP’in yanı sıra ülkedeki sosyalist tüm özneler tarafından ciddiyetle ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğini baştan söylemiş olalım.

Yazıda, “Türkiye’de kamusal tartışma kültürünün düştüğü durumdan” söz ediliyor ve “tartışmayı genişletmenin” yazının amaçlarından biri olduğu belirtiliyor. Biz de bu “tartışmayı genişletme” önerisinden hareketle kimi noktalara değineceğiz. Daha açığı, burada Duvar’daki yazıyı doğrudan eleştirme gibi bir niyetimiz yok; yalnızca, bu yazının akla getirebileceği, tartışılmasında yarar gördüğümüz kritik bir nokta üzerinde duracağız.

***

“Güncel/somut talepler” ile “nihai hedef” arasındaki ilişki, tüm dünyada sosyalist teorinin ve pratiğin 150 yıllık başat gündemlerinden birini oluşturur. “Nihai hedef” ısrarla ve her vesileyle vurgulanırken güncel sorunlara yönelik çözüm önerilerine burun kıvrılması bir tarzdır. Bir tarzdır; ama gerçek anlamda ne kadar “siyaset” sayılabileceği tartışmalıdır.

Öbür tarafta, bu kez güncel sorunlara tam anlamıyla “gömülen”,   bu sorunlara ilişkin çözümler geliştirip önerilmesini siyasetin tek kanalı sayan yaklaşımı görürüz. Bunun bir “siyaset tarzı” olduğu kesindir de ne kadar “devrimci” sayılabileceği tartışmalıdır. “Reformizm” bir yerlerden çıkıp gelecekse buradan gelme ihtimali çok büyüktür.

İkilik bu noktada böyle kaldığı sürece, bir tarafın kendini devrimci diğer tarafı reformist, diğer tarafın da kendini gerçekçi öbürünü hayalci ilan ettiği kısırlıklara düşülecek ve işin içinden çıkılması mümkün olmayacaktır.

***

Tartışmanın ilişkilendirilebileceği pek çok yan başlıktan ya da içine yerleştirilebileceği genel çerçevelerden söz edilebilir. Ancak, biz bunlardan birinin özellikle temel ve belirleyici olduğu kanısındayız: Kapitalizmin mevcut durumdaki yapılanması ve bu yapılanmanın ne tür birikim süreçlerini başat hale getirdiği… Yani diyoruz ki kapitalizmin sözünü ettiğimiz temel özelliği, öznenin devrimciliğinden ya da reformistliğinden bağımsız olarak, verili düzenin neleri “soğurabileceğini”,   neleri ise bünyesel olarak reddedeceğini belirler.

Dolayısıyla, “somut ve güncel çözüm önerilerinden” nelerin gerçekleşebileceğini, nelerin ise temeldeki kan uyuşmazlığı nedeniyle hiç mümkün olamayacağını da…

Örnek vermek gerekirse, Türkiye kapitalizmi 1960’lı yıllarında planlamacılığı, kamuculuğu, “ucuz eğitimi”, bu arada sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesini soğurabilecek (belki de isteyebilecek) özelliklere sahipti. Dönemin birikim süreçleri kapitalizme bu “esnekliği” sağlıyordu.

Bugün böyle midir?

Değilse, aradaki fark, güncel/somut çözüm önerilerinin ve arayışlarının yazgısını da belirleyecek önemde sayılmalıdır.

***

Buraya kadar söylenenler, Türkiye kapitalizminin bugününe bakıp “sistem içi” sayılabilecek önerilerden tamamen uzak durulması şeklinde anlaşılmamalı. Gerçekleşme ihtimaline bel bağlamamak koşuluyla öyle öneriler vardır ki siyasette bir tür “isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara” işlevine sahiptir. Daha açık söylersek, güncel/somut öneriler, deşifrasyon ve politizasyon süreçlerinin önemli araçları olabilir.   Deşifrasyon, çok makul bir talebi reddeden düzenin gerçek yüzünün ortaya çıkmasıyla, politizasyon ise bunu gören geniş kesimlerin yeni arayışlara yönelmesiyle ilgilidir.

Devam edersek, özellikle işsizlik ve yoksulluk, günümüz Türkiye kapitalizminin toplumun en geniş kesimlerine değen sonuçları olarak ön plandadır. İkisi de izlenen şu ya da bu politikadan çok doğrudan doğruya kapitalizmin ülkede kazandığı yapısal özelliklerle ve işleyen sermaye birikim süreçleriyle ilişkilidir. Dolayısıyla, “somut”, “güncel” ve “kısa vadede” çözüm arayışlarına en uzak kalan olgulardır.

İşte size herhangi bir sol-sosyalist “çözüm önerisinin” gerçekleşme ihtimalinin mevcut sistem içinde hiç mi hiç olmadığı iki sorun alanı…

O zaman hiç mi bulaşmamak gerekir?

Değil elbette; öneriler gene olsun da “isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara” minvalinde olsun…

Yoksa insanlar istisnasız her tür sorunun çözümü şu ya da bu öneriyle kısa vadede mümkünse o zaman sosyalizme ne gerek var diye düşünmeye başlar.

https://ilerihaber.org/yazar/isteyenin-bir-yuzu-vermeyenin-iki-yuzu-128310.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
21.07.2021- 05:28

Gecenin bu vakti, Halk tv.de, Özlem Gürses'in programında TİP Genel Başkanı Erkan Baş konuşuyor. Bir tekrar programı ve dikkat ediyorum, Erkan Baş hemen her televizyon programında siyasal ve ekonomik sürece yönelik eleştirileriyle ilgi odağı olabilmeyi başarıyor. Anlatım şekli, üslubu, konuşmasının akıcılığı da gösterilen ilginin artmasına yol açıyor; samimiyeti de öyle...

TİP TİP olmazdan önce HTKP olarak bir seçimde HDP'yi desteklemiş ve HDP'nin bildirilerini dağıttığı söylentileri ortaya çıkmıştı. Karşı çıkmıştım, eleştirmiştim, sosyalist olduğunu ileri süren bir partinin bağımsızlığını koruması gerektiğini savunmuş ve böyle bir eylem birlikteliğinin bu bağımsızlıkçı tavırla uyuşmadığını dillendirmiştim. TİP dönemiyle birlikte bu eylem birlikteliği daha ileri bir noktaya taşındı ve Erkan Baş HDP sıralarından meclise girdi. Ve sonra bence çok önemli bir şey oldu, Erkan Baş HDP'den ayrılıp TİP'e geçince ( önemli olan yanı burası değil), daha öncesinde hiç olmadığı kadar görünür hale geldi. CHP'den bir vekilin partisinden ayrılıp TİP'e geçmesi, ve TİP'in kimi anketlerde adının geçmesi de hep bu sayede oldu...

Erkan Baş'ın kişisel becerileri, samimiyeti, söylemi elbette önemli ama hiç kuşkum yok, bu özelliklerini parlamentoya girince kazanmamıştır, önceden de Erkan Baş buydu. Ama büyük bir sorun vardı ve görünür değildi. Kendini gösteremiyor, düşüncelerini geniş kitlelere aktarma olanağı bulamıyordu. Parlamentoya girmesi, vekil olması, görünür hale gelerek kitlelerle buluşması ve sosyalizmi, sosyalist muhalefeti kitlelerle buluşturabilme olanağına kavuşması sosyalist siyaset için   gerçekten önemli bir kazanım. Erkan Baş'ın açtığı bu yolun diğer sosyalist partiler ve özellikle TKP'li dostlar tarafından da değerlendirileceğini umuyorum.

Şurası bir gerçek; ne yazık ki, bir sosyalist partinin kendi gücüyle, aldığı oyla parlamentoya girme olanağı bulunmuyor. Bu gerçek karşısında birtakım savunma mekanizmaları oluşturmanın hiçbir anlamı ve yararı bulunmuyor. Kitle kazanma yolunda parlamentonun büyük bir olanak sunduğu da Erkan Baş örneğiyle ortaya çıkmışken, bence bu olanak yabana atılmamalı ve oralarda bulunmak için gereken ilişkiler de kurulmalıdır. Düzen partilerinden   bağımsız kalma özelliği sanırım bu ilişkilerle zedelenmeyecektir. Kısaca TKP'nin hem CHP ve hem de HDP ile bu bağlamda temas noktaları oluşturma çabasının önemsenmesi gerekir.

Bir konuya daha değinmek gerekiyor; sosyalistler nihai hedefleriyle güncel olan arasındaki açıyı olabildiğince kapatarak kitle karşısına çıkarlar. Kitleyle temas oluşturmanın, bir bağ kurabilmenin başkaca bir yolu yoktur. Erkan Baş'ın tüm davranışlarında ve tüm söylemlerinde bu konuda bir hayli başarılı olduğunu gözleyebilmek mümkün. Güncel siyasette yoğunlaşmak, faşizme karşı demokrasiyi öncelemek ve bu mücadeleyi sosyalist mücadelenin bir parçası, önemli bir başlığı haline getirmek sınıfsal mücadelenin bir gereğidir ve siyasi mücadele denilen şey de bu zeminin dışında yapılamaz. Ve ayrıca zordur, kolay değildir, çünkü üretmek gerek ve sadece ezberleri bir papağan gibi yinelemekle yapılamaz. Bu konuda da sanalda bir zihinsel çarpıklık olduğunu söyleyebiliriz. Daha komünist, daha enternasyonalist ve daha bilmem ne olabimenin veya öyle görünmenin yolu birtakım Marksist(!) ezberleri sürekli yinelemekten geçtiği yanılgısına saplanmışız. Kuşkusuz güncel siyasette boğulmaktan söz edilmiyor, sosyalizme varmanın yolunun bir demokrasi mücadelesinden geçtiği de dillendirilmiyor. Ama bu gerçek, ne reformlara ve ne de faşizme karşı demokrasi mücadelesine karşı çıkılması gerektiği anlamına gelir.

Sosyalist solu kitlelerle buluşturabilmek için hemen her olanak değerlendirilmelidir. Ne düzen partilerine kuyrukçuluk yaparak bu iş olabiliyor ve ne de devrimci demokratlarla ve sosyal demokratlarla hiçbir temas noktası kurmadan böyle bir bu yolda olumlu bir adım atılabiliyor. Erkan Baş ve TİP olayına bence bu açıdan yaklaşmakta yarar var.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
25.07.2021- 06:39

Üstte bir küçük değinmişim, ya da değinip geçmişim diyelim, sanırım üzerinde durmakta yarar var. HTKP ve TİP sürecinde Erkan Baş'ı eleştiriyordum, özellikle kendine ''TKP Genel Başkanı'' sıfatını uygun görmesini çok yadırgıyor ve yakıştıramıyordum. TİP'in kurulmasına bu yüzden sevinmiştim, artık bu sıfatı kullanmak zorunda kalmayacaktı. Biçimsel eleştirim bir yana, HTKP süreciyle birlikte TKP'den ayrılan bu arkadaşların kuyrukçu bir pozisyona düşeceklerini düşünüyordum. Zaten yeterince kuyrukçu parti ve örgütler varken ve dahası bu şekildeki konum almaların sempatizan kitle üzerinde olumsuz etkide bulunmasından ötürü rahatsızlık duyuyordum. Bir de duyum şeklinde de olsa, bir sosyalist partinin seçim öncesinde HDP'nin bildirilerini dağıtma işini üstlenmesi bana inanılmaz bir yanlışlık olarak yansıyordu. Kısaca Erkan Baş'ı ve o tür siyaseti, daha doğrusu bu biçimciliği bir türlü benimseyememiştim. Tepkilerim de bu yüzden ortaya çıkıyordu.

Erkan Baş vekil olduktan sonra hemen hemen üç ''büyük'' muhalif kanala sık sık çıkmaya başlamıştı. Kendini ifade ediyor ve görünür hale geliyordu. Belki de ilk kez bir sosyalist arkadaşımız bu kadar sık hayatımıza giriyor, düşüncelerini serbestçe, demokratik bir şekilde açıklama fırsatı buluyor ve geniş kitleler tarafından da benimseniyordu. Kuşkusuz bu durumun önemli bir nedeni güncel konulara yaklaşım tarzı ve kitleyle sosyalistler arasında var olan açıyı çok iyi, benimsenebilir bir şekilde kapatabilme becerisiydi. Erkan Baş güven veriyor, doğru şeyler söylüyor ve hiç kuşkum yok, bu söylediklerini daha önce de benimsemişti. Vekil olduktan sonra sırtına geçirdiği bir giysi değildi. Soru şu, Erkan Baş neden bu denli ilgi görüyor? Dikkat ediyor musunuz, katıldığı programlarda o konuşurken, diğer katılımcılar ''of, yine aynı şeyler, dinozorca bir söylem''   tavrı içinde değiller. Bir saygı uyandırıyor Erkan Baş. CHP'den bir vekilin partiye katılımının nedeni de (bence) bu.

Şuraya gelmek istiyorum. Erkan   Baş'ın kişisel bazı özelliklerinin bu ilginin ortaya çımasında kuşkusuz etkisi var. Ama bu tablonun bütünüyle ortaya çıkış nedeni, Erkan Baş2ın görünür hale gelmesidir. Kuşkusuz siyasetinin, saray rejimine açıkça karşı çıkmasının ve bütün bunları yaparken kitleyle bağ kurabilmesinin büyük bir etkisi var. Ama bunları yapabiliyor olmasının nedeni de vekil olması, görünür hale gelebilmesidir.

Türkiye sosyalizminin görünür hale gelebilmesi gerekiyor.

Erkan Baş ''deneyiminden'' öğrenmemiz gereken şey öncelikle bu. Kendi çevremizde makale, kitap yazarak bildiri dağıtarak bir yere kadar...Ötesine geçmek ve halkla bir araya gelmek, ona dokunmak, onunla bağ kurmak ve onların sosyalistlere kulak kabartabilmesini sağlamak artık bu tür yollarla olmuyor, gerekli belki, önemsiz demek istemiyorum ama yeterli olmuyor, hiç yeterli olmuyor.

Daha da görünür hale gelebilmeliyiz.
Ve bunun da yolunu, yordamını bulabilmeliyiz.

Her şey bir yana Erkan Baş bize bunu gösterdi. Görünür olabilmek ve halkla temas edebilmek bu yolla, parlamentoya bir şekilde girmekle mümkün olabiliyor. Ve kuşkusuz, sonrasında amaca uygun bir siyaset de gerekiyor. Ama önce görünür hale gelebilmek, gettolarımızdan çıkabilmek ve üye ve sempatizanlarımızı da daha çok dışa yönelik bir ''memur-ajan'' haline getirebilmek gerekiyor.

Sosyal demokratlarla, devrimci demokratlarla üsttenci bakış açısı bırakılmalıdır. Sosyalistin sosyalistlere ne kadar çok sosyalist olduğumuz tavrını gösterme alışkanlığının ötesine geçebilmeli ve yaşanan gerçeklikle bir ölçüde de olsa ''uyum'' içine girebilmeliyiz. ''Öyle ''aynı gemide değiliz'' başlıklarıyla bu süreçte dinlenebilir olabilme imkanlarımız artık kalmamıştır, bu tavır bence işe yaramıyor, bu söylem de doğru değil, her ne kadar birileriyle aynı gemide olmasak da...

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
07.06.2022- 08:49

Forumda başka bir konuya ilişkin birşeyler ararken bu başlık karşıma çıktı. Çok değil, geçen yıl yazılmış. Baştan sona da okudum. Eskidikçe kimi yazılar pek okunmaz hale geliyor, aradan geçen zaman içinde katılmadığınız bölümler oluşabiliyor, ama bu başlıktaki tüm yazıları yeniden okudum. Katılmadığım tek bir yeri yok Bence de sosyalist partiler eski sakil durumlarından bir önce sıyrılmalılar. Yerinde sayan partiler, partiye kitle kazandıramayan yönetimler parti yönetimlerini terk ederek parti içinde farklı kulvarlarda görev yapabilirler. Sorunumuz belli; kitle kazanmalıyız, toplumsal bir güç haline gelebilmeliyiz, bu yönde siyasetler oluşturabilmeli ve benzerleri ( benzer partileri ) mutlaka bir araya getirecek bir çaba içinde olabilmeliyiz.

TKP'nin ilk bölünmesiyle Kadıköy'deki NHKM KP'de, çok yakınlarındaki bina da HTKP'de kalmıştı. NHKM'ne her gittiğimde mutla HTKP'ye de uğrar, oradaki arkadaşlarla sohbet ederdim. İlk dönemlerinde büyük bir heyecan yaşandığını söyleyebilirim. Bahçeye gelen her ''dost''u sevecenlikle karşılarlar ve onu açık bir şekilde partiye davet etmek yerine sadece partiye davet edici bir tutum takınırlardı. Bense rahatsızdım. Koca partinin hem de hiç anlaşılır bir yanı olmayacak bir şekilde göbekten ikiye yarılmasının kabul edilebilir bir yanı yoktu. Sorumlusu HTKP'lilerdi. Yanlış siyasetlerin partide egemen olduğunu düşünüyorlarlarsa partiden kopmak yerine parti içi mücadeleyi yeğleyebilirlerdi. Konuştuğum HTKP'liler içinde kimileri de böyle düşünüyordu. Bir keresinde bir arkadaşla o ''meşhur'' bahçede ayaküstü konuşurken, ''peki ideoloji ne olacak'' benzeri bir soru sormuştum, o da sanki rahatsız olmuş gibi ve sanki hepiniz aynı kafadasınız der gibi, ''öncelik siyaset'' benzeri bir cümle kurup gitmişti.

Çok zaman geçti aradan. Temel sorunumuz olan toplumsal alanda bir güç olamama sorunu hala devam ediyor. Bir yığın sol parti var, broşür, dergi, kitap gibi yayınlarla   günceli çok üst seviyede yorumlamaya çalşıyorlar. Sonuç yok. Samimi çabalar da gösteriliyor ama karşılığı yok, beklenen çıkış bir türlü yakalanmıyor. Şuna eminim, kendi üyelermiz için bile fazlaca heyecana yol açmıyor bu tür yayınlar. Benimsendiğni, hatta okunduğunu bile sanmıyorum. Doğrudan güncele yanıt vermeyen siyasi yaklaşımlar ''biz komünistiz, başkaları gibi davranmayız'' gereksizliği ve sonuçta güncelden kopup bir siyasi hat'a savruluş sosyalizmin toplumsal alandaki resmi değildir de nedir?

Teorik alanda siyaset ideoloji ilişkisini ustalarımız yazdı, yazacak elbet ama faşizmin resmiyete döküleceği bir süreçte bir sosyalist parti her zamanki gibi ''biz komünistiz, biz diğer sosyalist partiler gibi davranamayız'' diyemez. Böyle bir tavır sergileyemez. Hem yanlış bir siyasettir ve hem de solculukla bağdaşabilir bir yanı olmayan bir siyasi tavırdır.

Erkan Baş'ı bu yüzden önemsiyorum. Erkan Baş'ın siyasi tutumunu bu yüzden doğru buluyor ve halkçı bir tavır olarak değerlendiriyorum. Hiç kuşkum yok, bireysel çabayla bu kadar oluyor ama kimi anketlerde yüzde birin bile üzerinde çıkması önemli değil mi? Doğru bir siyasetin ne/nasıl olması gerektiğini göstermiyor mu?






Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]