SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   [3] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 05.09.2014- 11:24


Garbis Altınoğlu'ndan Demirtaş'a sert sözler

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı TBMM'de ayakta alkışlaması öve ardından yaptığı açıklamalar özellikle sosyalist çevrelerde sert sözlele eleştiriliyor. Türkiye sosyalist hareketinin önemli isimlerinden Garbis Altınoğlu internette yayınladığı yazıda Demirtaş'ı ve HDP'yi yerden yere vurdu.

Resim Ekleme
.

Tayyip Erdoğan'ı Ayakta Alkışlamak

S. Demirtaş'ın ve diğer HDP milletvekillerinin 28 Ağustos'ta TBMM'nde yapılan törende yeni Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'ı ayağa kalkarak alkışlamaları, doğru eleştirilerin yanısıra yanlış eleştirilere de hedef oldu.

Legal ve parlamenter alanı devrimci amaçlarla kullanmak isteyen devrimci özneler, bu kararlarının bir bedeli olarak bazı ödünler vermek zorunda kalabilir, hatta çoğu zaman da kalırlar. Bu bakımdan böylesi protokole ya da formaliteye ilişkin tutumları her şeyin önüne geçirmek ve ilke düzeyine yükseltmek yanlıştır. Örneğin bir devrimci milletvekili, bu statünün sağladığı olanaklardan yararlanarak burjuva parlamentosu içinde ve dışında devlet ve düzen-karşıtı propaganda ve ajitasyon yapabilmelidir. Ama o ve partisi bunun bedeli olarak, içeriğini asla onamayacağı bir milletvekilliği yemini yapmayı da göze alabilecektir. Bunu reddetmek “sol çocukluk”tan başka bir şey değildir. Benzer durumlarla sık sık karşılaşırız. Örneğin insan hakları savaşımı verenler, polis ve devlet terörünün kurbanlarının haklarını aramak için ülkedeki ya da AİHM gibi uluslararası alandaki burjuva mahkemelerine başvurubiliyorlar. Tutarlı demokratlar; devletle ve düzenle uzlaşma ve onu aklama ruhuyla davranılmaması kaydıyla halkı ve devrimcileri hedef alan terör olaylarının sorumlularını açığa çıkarmak için burjuva yargı sistemine başvurmayı yanlış bulmazlar. Onlar, burjuvazinin ve özellikle de emperyalist burjuvazinin “olumlu nitelikleri”ne ve “demokratizmi”ne ilişkin reformist hayallere karşı sistemli bir savaşım vermeyi unutmaksızın böylesi adımları onayabilirler. Şimdi gündemdeki konumuza gelelim ve R. Tayyip Erdoğan'ın somut gerçekliğine bir göz atalım.

Erdoğan'ın/ Erdoğan kliğinin yakın geçmişine ve cumhurbaşkanlığı makamına erişme sürecine göz attığımızda neler görüyoruz?

O, Roboski'de, Gezi'de, Afyonkarahisar'da, Soma'da, Reyhanlı'da vb. yaşanan cinayetlerden, onbinlerce işçinin iş “kazaları”nda ölümünden, Irak'ta, Libya'da ve Rojava Kürtleri de içinde olmak üzere Suriye'de onbinlerce insanın emperyalist saldırganlar ve gerici çeteler tarafından öldürülmesinden, yerlerinden sürülmesinden vb. sorumludur.

O, varolan gerici Anayasa'yı ve diğer burjuva yasalarını da keyfi bir biçimde çiğnemek suretiyle burjuva devlet aygıtının hemen hemen bütün organlarını ve burjuva basınının hemen hemen tümünü kendi denetimi altına almış ve neredeyse faşist bir rejim kurmuştur.
O, taşeron işçiliği yaygınlaştırmak, sendikaları denetimi altına almak, özelleştirmelerde, doğanın ve tarihsel mirasın yıkımında rekor kırmak suretiyle Türkiye işçi sınıfı ve halklarının baş düşmanı sıfatını pekiştirmiştir.

O, izlediği maceracı, yayılmacı, yeni-Osmanlıcı ve pro-emperyalist dış politika nedeniyle Türkiye'yi bölgesel savaşın bir parçası haline getirmiştir.
O, 30 Mart yerel seçimlerini olduğu gibi 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimini de, varolan burjuva normlarını da çiğneyerek, devlet olanaklarını sonuna kadar kullanarak ve her türlü hile ve sahtekarlığa başvurarak kazanmıştır.

Ellerindeki Kürt, Ezidi, Türkmen ve Arap halklarının kanı daha kurumamış olan Erdoğan, 27 Ağustos'ta yapılan AKP 1. Olağanüstü Kongresi'nde, daha önce de zaman zaman yaptığı temelsiz suçlamayı yinelemiş ve şöyle demişti:
“HDP de teröre sırtını dayayarak varlık gösteren bir parti olmuştur. HDP bağımsız hür demokrat siyaset yerine, silahların gölgesinde siyaseti tercih etmiştir.” (“Hedefinde muhalefet vardı”, Taraf, 28 Ağustos 2014)

HDP milletvekilleri işte BU KOŞULLARDA cumhurbaşkanlığı yemin törenine katılmışlardır. Dahası Demirtaş, törene katılan CHP Milletvekili Engin Altay'ın kürsüye anayasa ve TBMM içtüzüğü kitapçıklarını fırlatmasını “nezaket ötesi bir durum” olarak niteleyerek CHP'nin gerisine düşmüş, burjuva meşruiyet kurallarını bile ayaklar altına alan Erdoğan için “Halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı” sözcüklerini kullanmış ve “halkın iradesine saygılı olmak” gerektiğini belirtmiştir. Bütün bu tutum ve açıklamaların, devrimci bir öznenin legal ve parlamenter alanı kullanmak için verebileceği ödünlerin çok ötesine geçtiği açıktır.

Demirtaş'ın ve HDP'nin bu açıklama ve tutumları, PKK/ KCK'nın siyasal çizgi ve taktiklerinden asla bağımsız değildir ve bu siyasal çizgi ve taktiklerinin devamı ve uzantısıdır. Bu gerçeklik gözardı edilerek yapılan analiz ve yaratılan subjektif beklentiler yerle bir olmaya mahkumdur ve zaten günlük yaşamın pratiği içinde neredeyse her gün yerle bir olmaktadırlar da. Bunu özellikle Demirtaş'ın, son cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası sırasında söylediklerinden yola çıkarak pembe hayaller kuranlar, hatta daha da ileri giderek parlamenter yoldan büyük kazanımlar elde etme düşleri görenler için söylüyorum. Demirtaş'ın bu kampanya sırasında söylediklerinin ve “Yeni Yaşam Manifestosu”nun tutarlı bir demokratik içerik taşımaktan uzak olduğu ve esas itibariyle liberal bir nitelik taşıdığı olgusunu tartışacak değilim. Her dikkatli ve demokrat gözlemci bunun böyle olduğunu rahatlıkla kavrayabilir. Demirtaş'ın -ve HDP milletvekillerinin- Tayyip Erdoğan'ı ayakta alkışlamaları ve Engin Altay'ı ve diğer CHP milletvekillerini “nezaketsiz davranmakla” suçlaması, işte bu liberal-reformist çizginin kaçınılmaz bir sonucudur. Ben bu yazıda BDP/ HDP'nin yakın geçmişte de sergilediği demokratizmle bağdaşmayan benzer tutumlarından bir tutam örnek sunacağım.

Ne yazık ki pek çok kişi Demirtaş ve partisi HDP'nin hiç de gözüktükleri kadar demokrat OLMADIĞINI unutuveriyorlar. Bu unutma ediminde PYD'nin Rojava'da sürdürdüğü kahramanca direnişin ve PKK'nın silahlı varlığının yanısıra Türkiye devrimci hareketinin perişan halinin ve ülkede anlamlı bir devrimci-demokratik muhalefet odağının bulunmamasının çok büyük bir etkisi var. Ama bugün değilse yarın, belirleyici olanın asla silahlı bir güce sahip olmak ve silahlı savaşım vermek değil, doğru bir siyasal çizgi izlemek olduğu görülecektir. Aslında biraz siyasal tarih bilgisi olanlar için yarını beklemek de gerekmiyor. Şu çok açık olmalı: Dün olduğu gibi bugün de dünyanın bir çok yerinde az ya da çok başarılı bir silahlı savaşım veren ve bunu onyıllardır yapan bir dizi örgüt vardır. Ama silahlı savaşım vermek hiçbir zaman radikal devrimci bir çizgi izlemenin garantisi olamaz. Zaten sözünü ettiğim örgütlerin bir bölümü devrimci bir konumda iken bunların bir bölümü başından itibaren gerici bir siyasal çizgi izleyegelmişlerdir; bazıları ise zamanla düzen örgütlerine, hatta bazı durumlarda karşı-devrimci çetelere dönüşmüşlerdir.

Dolayısıyla, “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldur”/ “İnsan aklı unutkanlıkla sakatlanmıştır” özdeyişini sürekli olarak anımsamak ve anımsatmak gerekiyor. HDP'nin PKK/ KCK ile paylaştığı ve “taktiksel esneklik” olarak pazarlanan ve Süleyman Demirel'in “Dün dündür, bugün de bugün” deyişine denk düşen politika yapma tarzını da bu hastalığın belirtileri arasında sayabiliriz. Her halükarda, sürekli olarak günceli yaşayan ve değil bir ay, bir hafta önce olup biten önemli gelişmeleri bile unutma eğiliminde olan Türkiyeli devrimcilerin böylesi bir zihin tedavisine gereksinimleri var.

Demirtaş'ın ve BDP/ HDP'nin duruşunun ne denli demokratik bir nitelik taşıdığını, kendi subjektif beklentilerimizden değil, onların somut gerçekliğinden hareketle değerlendirmek gerekir. İnsanın kendisini rahatlatan hayaller kurması ya da böylesi düşler görmesi, ruhsal bir gereksinime yanıt verebilir; ama -Kürt halkı da içinde olmak üzere- Türkiye işçi sınıfının ve halklarının demokratik ve sosyalist özlemlerinin gerçekleştirilmesi kavgasına hiçbir yarar sağlamaz; tam tersine onları, yerli ve emperyalist burjuvazinin şu ya da bu fraksiyonunun tuzağına düşürmeye hizmet eder. Gerçek devrimcilerin manevi uyuşturuculara değil, bilime, olgulara ve bu temelde oluşturulacak strateji ve politikalara gereksinimi var. O halde bellek tazeleme işlemimizi başlatabiliriz.

Demirtaş, 12 Mayıs 2013'de Siirt'in Eruh ilçesinde yaptığı bir açıklamada, bir gün önce Reyhanlı'da meydana gelen ve kimine göre 53, kimine göre 61 ve kimine göre daha fazla insanın ölümüne ve yüzlerce insanın yaralanmasına yol açan patlama hakkında şöyle demişti:

“Bir defa saldırının Suriye sınırındaki Reyhanlı'da gerçekleşmiş olması, meselenin Suriye bağlantısını hemen akla getiriyor...
“Fakat bu dönemde özellikle sivil yurttaşlarımızı hedef alan saldırılar karşısında hükümeti sorumlu tutmak ve eleştirmek yerine birlik içerisinde hareket etmek zorundayız... Biz, bu saldırılara karşı tedbir alınmasını ve bu saldırılara karşı hükümetin dikkatli ve duyarlı davranması hususunda hükümetin yanında olacağız.” (Hürriyet, 12 Mayıs 2013) Yani Demirtaş, bu konuda dezenformasyon çalışmasına girişen Erdoğan kliğinin patlamadan Suriye istihbaratını ve bazı Türkiyeli devrimci grupları sorumlu tutmasına itiraz etmiyor ve üstelik onun pozisyonunu benimsiyor ve onunla “birlik içerisinde” olunmasını öğütlüyordu.
Demirtaş, BDP Eşbaşkanı sıfatıyla 23 Mayıs 2013'de Habertürk'e verdiği bir mülakatta şöyle demişti:

“Tabii bu Suriye’deki Kürt oluşumu, Lazkiye’yi de içine alırsa Kürtlerin büyük bir sorunu ortadan kalkar. Denize alışırlar ve Türkiye’ye tam bağımlılık ortadan kalkar.” (“Şiddet dönemi bitti, artık geri gelmez”, 23 Mayıs 2013) Kesab'ın da bağlı olduğu Lazkiye ilinde Kürtler'in yaşamadığını unutan Demirtaş'ın “daha cin olmadan adam çarpmaya kalkıştığı” görülüyor. Yani o daha şimdiden yayılmacılığa hevesleniyor ve Büyük Kürdistan hayalleri kuruyor. Bu anlayışın yansımasını, Demirtaş'ın Fatih Altaylı'nın bir başka sorusuna verdiği karşılıkta da görüyoruz. O bu soruya karşılık verirken A. Öcalan'ın ve diğer PKK/ KCK yöneticilerinin yıllardır savunmakta olduğu gerici Türk-Kürt bağlaşması projesine şu sözlerle sahip çıkıyordu:

“Burada bir Türk-Kürt konfederasyonu çok büyük bir güç olur. Onu görmek lazım.” Demirtaş, Türk gericiliğiyle Kürt ulusal hareketinin bir bağlaşma kurması ve böylelikle “çok büyük bir güç” yaratmasının özelde HDP'nin ve genelde devrimci demokrasinin görevi olmadığını, olamayacağını ve asla olmaması gerektiğini kavramamış gözüküyor.

Ancak, Demirtaş'a haksızlık etmemek için onun daha sonra, Lazkiye ile ilgili sözlerini yalanladığını belirtmem gerekiyor. O bu konuda yaptığı açıklamada “Kürtler Lazkiye'yi alsın diye bir şey yok, böyle bir şey söylemedim” dedikten sonra şunları ekledi:
“Ne bir politikamız var, ne bir niyetimiz var. Ne de böyle bir şey söyledim. Kürtler orada başkalarının topraklarını işgal etsin gibi bir durum söz konusu olamaz tam tersine özerk yönetimler olsun. Sadece kendileri yönetmesin. Arap halkları var, Alevi halkları var, Nüsayriler var. Lazkiye üzerinden gidebilir dedim ben yoksa Lazkiye Kürtlerin olursa Kürtler denize alışırlar gibi bir şey yok. Öyle not almışlar, anlamışlar. BDP’nin solu olarak, solcusu olarak bunu en son söyleyecek kişiyim.”

Demirtaş ve arkadaşlarının Gezi direnişinde de sınıfta kaldıkları biliniyor. Anımsanacağı üzere BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken 3 Haziran'da, Taksim'deki olaylar üzerine yaptığı değerlendirmede şöyle demişti:

“Dönüşen bu eylemlilikler ekolojik yıkıma karşı olmak, daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük talep etmek, karar süreçlerinde halkın katılımcı yaklaşımını gözönünde bulundurmak yerine Türkiye'de toplumu esaret altında tutan güç odaklarının rövanşist yaklaşımlarına rövanşist karşılaşmalarına doğru evrilmektedir...

“BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yanyana durmayacağımızı tekrar ifade etmek istiyoruz.” (“BDP'li Baluken: Statükoyu güçlendirecek imgeler protestoların başat özneleri.”, Star, 3 Haziran 2013)

Demirtaş ise 29 Temmuz 2013'de CNN Türk'e verdiği bir mülakatta Gezi direnişinin içinde hükümeti devirmeyi amaçlayan gruplar olduğunu ve kendilerinin bu yüzden bu direnişe karşı çıktıklarını açıklarken şöyle demişti:
“Gezi olaylarında bir süre sonra Sırrı Beyi de (Sırrı Süreyya Önder) aşan bir durum ortaya çıktı. Gezi’de büyük çoğunluk barış sürecini destekledi ama sonra Gezi’den ‘Hükümeti devirebilir miyiz’ amacı doğdu ve biz buna karşı çıktık.” (“Önder'in adaylığına 'yeşil ışık' ”, Taraf, 30 Temmuz 2013)

Elikanlı ve azılı gerici Erdoğan kliğinin devrilmesine karşı çıkmak, Demirtaş'ın ve HDP'nin demokratizminin ne menem bir demokratizm olduğunu yüzlerce sayfalık analizden daha net ve anlaşılır bir biçimde gösteriyor. Gerekçe ise hazır: “Aman, -aslında bir seraptan başka bir şey olmayan- “barış süreci” aksamasın! ” Gezi direnişine aralarında “ulusalcılar” da olmak üzere pek çok eğilimden insanın katıldığı doğru. Ama bu, ülke çapında 10-15 milyon insanın katıldığı bu eylem(ler)in genelde ilerici ve demokratik bir nitelik taşıdığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Kaldı ki Demirtaş'ın kendisi de Gezi'de büyük çoğunluğun barış sürecini desteklediğini kabul ediyor. Aslında bu harekete uzak durmak suretiyle Kürt ulusal hareketi kendi açıklamış olduğu hedeflere yaklaşma olanağını kaçırdı. Kürt ulusal hareketinin de kendi kitlesiyle Gezi'ye katılması, hem Türk milliyetçileri ve şovenlerinin konumunu zayıflatır, Kürt ulusal hareketiyle demokrat Türkleri birbirine yakınlaştırır ve hem devleti daha çok köşeye sıkıştırır, barış ve demokrasi konusunda adım atmaya zorlar ve hem de şoven, faşist ve “ulusalcı” güçleri izole etmeye yarardı.

Radikal gazetesinde 22 Ekim 2013'te yayınlanan “BDP'den Hakan Fidan'a Destek” başlıklı haberde BDP Milletvekili Adil Zozani'nin MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a sahip çıktığı anlatılıyordu. Haberde Zozani'nin, “çözüm sürecinin ilk günlerinde Paris'te üç PKK'lının öldürüldüğünü” belirttikten sonra şunları söylediği belirtiliyordu:

“Sonraki dönemlerde de bu sürecin temel aktörlerinden biri olan Hakan Fidan hedef tahtasına konuldu. Hakan Fidan’ın özellikle uluslararası çevrelerce bu dönemde hedefe konulmuş olması Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi arayışından bağımsız değerlendirilemez.”

ANF (=Fırat Haber Ajansı) 27 Ekim 2013 tarihli haberinde HDP'nin toplanacak olan Olağanüstü Kongresine, Kürt halkının ve gerillalarının ve Türkiyeli işçi ve gençlerin katili Başbakan Erdoğan'ın da çağrıldığı haberini verdi. HDP'nin yalanlamadığı bu habere göre Erdoğan bu çağrıya telgrafla şu mesajla yanıt verdi:

“Halkların Demokratik Partisi Olağanüstü Kongresi'nde nazik davetiniz için teşekkür ederim. Kongre çalışmalarının birlik ve beraberlik içinde geçmesi temennisi ile alınan kararların partiniz ve Türk siyasi hayatı için hayırlı olmasını diliyor, tüm katılımcıları selamlıyorum.”
BDP 17 Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluk operasyonu sırasında da hükümeti destekledi. 18 Aralık'ta TBMM’de BDP grubu adına konuşan Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan bu operasyonu, AKP ile Cemaat arasında süren çatışmayla açıkladı ve operasyonun amacının “hükümetin çözüm sürecinde daha dik durmasını, daha çözüm sürecinin arkasında durmasını engellemeye çalışmak” olduğunu söyledi. (Bkz. BDP'li Aydoğan: “Hükümetin gücünü azaltmak istiyorlar”, Sol Portal, 18 Aralık 2013)

Demirtaş, “paralel yapı” kavramının patentinin kendilerine ait olduğunu ileri sürüyordu. Mete Çubukçu'nun aktardığına göre, “paralel yapı” kavramını ilk olarak Mart 2012'de Öcalan'ın kullandığını söyleyerek övünen Demirtaş, Türk devletinin elinde tutsak olan PKK önderinin bu konuya ilişkin benzer yaklaşımını şöyle özetlemişti:

“17 Aralık bir darbe girişimidir. Geri çekilme sırasında süreçle ilgili ‘yasa’ çıkarılması gerektiğini söylemiştim. Bunu Başbakanı korumak için değil sürecin selameti açısından önermiştim.” (“Demirtaş: Ateşe benzin dökmeyeceğiz”, T24, 13 Ocak 2014)
Bu sözde barış ve demokrasi şovuna HDP'nin şovmen milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in katılmaması olmazdı elbet. Hakan Fidan'a sahip çıkanlar kervanına katılan Önder 26 Ağustos 2014'te konuk olduğu, Şirin Payzın'ın “Ne Oluyor” programında dışişleri bakanının kim olacağı sorusuna şöyle yanıt verdi:

“Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanı olmasını isterim. Belirli bir mesafe yürüttük kendisiyle. Büyük bir barışı kuruyoruz. Görüşmeler yürütüyoruz. Yakın mesaiye girince de bir güven temelinde bu ilişkiyi götürüyoruz. Bir an önce Dışişleri Bakanı olsun. Ben böyle söylüyorum ama Recep Tayyip Erdoğan şimdi yapmaz!” (“Önder: Hakan dışişleri bakanı olsun”, Cumhuriyet, 27 Ağustos 2014)

Ne yazık ki Türkiye, MİT müsteşarının dışişleri bakanı olmasının, hem de demokrasi adına salık verilmesinin adeta olağan sayıldığı bir ülke haline gelmiş bulunuyor. Herhalde bu “ilerleme” ve “olgunlaşma”yı, esas olarak Kürt ulusal hareketinin olağanüstü kıvraklığına ve eşi görülmemiş pragmatizmine borçluyuz. Ama, tek yanlı bir biçimde bu hareketi suçlamak da haksızlık olacaktır. Herhalde HDP içinde olsun, HDP dışında olsun, yazı boyunca örneklediğim bu tür -aslında işbirlikçiliğe varan- liberal önerileri açık ve dürüst bir biçimde ve kısık değil, gür bir sesle eleştirecek bireyler ve gruplar olmalıydı. Görebildiğim kadarıyla bu alanda neredeyse tam diyebileceğim bir ideolojik ve siyasal sefalet yaşanıyor.
Yukarda saydığım ve daha da arttırılabilecek böylesi örneklerin ortaya koyduğu bu en bayağı türden reformizmden ve bu en pespaye düzen ve devlet şakşakçılığından ötürü sadece Demirtaş'ı ve HDP'ni suçlamak elbette büyük bir haksızlık olur. Haksızlık olur; çünkü HDP'nin ana gövdesini eski BDP ya da Kürt ulusal hareketinin legal kanadı oluşturuyor. Kürt ulusal hareketinin esas itibariyle anti-demokratik yapısı ve iç işleyişi gözönüne alındığında Demirtaş'ın kişisel tutumlarının, hatta HDP yönetiminin eğilimlerinin belirleyici konumda olmadığı anlaşılır. Esas belirleyici faktörler; İmralı ve Kandil ve bir ölçüde de Kürt diyasporasıdır. Bu koşullarda Demirtaş ve arkadaşlarının gerçekten isteseler ya da demokrat olsalar bile bir şey yapamayacakları açıktır.

yön



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 05.09.2014- 18:38


AKP destekçisi işçiler
Kemal Okuyan


Yüzde 52 diye kodladık, öyle gidiyor. Erdoğan’a oy veren seçmen. Oysa bu tamamen sandık belirlenimli bir oran. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilgisizlikten değil, politik bir tutumla sandığa gitmeyen, bilerek geçersiz oy kullanan geniş bir kesim var. Bunlar da hesaba katıldığında, yüzde 52 oranı aşağı çekiliyor doğal olarak. Öte yandan, diğer tarafın siyasi-ideolojik olarak tanımlanabilmesi de mümkün değil. “Erdoğan karşıtları” bile fazla gelir.. En fazla, onu desteklemeyenler demek mümkün. Özetle, yüzde 52’ler, 50’ler, 48’lerden söz ederken, yalnızca belli kestirimlerde bulunabilmeye yarayacak bir hareket noktası icat etmiş oluyoruz.

Ancak toplumun iki yarısı arasında şöyle bir fark da var. AKP’ci yüzde 50, onca yaşanandan sonra, ideolojik açıdan konsolide olmuş bir kitle. Dar anlamıyla dinci muhfazakarlıktan bahsetmiyorum. 12 yıllık hükümet deneyiminden son derece belirgin bir “AKP Türkiyesi” fotoğrafı çıkıyor. Bu fotoğrafta eşitsizlik, adaletsizlik, zorbalık, yalan, hırsızlık, gericilik bariz biçimde sırıtıyor… Geçen yazımdan devam edeyim, fotoğrafta iyilik-doğruluk-güzellik değil, kötülük-yanlışlık-çirkinlik var. Düpedüz kötülüğe, yanlışlığa, çirkinliğe sahip çıkan bir nüfus bölmesinden söz ediyoruz.

Saygı duymayı filan geçiniz!

Çoğu kez, AKP ile ANAP arasında bir karşılaştırma yapılır ve her iki partinin ideolojik açıdan oldukça geniş bir yelpazeyi kucakladığı ileri sürülür. AKP’den söz ederken, ihtiyatlı olmak ve örneğin dinsellik üzerinden bu partiye destek verenlerle ekonomik istikrar kaygısını AKP’yle giderenler arasındaki ayrımı abartmamak gerekiyor. Kötü, yanlış, çirkin savunusunun başat olduğu bir iktidar felsefesinin, kendini besleyen ideolojik referanslarda çözülme yaratması kaçınılmazdır. Bugün AKP kitlesi milliyetçi, İslamcı, muhafazakar ideolojilerin kendisiyle birlikte çürümektedir. Bunların her birini Yeni-Osmanlıcı bir üst ideolojiye taşıma niyetinin herhangi bir karşılığı olmadığı görülmüştür. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin bu umutsuz yola devam etmesinin sonucu Yeni-Osmanlıcılığın bir ideolojik silkiniş yaşamasıi değil, çürümenin hızlanmasıdır. İşte AKP destekçilerinin ideolojik konsolidasyonundan bu çürümeyi anlıyoruz.

Onları ideolojik açıdan ayrıştırmak şu an için mümkün gözükmüyor. Ancak sınıfsal açıdan AKP’ye oy verenleri ayrıştırmak mümkün ve gerekli. Burada işe kullandığımız kavramları değiştirerek başlamak durumundayız. “AKP tabanı, ağırlıklı olarak yoksullardan oluşmaktadır”, gerçeklikle örtüşse bile, bizi yanlışa sürükleyecek bir önerme. İki yüzde 50 arasında gelir dağılımı açısından bir farklılık algısı yaratmaya dönük çabalar, AKP’nin dışlanmışları, ezilenleri, mağdurları temsil ettiği demagojisinin bir uzantısıdır, prim verilmemelidir. Bizi ilgilendiren, AKP tabanındaki geniş emekçi toplamdır. Devrimci mücadele açısından bu toplamın gözden çıkarılması elbette söz konusu olamaz.

“Bizim asıl hedef kitlemiz AKP’yi destekliyor” tezi ise gözden çıkarılmaması gereken geniş bir kesime yaklaşmak açısından en talihsiz çıkarımlardan birinin ürünüdür. Yanlıştır da!

Daha önce birçok kez söylediğimiz gibi, eğer AKP’den uzak duran, ona tepkili emekçi kesimlerin siyasal direnci artırılmaz, onlar içindeki örgütlü bölmenin oranı hızla yükseltilmezse, diğer yüzde 50’nin içindeki işçilerin münferit örnekler dışında “kurtarılması” mümkün değildir.

Şimdi bu söylediğimizin daha ötesini tartışabiliriz.

Haritayı önümüze koyalım. Farklı siyasi saflaşmaları yansıtan Kürt coğrafyasını bir kenara koyduğumuzda, karşımıza bir “kıyı şeridi” gerçeği çıkıyor. Karadeniz’deki oynamalar bir yana, ülkenin deniz bağlantılı bölgelerinin tamamında AKP zorlanıyor. Bunu nasıl okuyacaksınız?

Daha yoksul bölgeler ve daha zengin bölgeler? Eksik okuma!

Daha eğitimsiz bölgeler ve daha eğitimli bölmeler? Eksik okuma!

Doğru okuma, farklılığın temelde kapitalist üretim ilişkilerinin gelişme düzeyi ve seyrinden kaynaklandığı sonucuna ulaştırır bizi.

Sınıf bilinci, sınıf kültürü, toplumsal örgütlenme alışkanlığı, kentlilik ve benzeri göstergeler açısından kıyı şeridi, işçi sınıfı hareketine çok daha geniş olanaklar sunmaya devam etmektedir. Limanlara yakın bölgeler ekonomik ve kültürel açıdan çoğu ülkede olduğu gibi bizde de tarih boyunca iç kesimlerden daha dinamiktir.

AKP buralarda zorlanıyor. Bir rivayet, AKP’yi burada asıl zorlayan “orta sınıflar”!

Yine eksik okuma.

Eğitilmiş ve istikrara kavuşmuş işgücüne “orta sınıf” damgası vurmak alışkanlığa dönüştü. Bunu da bir kenara koyalım, sınıf mücadelelerinin mantığı açısından, emek ve sermaye arasındaki kavga küçük burjuvazinin siyasal-ideolojik tercihleri üzerindeki bir kavgadır da… Kıyı şeridinde eğitimli işçilerin yanı sıra, kamuculuğa açık, aydınlanmacı bir küçük burjuva ağırlığa biraz da pozitif yönden bakmakta yarar var.

Bizim sorunumuz, modern kapitalizmin modern olmayan çocuğu olarak AKP’ye karşı direncin sınıf eksenine yerleşememesidir.

Burada büyük günahlardan biri “asıl yoksullar AKP tabanında” diyen her boydan liberallerindir. AKP’ye karşı direncin sınıf eksenine yerleşmesi, AKP’nin sınıfa saldırılarına sağlam ideolojik-siyasi yanıtlar vermeyi gerektirmiyor muydu? Özelleştirme saldırılarının özellikle ivme kazandığı AKP’nin ilk dönemi, liberallerin hükümete en fazla kol kanat gerdiği dönemdi de. Saldırıya uğrayan işçi sınıfı, buna etkili bir biçimde karşı koyamadığı andan itibaren ideolojik açıdan korunaksız hale gelir. Evet, devrimci sol, komünistler yetemedi bu dönem ama hırsızın işbirlikçilerinin hiç mi suçu yok? Şimdi çıkmış utanmadan, “yoksullar AKP’de diyebiliyorlar”!

Aslında dedikleri şudur: AKP projesi, yoksullara bir şey sunduğu için tutuyor!

Buradaki tuzağa düşüldüğü anda, kapitalist yol meşrulaşır.

Bunun yerine şunu söyleyerek başlamalıyız: İşçi sınıfının en ileri kesimleri AKP’ye direniyor, direnmeye çalışıyor. Bu direncin kalıcı kılınması, örgütlü hale gelmesi ve siyasal bir zemine kavuşması için yapılması gerekenler var. Başta, buraya sınıfsal bir kimlik kazandırmak gerekiyor.

“Sol” ne yapıyor, “orta sınıfsınız siz” diyor!

Olacak iş değil. Çukurova’dan başlayarak Trakya’ya kadar uzanan kıyı bölgesi, emekçi nüfusun atağa kalkmaya en yakın kesimlerini barındırmaktadır. Ve bu kesimler AKP’ye oy verenler değil, vermeyenlerdir!

Diyelim ki bunlar toplam nüfusun yüzde 10’unu oluşturuyor. Küçümsenebilir mi? Rakam olarak büyük, ideolojik-siyasi-kültürel açıdansa ağırlığı olan bir kesimden söz ediyoruz. Bu kesim gerilememeli, kişilik kazanmalıdır. Üç işçi kenti, Bursa, Kocaeli ve Gaziantep’i AKP’nin nasıl teslim aldığı sorusuna ayrıntılı yanıtlar verilmelidir. Özelleştirme saldırılarının en ağır örneklerinin yaşandığı Kocaeli’nde işçi sınıfının nasıl savunmasız bırakıldığı hatırlanmalı, bu üç kent ve benzerlerinde süreci tersine çevirmek için neler yapılabileceği üzerine kafa yorulmalıdır. Süreci tersine çevirmek için bu tür örneklerde de işe AKP’ye kaptırılmayan azınlıktan başlanmalıdır.

AKP destekçisi yoksullara odaklanmak, onlara öncelik vermek, zamanında demokratikleşme ihtiyacını ve Kürt sorununu gerekçe göstererek, emekçi halkı sermaye saldırıları sırasında silahsızlandıranların ihanetinden farksız bir tutumdur.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 07.09.2014- 04:03


Tatava yapmadan alkışlayalım!-Özgür Dirim Özkan  

Her seçim, bu ülkenin sosyalistleri, komünistleri için bir kâbus olmaya başladı. Senelerden beri, “oylar bölünmesin” teranesiyle CHP-SHP-DSP-CHP’ye verilen oylardan bahsetmiyorum. Bu ülkede emekten yana olan insanların sandık başına gittikleri zaman, tercihlerini sosyalist partiler yerine hâlâ CHP’den yana yapmalarının birçok nedeni var. Bu kadar zengin bir tarihe sahip olan Türkiye sosyalist hareketinin, sandıkta seçmenlerden oy alamamasının birçok nedeni var. Kuşkusuz bu nedenleri sosyalist hareketin kendi iç dinamiklerinde aramak gerekiyor. Sosyalist hareketin sandıkta başarısız olmasının nedenlerinden biri iktidar perspektifine sahip olamayışı ya da sahip olduğu iktidar perspektifini, bir alternatif olarak burjuva partilerinin karşısına çıkaramamasıdır.

Bu yazıda sosyalist solun sandıkta neden başarısız olduğunu ayrıntılandırmayacağız. Daha çok dikkat çekmek istediğimiz şey, artık “sıkıcı” olmanın da ötesinde sabırları zorlayan sosyalist solun dışındaki öznelerin, sosyalist sola yaptığı tacizlerdir.

Bu tacizlerden en ahlaksızını geçtiğimiz 30 Mart 2014 Yerel Seçimi’nde yaşadık. “Tatava yapma bas geç”, “başlatma tatavandan” tarzı oldukça bayağı sloganlarda ifadesini bulan terbiyesizlikten bahsediyoruz.

Bizden CHP’ye oy vermemizi istediler. Sosyal demokratlığı bıraktık, artık ne “sosyal” ne de “demokrat” olmakla uzaktan yakından alakası kalmamış bir partiden bahsediyoruz. Bizden bu partiye oy vermemizi bekledikleri yetmiyormuş gibi, bir de bu partinin çıkardığı dinci ve faşist geçmişi malum adaylara oy vermemizi istediler. Sosyalist partiler ve örgütler buna yanaşmadı, ama ne yazık ki kendini emekten yana tanımlayan seçmenler bu terbiyesizliğe prim verdi. Seçim sonuçları bunu gösteriyor.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise “tatava yapma basgeç” diyenlere bile ağır gelecek bir aday çıkardı CHP. Bundan dolayı bu sefer sosyalist soldan oy istemeye yüzleri olmadı açıkçası.

Fakat her daim küfür edilen, aşağılanan sosyalist seçmenin artık nasıl bir değeri varsa, bu sefer Selahattin Demirtaş talip oldu sosyalist oylara. “Tatava yapma basgeç”le kıyaslandığı zaman oldukça seviyeli ve kibar bir dille, araya hatırı sayılır kişileri de koyarak oy istedi Demirtaş sosyalistlerden. Başarılı da oldu. TKP’nin gündeme müdahale edemediği, tabiri yerindeyse solda yaprak kımıldamayan birkaç aylık süreçte, boykotun sağlam bir alternatif olarak sunulamadığı bir süreçte sosyalistlerin birçoğu Demirtaş için oylarını kullandı.

Sosyalist solun, özellikle TKP’nin Kürt ulusal hareketine ve BDP’ye ilişkin görüşleri, eleştirileri, katkıları malum. Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı sürecinde de, sürecin sonrasında da söylenilen yeni bir şey yok. Keşfedilen yeni bir şey de yok. Kürt hareketi beğensin ya da beğenmesin, TKP’nin ulusal soruna ilişkin perspektifinin ne olduğu, UKKTH’yi nasıl yorumladığı, hangi tarihsel kaynaklara referans verdiği çok belli.

Bu bağlamda, senelerdir usanmadan tekrar ettiğimiz, ifade ettiğimiz görüşlerimiz yeni değil ve dolayısıyla Selahattin Demirtaş’ın RTE’yi yemin töreninde alkışlamış olmasının bizi pek de şaşırtmadığını belirtmemiz lazım.

Şaşırtmadı, ama tam da Türkiye soluna, Türkiye’deki sosyalistlere tek siyasi alan olarak HDP’nin gösterilmiş olduğu bir dönemde, böylesi bir gaf sadece gaf olarak değerlendirilmemelidir. Biz bunu yaptık ve yine suçlu biz olduk. Pusuda bekliyormuşuz ve Selahattin Demirtaş’a yüklenmek için bahane arıyormuşuz. Sadece 2-3 saniyelik bir alkışı bu kadar abartmamak gerekirmiş. Zaten biz de Kürt hareketine “vurmak” için bahane arıyormuşuz…

Yazılan, çizilen her şeyi okumak zorunda değilsiniz. Size getirilen her eleştiriye kulak asmayabilirisiniz, ama “Selahattin Demirtaş’ın alkışını bahane ettiniz” gibi savunmaya geçeceksiniz, ondan önce bu alkışı bahane ettiğini düşündüğünüz öznelerin daha öncesinde neler yazdıklarını, neler söylediklerini dikkate almak durumundasınız.

Bunu dikkate almadan “bahane arıyordunuz” tarzı bir iftira atmak, “tatava yapma basgeç”le benzer bir siyasî ahlakın düzleminde yer alır.

CHP’de dünkü olağanüstü kongreden sonradan, muhtemelen “tatava yapma basgeç”çilerin sosyalist soldan oy istemeye bir daha yüzleri olmayacaktır. Bunu deneyen mutlaka çıkacaktır, ama bunun 30 Mart’taki seçimler kadar bağnazca ve terbiyesizce yapılacağını zannetmiyorum. Fakat Selahattin Demirtaş’ın yüzde 10 barajına yaklaşmış olması, bir dahaki genel seçimlerde yüzde 10’u alabilmek için BDP/HDP’nin farklı kanalları zorlamasını beraberinde getirecektir. Bu kanallar Batı’da ve Doğu’da farklı olacaktır. Örneğin, bir yandan Altan Tan kendi seçim bölgesinde farklı aktörleri BDP/HDP siyasetine katmak için var gücüyle çalışacakken, muhtemelen Batı’daki muhatap da yine bizler, sosyalist sol olacağız. Sırrı Abi, Ertuğrul Kürkçü gibi aktörleri daha sık sosyalist sol içinde göreceğimizden kuşku yok. Fakat asıl baskının, süreçte seçimlerde HDP içinde yer alan sosyalist öznelerden geleceğini söyleyebiliriz. HDP çizgisi genel olarak solla yürüttüğü polemiklerde kendi içindeki sosyalist özneleri öne sürmeyi bir strateji olarak benimsemiş durumda. Berkin Elvan’ın annesini yuhalatan cumhurbaşkanını alkışlamaya kadar varan bir siyasetin sosyalist solla, sosyalist bir zeminde polemiğe girmesi beklenmemeli. Kuşkusuz ki bu süreçte, solla polemiğe girme görevi başka öznelerin, sosyalistliği, komünistliği tartışma konusu olmayan başka öznelerin sorumluluğunda olacaktır . Bunun mikro ölçekte bir örneğini HTKP tarafından Selahattin Demirtaş’a yazılan mektup özelinde gördük. Bu mektuba verilen yanıtlarda gördük…

Dolayısıyla, bir sonraki seçimde yine bir kabus yaşayacağız. Bir önceki seçimde “tatava yapma” terbiyesizliğiyle uğraştık. Bu sefer de “yüzde 10” barajıyla cebelleşeceğiz. Unutmadan, bir de her zaman uğraştığımız liberter, özgürlükçü, muhalif, vs olarak kendilerini tanımlayan, örgütsüz, hatta örgütlülüğe pek de sıcak yaklaşmayan bir “solcu” kesim var. Bunların işi gücü sola küfretmektir: “Bizim solculardan adam olmaz”, “Bizim solcular laftan başka bir şey bilmezler”, “Bizim solcular bölünmekten başka bir şey demezler” vb söylemi ağızlarına sakız eden bu kesim karnavalesk gösteriler haricinde ne bir eylemde yer alırlar, ne de o beğenmedikleri solcuları “hizaya” getirmek için bir uğraş verirler. İşleri güçleri küfür etmektir. Ne yazık ki, bu küfürleri etmeleri için malzeme verdiğimiz doğru. İğneyi kendimize batıralım, Türkiye’de devrimci hareketin en önemli öznelerinden birinin çatır çatır ortadan ikiye ayrılması bu zevzeklere çokça malzeme sağlamıştır.

Dolayısıyla bir sonraki seçimde bizi yoracak, hatta belki de saç baş yolduracak başka bir kâbusumuz da bunlar olacak…

Yazı belki biraz içinizi karartmış olabilir. O zaman biraz da iyi şeylerden bahsederek yazıyı kapatalım.

Ne yazık ki can sıkıcı bir süreç yaşadık. Ama hafif hafif toparlanmaya başladığımız şu günlerde, geçtiğimiz dönemde eksikliğini yaşamaya başladığımız bir dinamizm var. Yeni yayınlar, yeni yapılanmalar için yapılan girişimler, verilen destek bizleri örgütsel anlamda sevindiriyor. Kuşkusuz, bu dinamizm siyasî etkinliklerde de kendini gösterecektir. Bu dinamizm, kendimizi yukarıda bahsettiğimiz kâbuslara hapsolmayacağımızın da işaretini veriyor.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
ayhan
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 05.12.2013
İleti Sayısı: 1.076
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: ayhan
Cevap Tarihi: 10.09.2014- 14:55


Kimi Alkışlıyorsunuz?

12. Cumhurbaşkanı olarak mecliste yemin eden Tayyip ERDOĞAN'ı HDP Eşbaşkanı ve cumhurbaşkanı adayı Selahattin DEMİRTAŞ ayakta alkışladı.


Resim Ekleme

KİMİ ALKIŞLIYORSUNUZ

Düzene Giden Yol Kendi Katillerini Alkışlamaktan Geçiyor!


12. Cumhurbaşkanı olarak mecliste yemin eden Tayyip ERDOĞAN'ı HDP Eşbaşkanı ve cumhurbaşkanı adayı Selahattin DEMİRTAŞ ayakta alkışladı.

Kendisine yönelik yoğun eleştiriler karşısında kendini şu sözlerle savundu: "Yüzde 52 oy almış birinin yemin töreninde yüzde 52'nin iradesine duyduğum saygının gereğiydi. Alkışlanması gerekiyordu o irade. Adaletsiz bir yarış olduğunu biliyoruz. Ama halkın iradesi ayakta alkışlanır."

Kendisi de oligarşiye cumhurbaşkanı adayı olan Demirtaş, düzen içi politikalara o kadar hızlı alışmış ki, sömürge tipi faşizmin olduğu ülkemizde seçimlerin ne anlama geldiğini unutuvermiş. Tam da burjuvazinin göstermek istediği gibi seçim sonuçlarını 'halkın iradesi' olarak gösteriyor. Ve o iradeyi alkışlamaya değer buluyor... AKP de bütün baskı ve zulmünü, faşist terörünü 'benim arkamda şu kadar milletim var' diye yapıyor.

Yazımızda Demirtaş'ın alkışladığı "halkın iradesi" boyutuna değinmeyeceğiz. Demirtaş'ın kimi alkışladığını ele alacağız. Akışladığı kişi hiçbir demagojinin üstünü örtemeyeceği bir halk düşmanıdır.

Şemdinli , Roboski , Lice… Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, Enes ATA, en son İbrahim ARAS… Sadece son oniki yılda katledilen Kürt çocuklarının sayısı 200'ün üzerinde. Demirtaş'ın alkışladığı Erdoğan, katledilen 200'den fazla çocuğun doğrudan sorumlusudur.

"Kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılacaktır" diyenleri alkışlıyorsunuz.

Mitinglerde Berkin Elvan'ın annesini yuhalatan bir alçağı alkışlıyorsunuz.

Haziran Ayaklanması'nda halkın katledilmesi emrini verenleri alkışlıyorsunuz.

Katledenlere "kahramanlık destanı yazdılar" diyen bir halk düşmanını alkışlıyorsunuz.

"Çok afedersiniz Ermeni" diyen Hrant Dink'i katledenleri alkışlıyorsunuz.

"Şanlı Sivas kıyamımız" dedikleri Madımak'ta diri diri yakılan aydınları katledenleri zamanaşımıyla aklayanları alkışlıyorsunuz.

Milyonlarca emekçinin alın terini ayakkabı kutularına doldurup çalan hırsızları alkışlıyorsunuz.

"Ben Büyük Ortadoğu projesinin eşbaşkanıyım" diyerek, bölgeyi kan gölüne çeviren milyonlarca insanın ölümüne neden olanları alkışlıyorsunuz.

Suriye'yi bölüp parçalamak için silah ve maddi destek vererek büyüttüğü ÖSO, IŞİD, El Nusra gibi işbirlikçi katil sürülerini besleyenleri alkışlıyorsunuz. Bak şimdi o beslemeler Kürt halkını, Ezidileri katlediyor alkışladığınızın besleyip büyüttüğü IŞİD... Yani Kobani'de, Rojova'da, Şengal'de Kürtleri, Ezidileri, Türkmenleri vahşice katleden IŞİD'i büyütüp besleyip arkasında duran katilleri alkışlıyorsunuz.

Halkların eşit özgür birlikteliği, kardeşliği mi diyorsunuz? Siz halkların kardeşliğine kan damlatanları alkışlıyorsunuz.

Peki, ne adına yapıyorsunuz bunu? Düzen içinde siyaset yapmak adına, düzenin akıl hocalarından alkış almak için…

Bakın DEMİRTAŞ ve HDP ne kadar sağduyulu, ne kadar olgun, ne kadar makul dedirtmek için…

Siyaset yapıyorsunuz demek? Siyaset dediğiniz şey dün eğri dediğinize bugün doğru demekse, kısa vadeli çıkarlar için eğilip bükülmekse; evet siz apaçık burjuva siyaseti yapıyorsunuz. Ama halkların burjuva siyasetine ihtiyacı yok.

"Makul" muhalefet yapıyorsunuz, öyle mi? Kime göre makul? Makul akla uygun demek. Kimin aklına uygun muhalefet yapıyorsunuz?

Burjuvazinin aklıyla halk için mücadele de veremezsiniz, muhalefet de yapamazsınız. Halk için mücadele ediyorsanız halkın aklıyla, halkın menfaatleri için, halkın adaletiyle, halkın değerleriyle, halkın olanaklarıyla savaşmak zorundasınız. Kimse aslı varken suretine dönüp bakmaz. Burjuva siyasetini onlar sizden iyi bilirler.

DEMİRTAŞ yapılan eleştiriler karşısında "yeni bir siyaset tarzı geliştirmeye çalışıyoruz" diyor.

Demirtaş "siyaset"e yeni girmiş birisi değil, yıllardır BDP Eşbaşkanı olarak düzen içi siyasetin içinde.

Demirtaş'ın "yeni siyaset tarzı" AKP'nin "yeni Türkiye" söylemine tam uyumludur.

Siyaset tarzındaki yenilik AKP iktidarına hizmet eden bir "tarz"dır.

Erdoğan'ı düşman değil, mücadele ettiğimiz düzenin temsilcisi olarak değil, rakip olarak görmek ne demektir? Aynı kulvarda koşuyorsunuz demektir. İşte biz de tam bu duruma karşıyız. Kürt halkının desteğini, değerlerini, olanaklarını düzen içi kulvarda eritip tüketmenizin karşısındayız.

CHP gibi bir düzen partisinin milletvekiline bile akıl öğretir hale geldiniz. "Nezaketsizlik ötesi bir durum" diyorsunuz meclis kürsüsüne kitapçık fırlatmaya. Mabet gibi kutsal bir mekân olarak mı görmeye başladınız oligarşinin meclisini? Ne zamandan beri mücadele nezaket içinde yürütülüyor? Faşizmle yönetilen bir ülkede hangi nezaketten bahsediyorsunuz? Halkın umutlarını, özlemlerini yok etmenize; halkın öfkesini, hesap sorma istek ve bilincini köreltmenize karşıyız.

İşte bunun için eleştiriyoruz, bunun için uyarıyoruz, bunun için halka anlatıyoruz yaptıklarınızı. Çok kısa bir süre içinde söylediklerimiz herkes tarafından anlaşılacaktır bundan da eminiz.

Sonuç olarak;
1- Selahattin DEMİRTAŞ ve HDP sol söylemlerle, Kürt halkının çıkarları diyerek düzen içi kulvarda burjuva siyaseti yaparak halkların eşit, özgür, kardeşçe bir arada yaşamasını sağlayamazlar.
2- Makul muhalefet adına halkın çıkarları, umutları, biriktirdiği mücadele deneyimi heba edilmemelidir.
3- Boşaltılan, yakılan köylerin, faili meçhul denilen devlet katliamlarının, kayıpların, sürgünlerin, toplu mezarların, şehitlerin… Şemdinli'nin, Roboski'nin, Lice'nin Haziran Ayaklanması'nın, Reyhanlı'nın, Soma'nın hesabını sormak yerine; ayakta alkışlamayı, nezaket göstermeyi, düşman değil rakip görmeyi kendine yakıştıranlar Kürt halkının kurtuluş mücadelesine hizmet edemezler.
4- Er ya da geç Kürt, Türk, Ermeni, Gürcü, Laz, Rum… Anadolu'yu vatan bilen halklar kendi kendini yönetecekleri, eşit, adil, özgür bir ülkeyi yaratacaklardır.


Yürüyüş



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
ayhan
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 05.12.2013
İleti Sayısı: 1.076
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: ayhan
Cevap Tarihi: 10.09.2014- 14:59


Demirtaş bir halk düşmanını ayakta alkışladı, sonra da yüzde 52'leri alkışladığını söyledi. Bu meclise anayasa kitapçığı fırlatan CHP milletvekilini de ayıpladı. Deveye sormuşlar boynun neden eğri, nerem doğru ki diye cevap vermiş. Demirtaş'ınki de o hesap. Yaptıklarının söylediklerinin hangisi doğru ki!



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   [3] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Solda sosyal medya kullanımı... melnur 1 1112 25.05.2022- 02:51
Konu Klasör Sosyal medya, Kürt sorunu ve düzey umut 2 4019 22.12.2014- 16:52
Konu Klasör Kara Kıta'da kara emirlikler özgür 0 3041 28.09.2013- 16:32
Konu Klasör Sosyal yurtseverlik, sosyal şovenizm vesaire... melnur 0 4558 14.08.2013- 15:33
Konu Klasör Kılıçdaroğlu: Türkiye'yi barıştıracağım... melnur 1 1265 18.03.2022- 04:57
Etiketler   Demirtaş,   alkışladı,   sosyal,   medya,   karıştı
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS