Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Türkiye’de bu kadar çok faşist var mı? - Metin Çulhaoğlu

- Faşizm tespitlerinde titiz olmak gerekir; zamanında Dimitrov’dan Togliatti’ye, Gramsci’den Poulantzas’a kadar pek çok isim bu olguyu çözümlemeye çalışmıştır.

- Biraz dallı budaklı bir konu yani?

- Evet öyle, sonra günümüzde önüne “pre”, “neo” “proto”,   gibi ekler konularak yeni tanımlar da yapılmakta, tartışmalar sürmektedir.

- İşler karışık desene…

- Biraz öyle; bir de Mussolini, Hitler, Franko, Pinochet, vb. var; her birinin faşizminde kendine özgü yanlar bulunabilir…

- Peki, Türkiye’deki sığınmacılara ilişkin kimi kaygıları olan kesimler kim, neci?

- Ha onlar mı? Onlar basbayağı faşist canım…

***

Yukarıdaki hayali diyalog sadece “faşist” tanımının gelişigüzel kullanılmasına yönelik bir eleştiri olarak anlaşılmamalıdır.   İnsanlar, bir siyasal ideoloji olarak faşizmi hiç bilmeden, kendilerini bu ideolojinin taşıyıcısı olarak görmeden de kimi konularda pekala “faşizan” (faşistçe) tepkiler verebilir.

Bu tepkileri veren insanlara gündemdeki konuya göre “faşist” denmesi de kimi zaman isabetli olabilir. Ancak, kavramın bizim onaylayamayacağımız neredeyse her tür tepki için bol keseden kullanılması, üzerinde durulması gereken bir sorundur.

Bu sorun, kurumsallaşmış, tanımlanabilir temsilcileri olan, ideolojik-siyasal bir hareket konumuna gelmiş faşizm ile onun “alıcısı” olabilecek sıradan insanlar arasındaki trafik üzerinde durulmasını gerektirmektedir.

Bir tarafta, az önce tanımladığımız, kurumsallaşmış ve örgütlü bir oluşum vardır. Diğer tarafta ise bu oluşumun ulaşmaya çalıştığı daha geniş kesimleri, “halkı” görüyoruz.   Soru şu: Halktan gelen ve bir solcunun onaylaması mümkün olmayan tepkilerin tamamını diğer taraftaki faşist oluşumun etkileriyle açıklamak doğru mudur? Bu etkileri denklemden bir şekilde düşmek mümkün olsa, halktan “faşizan” tepki hiç mi çıkmaz?

***

Bu sorunun yanıtında C.G. Jung’un (1875-1961) başka bir bağlamda kullandığı “kolektif bilinçdışı” kavramının ödünç alınabileceğini sanıyoruz. Bu “bilinçdışı” tekil bireylerin ötesinde topluluklara ve toplumlara özgüdür. Doğrudan faşizmi konu alan Wilhelm Reich (1897-1957) ise “bilinçdışının” kaynaklarını, aile ve din baskısından eğitim sistemine, bastırılmış cinsellikten yaşanan ekonomik sıkıntılara kadar uzanan geniş bir alandaki korkularda arar (1933).

Bu “bilinçdışının” ve korkuların, herhangi bir faşist hareketin önsel varlığından bağımsız şekilde, kapitalizmin insanlara yaşattığı dünyada bir “hammadde”, “işlenecek bir materyal” olarak hazır bulunduğunu söyleyebiliriz.

Az önce “trafik” dedik, ama işleyiş tek yönlüdür: Geniş kesimlerdeki “bilinçdışı” korkular ve tepkiler, diğer taraftaki ideologların istismarcı müdahale ve yönlendirmeleri olmadan ortaya kendi başına   bir faşist ideoloji ve siyasal hareket çıkarmaz. O halde faşizmin, geniş kesimlerdeki “bilinçdışını” istismar ve maniple eden bir hareket olduğunu söyleyebiliriz.

***

Yukarıdaki genel çerçevenin, Türkiye’nin geleceği açısından kimi ciddi tehlikelere işaret ettiği açık olsa gerek.

Kaygı ve korkuların ağır basıp belirlediği “kolektif bilinçdışı”, önünde sürekli olarak “dış güçleri”, dışardaki bilmem hangi “lobiyi”, “dünyamızın gizli sahiplerini”, bölücülüğü, işi gücü “terörizm” olan çevreleri, “milli ve manevi değerlere yönelik saldırıları”, her türden komplo teorisini, vb. vb. buluyorsa belirli bir “proje” gündemde demektir…

O zaman sol ya da daha genel anlamda anti-faşist kesimler ne yapmalı?

En başta, “bilinçdışı” korku ve tepkilerin faşizmin doğrudan etkileri dışında nesnel bir zemini de olduğunu görüp kendi söylem ve eylemleriyle bu zemine yüklenmelidir: Zemin, doğrudan doğruya kapitalizm ve onun günümüzdeki işleyişi, yarattığı iklim ve koşullardır.

Tepki ve korkuların “suyuna gitmek” ne kadar korkunç bir hataysa, bunların nesnel zeminini görmeden vazedilecek kozmopolit-hümanist değerler de o kadar sonuçsuz kalmaya mahkumdur.  

Hani insanlara virüsün bir gerçek, aşının da zorunluluk olduğunu anlatıyoruz ya… İşte bunu anlattığımız gibi Türkiye’de işsizlik denen derdin müsebbibinin sığınmacılar değil düzenin kendisi, Türkiye’yi “dış güçlerin” (artık kimlerse) oyunlarına açık hale getirenin de sermaye düzeni ve onun iktidarları olduğunu usanmadan anlatmak gerekiyor.

Bir de “faşist” terimini asıl adres belliyken daha çok halktan kişiler ve kimi solcular için kullanmaktan vazgeçsek ne iyi olur…

https://ilerihaber.org/yazar/turkiyede-bu-kadar-cok-fasist-var-mi-129525.html

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]