Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Muhasebe zamanı - Metin Çulhaoğlu

Yeni gelişmeleri ve sonuçlarını beklemeye gerek yok; Türkiye solu için genel bir muhasebe zamanı gelmiştir.

Bu muhasebenin kapsayacağı zaman kesiti olarak son 30 yılı alabiliriz.

Türkiye solunun istisnasız bütün öbekleri 1990’lardan başlamak üzere ortak bir tespitten hareket etmiştir: Türkiye’nin “liberal mevsime” göre yeniden şekilleneceği ve siyasal konumların bu ana eğilime göre belirlenmesi gerektiği…

Saflaşma da bu ortak tespit sonucunda ortaya çıkmıştır. Solun “liberal” kesimi bu eğilime olumlu bakıp kendi siyasetini onun üzerinden kurmaya yönelmiştir. Sosyalizmin temel ilkelerini sahiplenen “Ortodoks” kesim de aynı eğilimi sola yönelik bir tehdit olarak görüp siyasetini öyle belirlemiştir.

30 yıl geçtikten sonra bugünkü duruma baktığımızda “liberal solun” süngüsünün büyük ölçüde düştüğünü görüyoruz. Kuşkusuz, eski iddialılığına, özgüvenine ve rahatlığına kıyasla… “Ortodoks” kesimde ise durum farklıdır: Bu kesimde, ülkenin durumunu görüp ona göre siyaset yapmaya çalışanlarla, tüm siyasal reflekslerini “liberal mevsime”, bir zamanların AB üyelik sürecine ve nihayet “liberal restorasyona” göre koşullandırmış olanlar arasında bir ayrışma olduğundan söz etmek mümkündür.

Bir tür “adaptasyon gündemi” de denebilir.

***

“Temelden yanlış tespit”, “fahiş hata”, “büyük aymazlık” gibi belki çarpıcı ama haksız teşhislerden kaçınmak gerekir. Son 30 yılın özellikle ilk 20 yılına baktığımızda dünyada ve Türkiye’de liberal rüzgarların estiği bir gerçektir. Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin bir zamanlar insanlara “olacak galiba” dedirttiği de… Dolayısıyla solda bir kesimin yelkenlerini liberal rüzgarlara göre açması da diğer kesimin kendi siyasal ve ideolojik mücadele hattını bu rüzgarlara direnç şeklinde belirlemesi de normal sayılabilir.

Ancak, “muhasebe zamanı” demiştik; işte o zaman gelmiştir. Muhasebenin, temel tespit (ana eğilim) isabetli sayılabileceği halde, nelerin, hangi gerçeklerin ya da gelişmelerin işin rengini değiştirdiğini kapsaması gerekir.

***

Az önce, solun iki kesiminin ortak bir tespitten hareket ettiğini söylemiştik.

Bizce “ortaklık”, iki konuda bu tespitin de ötesine geçmiştir. Bunlardan birincisi, kapitalist-emperyalist sistemin kendi estirdiği rüzgarın ülkelerdeki, örneğin Türkiye’deki etkisini garantiye alma gücüne ilişkindir. İkincisi ise sermaye sınıfının aynı rüzgara uyum sağlama, ona göre hareket etme niyetiyle…  

Solun iki kesimi, bu iki konuda da ortak varsayımlardan hareket etmiştir. Birincisi: Liberal rüzgar siyasal iktidarlara kaçacak yer, boşluk, mazeret, “özel konum”, vb. tanımayacak, hepsini aşağı yukarı aynı hizaya getirecektir. İkincisi: Sermaye sınıfı da kendi egemenliğini siyasal düzlemde sorunsuz sürdürmek için siyasal iktidarlara esen rüzgarın gözüyle bakacak, ters düşeni alaşağı edecek ya da değiştirecektir…

***

Bu durumda, “hesaba uymayanın” en başta sözünü ettiğimiz genel eğilim tespitinden çok bu iki varsayımda aranması gerekir.   Bu arayışı Türkiye “özelinde” sürdürdüğümüzde ortaya çıkan sonuç bizce çok nettir. Birincisi: Kapitalist-emperyalist sistemin, “demokrasi”, “haklar ve özgürlükler” gibi başlıklarda savunduğunu iddia ettiği değerleri Türkiye’ye kabul ettirmeye ne niyeti ne de gücü vardır. İkincisi: Sermaye sınıfı, kendi iç bileşiminde özellikle son 20 yıl içinde meydana gelen değişikliklerin de sonucu olarak, siyasal iktidar tercihlerinde eskisi kadar ya da sanıldığı ölçüde “müşkülpesent” davranmamaktadır…  

O zaman?

***

Bir başka tespitle bitirelim:

Türkiye’de güncel siyasetin akışında iç dinamik, geçmiştekine göre bugün dış dinamiğe göre ağırlık kazanmış gibidir. Daha açık söylersek, önce liberal rüzgarı estiren, sonra da AKP’yi iktidara getiren dış dinamiğin AKP’nin gidişindeki etkisi sınırlı kalacaktır. Sonra, gerçi pek “dış dinamik” sayılmaz, ama sermaye sınıfının AKP’nin gidişinde belirleyici etken olması da mümkün görünmemektedir (giderken “bir tekme de biz atalım” diyecekleri kesin olsa bile).

Ne var ki her ikisinin de halen mevcut ve büyümesi muhtemel toplumsal muhalefete sızmaya, onu etkilemeye çalışacağı kesindir.

Solun yanıt vermesi gereken soru ise şudur: Bu sızma girişimlerini de hesaba katıp toplumsal muhalefet içinde etki alanını genişletmeye çalışmak mı yoksa “Emperyalizm ve sermaye sınıfı AKP sonrası Türkiye’yi zaten daha bugünden şekillendirdi” deyip malum refleksleri ve tepkisellikleri sürdürmeye devam etmek mi?

https://ilerihaber.org/yazar/muhasebe-zamani-129280.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
27.08.2021- 07:56

Bu başlığın gerilere düşmesini istemiyorum. Bence üzerinde düşünmeli, işlenmeli ve hatta, bu ''muhasebe konusu'' belki daha da genişletilerek ele alınmalı. Şu ayrı gayrılık, şu farklı partilerde siyaset yapmaya çalışma, daha düne kadar aynı çatı altında siyaset yapanların şimdilerde bir araya gelmemeleri konusu masaya yatırılamaz mı? Eminim ''o defter kapandı'' diyecekler çıkacaktır ama, kapanan defterlerin açılmaması gerektiği şeklinde bir kural mı var? Koşullar ideolojik ve siyasi açıdan çok farklılık göstermeyenlerin bir aradalığını gerektiriyorsa, böyle bir adım atmamak nasıl bir mantıkla açıklanabilir ki? ''Biz işimize bakıyoruz, çalışıyoruz, örgütleniyoruz, o bıktırıcı tartışmaların içine girecek halimiz yok; yararı da olmuyor.'' şeklinde bir gerekçe, mevcut durumun kabullenilmesi ve sürdürülmesinden başka bir anlama gelmiyor.

Bir araya gelinemiyorsa, bir araya getirecek olan halktır ve başka çare de yoktur, diye düşünüyordum. İşçi sınıfı, emekçi halkımız binbir yamalı bohça durumundaki sol-sosyalist partilerimizden birini öne çıkaracak ve o parti de solda bir çekim merkezi olacaktır, diye düşünüyordum. Ama olmuyor, emekçi hakımızın öne çıkan kesimleri tercihlerini daha çok sosyal demokrasiden yana kullanıyorlar. Ve bu parçalı durum, bir anlamda bu akıl dışılık da sürdüğü sürece sosyal demokrasiye yönelim sosyalizme nazaran çok daha fazla olacak, kalabalık olmayan, toplumsal alanda bir güç haline gelmeyen, gelemeyen sosyalist sola da yönelim hiçbir zaman istenen düzeye gelemeyecektir. Aynı ideolojiye sahip ve aynı siyasi pozisyonlarda duran ve hatta güncele bile aynı pencereden bakabilenlerin ayrı partlerde siyaset yapabilmesinin anlaşılır bir yanı olabilir mi? Örgütlenme ve daha kalabalık olabilme konusunda ısrarcı olanların bu ''basit'' konuyu bile kendi aralarında tartışıp, çözebilmeleri mümkün olamıyorsa topluma karşı nasıl inandırıcı olabilirler?

''Muhasebe zamanı'', evet tam bir muhasebe zamanı, '' insanlar partmiza koşuyor, katılıyor'' vb. diyerek gerçeği değiştirebilmek   mümkün değil. Olmuyor çünkü. Gerçek farklı. Gerçek sosyalist sola yönelimin olmadığı yönündedir. Anketlerde bile adımız geçmiyor. Hiçbir sol-sosyalist partinin adı toplumda bir karşılık bulmuyor. Gerici, dinci faşizm karşısında ''hepsi bir'' anlamına gelebilecek bir siyasal pozisyonu tercihe yönelmek bile M. Çulhaoğlu'nun sözünü ettiği muhasebenin yapılmayacağının bir göstergesi gibi geliyor bana. Sosyalist sol, baştan aşağı bir muhasebe yapmalıdır. Şu '' ben olmazsam sosyalizm iddiası da olmaz'' tavrından ve dahi bencilliğinden sıyrılabiliyor muyuz; ''yönetimde olmasam dahi partimin aldığı kararlara katkı vermekten kaçınmam'' anlayışına gelebiliyor muyuz?

Yok mu?
O zaman bir şeyler   hiç de yolunda gitmeyecektir.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
02.09.2021- 01:52

Sosyalist sol açısından uzun zamandır hemen hiçbir şey yolunda gitmemektedir. Ve dolayısıyla sosyalist sol hemen her şeyin muhasebesini yeniden ve sil baştan yapabilmelidir. Bu halimizle olmuyor, bu halimizle sadece bölünüyor ve bir yığın insanı örgütten/partiden soğutur hale geliyoruz.

Belki sosyalist solun fıtratında var bu bölünme konusu. Belki dünyanın pek çok yerinde sosyalist sol ülkemizdeki gibi çok parçalı bir yapı halinde. Ama Türkiye'de bir farklılık var. Türkiye'de sosyalist solun çok parçalı bir yapıda olması bir yana, hiçbir bölmesinin diğerlerinden daha fazla öne çıkmaması ve toplumsal alanda bir güç haline gelememesi başlı başına bir sorun. Muhasebe öncelikle bu sorunun nedenlerine yönelik olmalı diye düşünüyorum.

Parti üye sistemi, işleyiş biçimi ve ''Leninist'' demokratik merkeziyetçilik konusunda bir sorun var bence.   Bu üye sistemi, bu işleyiş biçimi ve partinin merkeziyetçilik konusundaki gereksiz hassasiyetlerle parti içi demokrasinin merkeziyetçiliğin karşıtı gibi ele alınması sosyalist solun muhasebe defterinde en başa yazılabilmeli.

Sonrası sonrasına bırakılabilir.

Ama gerçek şu ki, bu konu sosyalist solun sırtında bir kambur haline gelmiş, bir kangrene dönüşmüştür. Sosyalist sol toplumsal muhalefet içinde etkinliğini kuşkusuz arttırmaya çalışmalıdır. Ama yeterli değil. Sosyalist solun sorunu bence çok daha derinlerde.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]