Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Felsefi Tartışmalar


Ahmet Cemal yazdı: Eleştirel düşüncenin önünü açmak için...



Üniversitelerimizin büyük çoğunluğu, üniversite kimliklerini bağımsız ve özgür bir biçimde taşıyabilecek duruştan yoksundur. NHA ise Gezi direnişinin hemen sonrasında, eleştirel düşüncenin izindeki öğrencileriyle yoluna devam etmeye hazırlanıyor.

Ahmet Cemal - soL
Nâzım Hikmet Akademisi (NHA), bugün beşinci akademik yılına başlıyor. Bu yılın çok önemli bir özelliği var. NHA, Gezi Parkı Direnişi'nden sonraki ilk yarıyılına adım atacak. Bu yarıyılın hazırlıklarını yaptığımız sırada akademideki dostlarıma şöyle demiştim: "Bu dönem, Gezi Parkı Direnişi"nden sonraki ilk akademik yılımız. Değişik, hatta çok değişik bir gençlik kitlesiyle karşılaşmaya hazırlıklı olmalıyız..."
NHA Edebiyat Bölümü'nün giriş mülakatını yaptığımız günlerde, bu değişikliğin ilk, ama çok önemli ve güçlü belirtilerine tanık olduk.

Adayların birbirlerinden bağımsız olarak doldurdukları başvuru formlarında, "Neden Nâzım Hikmet Akademisi'ni seçtiniz?" sorusuna verdikleri yanıtlar, şöyle bir ortak paydada odaklaşıyordu: "Yüksek öğrenimimizi düşüncelerin özgürce tartışıldığı, eleştirel düşünmeye hiçbir kısıtlama getirilmediği bir ortamda yapmak istiyoruz; ve Nâzım Hikmet Akademisi'nin de böyle bir ortam olduğunu biliyoruz..."

Bu yanıtı veren gençler arasında şu anda hem ülkemizdeki üniversitelerde okumakta olan hem de üniversite bitirmiş adaylar vardı. Aradıkları "düşüncelerin özgürce tartışıldığı, eleştirel düşünmeye hiçbir kısıtlama getirilmediği" ortam ise normalde üniversite adını taşıyan her kurumun özü gereği, doğal olarak taşıması gereken, doğrudan "evrensellik" kökeninden kaynaklanan bir nitelikti.

Evet, gerçek böyleydi; ama bu gençlerin aradıklarını ülkemizde bugün sayısının 180'e vardığı söylenen üniversitelerin ancak birkaçında bulabildikleri de bir başka ve acı gerçekti. Geri kalan üniversiteler ise ne yazık ki ilkokul"den başlayıp liselerin son sınıflarına kadar egemen kılınmış bir resmi eğitim politikasının, başka deyişle öğrencilere nasıl düşünmeleri gerektiğini öğretmek yerine neleri düşünmeleri gerektiğini ezberletmeyi öngören bir eğitim politikasının sultasının yüksek öğrenim düzeyindeki bekçiliğini yapmaktalar.

Böyle yapıyorlar
Nâzım Hikmet Akademisi'nin nasıl bir akademik(!) ortamda yeni bir akademik yıla başlamakta olduğunu doğru saptayabilmek için, var olan akademik ortam ile o ortamın gönüllü temsilcilerinin koşullarını ve "hallerini" biraz daha yakından gözden geçirmekte yarar var. Çünkü NHA, ancak böyle bir titizlikten kaçınılmadığı takdirde içinde bulunduğu ortamda kendisi için en doğru rotayı belirleme görevini yerine getirebilir. Öte yandan, bütün "akademi"lerde olduğu gibi NHA da gelecekte bir tür "muhafazakarlaşma" eğilimiyle karşılaşabilir. Bu da rotanın belirlenmesinde her zaman önemle göz önünde tutlması gerekem bir sakıncadır.

"Bilimsel Devrim"den uzaklık
Günümüzde üniversitelerimiz büyük çoğunluğu, üniversite kimliklerini bağımsız ve özgür bir biçimde taşıyabilecek duruştan yoksundur. Özellikle son zamanlarda, ODTÜ gibi ülkenin birkaç gerçek anlamdaki üniversitesinden biri olma niteliğini taşıyan bir kurumun, iktidarın saldırılarına uğraması karşısında öteki üniversitelerin pek çoğunun sessiz kalması, bu durumun en net göstergelerinden biridir. Burada verdiğimiz örnekten yararlanarak ve sırası gelmişken, bir noktanın vurgulanarak belirtilmesinde yarar var. Türkiye'de geçen yüzyılın otuzlu yıllarında Darülfünunun Üniversiteye dönüştürülmesi ile amaçlanan Üniversite Reformu, içerik bağlamında tam olarak gerçekleşememiş ve bir üniversite geleneğinin ya da bilimsel geleneğin temelleri yeterince atılamamıştır. Bu durumun başlıca nedeni, batıda en geç 18.yüzyılda tamamlanan Bilimsel Devrim'in toplumdan çok cemaat, yani "inananlar bütünü" niteliğini taşıyan Osmanlı toplumunun kenarından bile geçmemiş oluşudur. Bir yandan matbaanın yaşadığımız iklime batıya oranla iki yüzyılı aşkın bir gecikmeyle gelmesi, öte yandan da Bilimsel Devrim'den etkilenmeyiş, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve üniversite adını taşıyan kurumların oluşturulmasından sonra da bilimsel geleneğin ve üniversite kimliğinin yeterince gelişebilmesini geciktirmiş, dahası çoğu zaman da engellemiştir. Bu bağlamda, Türkiye'de üniversitelerin büyük çoğunluğunun bugün bile temellerini ancak bağımsız ve özgür bir araştırmacı yönelimde, eleştirel düşüncenin, deyiş yerinde ise eğer, baş tacı edildiği bir ruhta bulabilecek bir kimlik arayışından uzak olduklarını söylemek, bir abartma olmayacaktır.

Bütünselliğin parçalanma çabası
Nâzım Hikmet Akademisi adıyla bir eğitim kurumu oluşturma hedefi, Türkiye'nin özellikle son yıllarda gittikçe kararan düşünsel atmosferine bu durumu değiştirmek için alternatifler getirebilmek amacıyla gündeme alınmıştı. Öte yandan bu kurumu nitelendirmek için kullanılan "akademi" sözcüğü, sadece alışılagelmiş ya da gösterişli bir adlandırma olduğu için değil, fakat antikçağda kullanılan anlamıyla kurumumuz için öngörülen yörüngeyi somutlaştırmaya elverişli olduğu için seçildi. Kaynağını Platon'da bulan "Akademi", bütün sorunların özgürce ve eleştirel düşüncenin süzgecinden geçirilerek ele alındığı mekân anlamına gelir. Batının bu kavramı üniversite düşüncesinin temel taşı sayması, hangi dalları içerirse içersin, üniversite kurumunun felsefi ya da eleştirel düşünceyi bir ortak payda saymasının kanıtıdır. Bu ortak paydada, kapitalizmin kendi hedefleri için temel saydığı ve gerek piyasa ekonomisinin gerekse "tüketim toplumu" modelinin olmazsa olmazı sayılan, bireyi evrensel boyutlarda eleştirel değerlendirmelere gitmekten engelleyen yapay bölünmelere ve parçalanmalara yer yoktur. Bu durumu kuruluşundan başlayarak önemle göz önünde bulunduran NHA, bu yıl ilk kez programına aldığı "Sanatın, Bilimin ve Edebiyatın Toplumsal Tarihi" ve "Başlangıcından Günümüze Eleştirel Düşüncenin Gelişmesi" başlıklı dersleriyle "Akademi" kavramının içerdiği doğal düşünsel bütünlüğü daha da pekiştirmiş olmaktadır. NHA'nin "Edebiyat", "Sinema" ve "Tiyatro" başlıklı üç bölümü için de zorunlu ders niteliğini taşıyan bu dersler, Karl Marx'ın Komünist Manifesto'da dile getirdiği "Bir kimsenin özgür olarak gelişmesi, herkesin özgür olarak gelişmesinin şartıdır" düşüncesine de atıfta bulunmuş olmaktadır, çünkü düşüncenin bütünlüğü korunamadığı sürece herhangi bir bireyin özgür olarak gelişebileceğinden söz etmek ancak saçmalık olur.

http://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/ahmet-cemal-yazdi-elestirel-dusuncenin-onunu-acmak-icin-haberi-82054

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]