SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   >   son» 
Marx, tarihsel ilerlemeyi şemalaştırmış mıydı?           (gösterim sayısı: 12.576)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: spartakus
Konu Tarihi: 16.12.2014- 01:22


ERKİN ÖZALP: Marx, tarihsel ilerlemeyi şemalaştırmış mıydı?


“İçinde barındırabildiği tüm üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz ve yeni ve daha ileri üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi var oluş koşulları eski toplumun kucağında büyümeden, asla ortaya çıkmaz.” (http://www.mlwerke.de/me/me13/me13_003.htm)

Adı Türkçeye yanlış (“Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” diye) çevrilen “Siyasal İktisadın (ya da “Politik Ekonominin”) Eleştirisine Katkı”nın önsözünde yer alan bu cümle, Marx’ın en fazla yanlış anlaşılan ve yanlış yorumlanan cümlelerinden biri olsa gerek...

Özellikle de, yine önsözde yer alan şu cümleyle birlikte değerlendirildiğinde: “Kabaca ele alınırsa, Asyatik, antik, feodal ve modern burjuva üretim biçimlerinin, iktisadi toplumsal formasyonun birbirini izleyen aşamaları oldukları söylenebilir.” (a.g.y.)

Marx, bunları yazarken, ne demek istemişti?

Bugünkü savunucularının pek de iyi niyetli olmadığını rahatlıkla söyleyebileceğimiz bir yoruma göre, “Marx’ın da dediği gibi, öncelikle, üretici güçlerin kapitalizm koşulları altında gelişmesi, bir başka deyişle kapitalizmin gelişmesi için çaba harcamamız gerekiyor”.

Bir zamanlar, bu tez, kendilerini Marksist kabul eden bazıları tarafından da, ciddi ciddi savunulabiliyordu. Örneğin, 20. yüzyılın başlarında, Rusya’daki “legal Marksistler”, sosyalizme ulaşabilmek için, kendi ülkelerinde burjuvazinin iktidara gelmesi ve kapitalizmi geliştirmesi gerektiğini iddia ediyorlardı. Türkiye’de de, yakın geçmişe kadar, Marksizm adına konuşanların büyük bir bölümü, kapitalizmin henüz “yeterince” gelişmemiş olmasını gerekçe gösterip demokratik devrim savunuculuğu yaparken, “milli burjuvazi” ile ittifak hayalleri kuruyordu.

Diğer yandan, bugün bile, yine kendilerini Marksist kabul eden bazıları, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünü, Marx’ın “tarihsel ilerleme şeması”yla açıklıyor. Buna göre, Rusya’daki devrim “erken” bir tarihte yapılmış... Kapitalizmin gelişip olgunlaşmasını beklemek gerekiyorduymuş...

“Marx’ın şeması” diye bir şey var mı?

Tartışmaya ikinci cümleden başlayalım...

Marx, bir tarihçi olmadığı gibi, kapitalizm öncesi dönemlerin üretim biçimlerinin kapsamlı bir çözümlemesini de yapmamıştı.

“Yapamamıştı” değil, “yapmamıştı”...

Marx’ın temel derdi, insanlığın tarihini yazmak (ya da 19. yüzyıl dünyasının tüm coğrafyalarındaki tüm toplumsal dinamikleri veya döneminin tüm üstyapı kurumlarını çözümlemek) değil, kapitalizmin yıkılmasını ve sınıfsız toplumun kurulmasını sağlayacak çelişki ve dinamikleri tarif etmekti. Çünkü, o bir devrimciydi.

Marx’ı, falanca konuyu “ihmal ettiği” ya da “yeterince derinlikli bir şekilde ele almadığı” için eleştirenlerin sayısı, bu konuların uzmanları kadar çok. Diğer tarafta da, ne yazık ki, bazı Marksistlerin, bu eleştirileri haklı gösterebilecek olan zorlamaları var.

Marksizme dair el kitaplarının önemli bir bölümünde, ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplum biçimlerinin birbirlerini izlediklerine ve tarihsel gelişmenin bu sırayı izlemek zorunda olduğuna ilişkin katı vurgular bulunur. Kimileri de, Marx’ın farklı metinlerde değinmekle birlikte teorisinin bir parçası haline getirmediği “Asya tipi üretim tarzı”na merkezi bir yer açmaya çalışır.

Oysa Marx’ın kendisi, Siyasal İktisadın Eleştirisine Katkı’nın önsözünde ve Kapital de dahil olmak üzere başka çalışmalarında, kapitalizm öncesi dönemi hep “kabaca” ele almıştı. Sınıfsız toplum ile sınıflı toplumların en ileri biçimi olan kapitalizm arasında “tam olarak” ne tür bir gelişim çizgisinin izlendiğini tarif etmeye kalkışmamıştı.

Asıl önemlisi, Marx, tek tek her bir ülkenin aynı gelişim çizgisini izlemek zorunda olduklarına ilişkin katı bir vurgu yapmaz. Örneğin, Kapital’de, kapitalizm sürecine sonradan giren ülkelerin manüfaktür aşamasını atladıklarını söyler.

Kapitalizmin ayırt edici yanı, bir “dünya tarihi” yaratmasıdır. Bir başka deyişle, kapitalizm öncesi dönemde, insanlık, ortak bir gelişim çizgisine sahip değildi. Farklı coğrafyalarda şu ya da bu ölçüde farklı üretim biçimleri yan yana var olabiliyordu.

Kesin olan, sadece, kapitalizmin, önceki tüm sınıflı toplum biçimlerine göre daha ileri bir aşamayı temsil ettiğidir.

İnsanlık, kapitalizm aşamasını yaşamadan, sosyalizme ve sınıfsız topluma ulaşamazdı.

Buna karşın, Marx, tek tek ülkeler söz konusu olduğunda, sosyalizme geçiş için, kapitalizmin gelişip olgunlaşmasının bir zorunluluk olduğunu tezini savunmaz.

Komünist Manifesto’nun 1882 tarihli Rusça baskısına önsözde, Marx ile Engels, Rusya’daki köy topluluklarının, “Batının tarihsel gelişmesini oluşturan çözülme sürecinin aynısını” yaşamak zorunda olmadıklarını söylerler: “Rus devrimi, birbirlerini tamamlamalarını sağlayacak şekilde, Batıdaki bir proleter devrimin işareti olursa, bu durumda bugünkü Rus ortak toprak mülkiyeti bir komünist gelişmenin başlangıç noktası olma işlevini görebilir.” (Komünist Parti Manifestosu, NK Yayınları, 4. Baskı, Ocak 2005, s. 54)

Sorun, biraz da, Marx’ın dünya ölçeğindeki süreçler hakkındaki çözümlemelerini tek tek ülkelere olduğu gibi yansıtma girişimlerinin yanlışlığından kaynaklanıyor. Örneğin, kapitalist sistem, düzenli olarak, kâr oranlarının azalması eğiliminin ürünü olan bunalım dönemleri yaşar. Ama tek tek kapitalist ülkelerin karşılaştıkları iktisadi bunalımlar, bu ülkelerdeki kâr oranlarının azalması eğilimiyle doğrudan bağlantılı olmak zorunda değildir ve çoğu kez de böyle olmazlar. Tek tek ülkelerin iktisadi bunalımları, ancak bu ülkelerin kendilerine özgü iç ve dış dinamiklerinden hareketle çözümlenebilir.

Üretici güçlerin gelişmesi meselesi...

“İçinde barındırabildiği tüm üretici güçler gelişmeden önce” ifadesi, ne anlama geliyor?

Kimilerinin iddia ettiği gibi, kapitalizm koşullarında üretici güçler gelişmeye devam ettiği sürece, sosyalizme geçilemeyeceği anlamına mı?

Bu ifadeyi tartışırken, bir noktayı unutmamak gerekiyor: Marx için, sosyalizm, uzak geleceğin bir konusu değildi. Daha Komünist Manifesto’da, yani 1848’de, proletaryanın iktidara geldiğinde öncelikli olarak alması gereken önlemler tarif edilir. Yine Manifesto’da, kapitalizmin temel çelişkisinin derinleştiği vurgulanır: “(...) modern işçi, sanayinin gelişmesiyle birlikte yükseleceği yerde, giderek kendi sınıfının varolma koşullarının daha altına düşüyor. İşçi yoksullaşıyor ve yoksulluk nüfustan ve zenginlikten daha hızlı artıyor. Böylece, burjuvazinin daha uzun süre toplumun egemen sınıfı olarak kalma ve kendi sınıfının varolma koşullarını düzenleyici yasa olarak topluma dayatma olanağının bulunmadığı açıkça ortaya çıkıyor. Kölesinin kölelik koşullarındaki varoluşunu bile güvence altına alamadığı ve onun tarafından beslenecek yerde, onu beslemek zorunda kaldığı bir duruma düşmesine engel olamadığı için, yönetme olanağından yoksundur. Toplum artık onun egemenliği altında yaşayamaz; yani, onun varoluşu artık toplumla bağdaşmıyor.” (a.g.y., s. 20)

1882 tarihli önsözde de belirtildiği üzere, Manifesto’nun görevi, “modern burjuva mülkiyetin yaklaşmakta olan kaçınılmaz çözülüşünü ilan etmekti”. (a.g.y., s. 54)

Yine 1882 yılında, Batı’daki proleter devrimi, yakın bir geleceğin konusu olarak görülür.

Son olarak, çok daha “teorik” bir metin olan Kapital’de, hisse senetli sermayenin ortaya çıkmasıyla birlikte yönetsel işlevler ile sermaye sahipliğinin birbirlerinden ayrılmalarının, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine giden yolda bir geçiş aşaması olduğu saptanır. Kabaca ifade edilirse, sermaye sahipleri artık gereksizleşmiştir.

Dolayısıyla, Marx, tartışma konusu ifadeyi, kapitalizmin daha uzun süre yıkılamayacağını ileri sürmek için kullanmamıştı.

“Üretici güçlerin gelişmesi” ile kastettiği de, kapitalizmin içinde barındırabildiği her türden üretici gücü “sonuna kadar” geliştirmesi değildi. Hele tek tek her bir ülkede üretici güçlerin belirli gelişme aşamalarına ulaşması gerektiği türünden bir vurgu, yukarıda da tartışıldığı üzere, Marx’ta bulunmuyor.

Tam tersine, Marx’a göre, kapitalizm, daha kendi yaşadığı dönemde, yıkılmasının maddi koşullarını da yaratmıştı.

Bir kez daha Kapital’e başvurursak: “(...) kredi sistemi, üretken güçlerin maddi gelişmelerini ve bir dünya piyasası kurulmasını hızlandırmaktadır. Yeni bir üretim tarzının bu maddi temellerini böyle bir yetkinlik derecesine yükseltmek, kapitalist üretim sisteminin tarihsel görevidir. Aynı zamanda, kredi, (...) -bunalımları- hızlandırır ve böylece eski üretim biçimini çözüp dağıtacak öğeleri oluşturur.” (Kapital-III, Sol Yayınları, İkinci Baskı, Şubat 1990, s. 390)

Yani, kapitalizm, içinde barındırabildiği üretici güçleri geliştirmekle kalmamış, daha ileri üretim ilişkilerinin maddi var oluş koşullarını da yaratmıştır.

Gerisi ise, teorinin değil, mücadelenin (daha açığı, işçi sınıfı devrimi için mücadelenin) konusudur.

Kuşku duyanlara, Marx’ın diğer siyasal çalışmalarının yanı sıra, 1871 Paris Komünü deneyiminin ele alındığı Fransa’da İç Savaş tavsiye edilebilir...

Bugüne gelirsek...

Üretici güçler, bugün de, gelişmeye devam ediyor. Kapitalizm, yıkılana kadar, “içinde barındırabildiği” üretici güçleri şu ya da bu hızla geliştirmeye devam edecek.

Ama bugün, kapitalizmin “içinde barındırabildiği” üretici güçlerden çok daha fazlasının maddi var oluş koşulları olgunlaşmış durumda.

Tüm insanların zihinsel üretim potansiyelini toplumsal ilerlemenin hizmetine sunmanın bilimsel ve teknik olanaklarının bulunduğu bugün, kapitalizm, insanlığın büyük çoğunluğunu ya üretim süreçlerinin tümüyle dışında bırakıyor, ya da toplumsal ilerlemeye zerre kadar katkıda bulunmayan alanlarda istihdam ediyor. Bir başka deyişle, kapitalizm, bugün, insanlığın üretici güçlerinin büyük bir bölümünü “dışlıyor”.

Feodalizm de, “içinde barındırabildiği” üretici güçlerin gelişimini mutlak olarak durdurduğu için değil, “içinde barındıramayacağı” üretici güçlerin maddi var oluş koşullarının olgunlaşması (makine üreten makinelerle birlikte büyük ölçekli sınai üretimin ortaya çıkışı) ve asıl önemlisi yeni üretim ilişkilerini temsil eden toplumsal sınıfın belirli bir güce ulaşması sayesinde yıkılabilmişti.

Marx’ın yaşadığı dönemden bugüne değişmeyen gerçek şu: Kapitalizm, insanlığın başına ne kadar büyük belalar açarsa açsın, “kendiliğinden” yıkılmaz.

Onu yıkmak gerekir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yorum2006
[ yorumcu ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.08.2013
İleti Sayısı: 772
Konum: Gizli
Durum: Gizli
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

2 kere teşekkür edildi.
Cevap Yazan: yorum2006
Cevap Tarihi: 20.12.2014- 12:44


Erkin Özalp'in yazısındaki saptamalara katılalmamak olası değil. Konuyu iyi vermiş. Yine de çok teorik kalmasın diye birkaç noktayı açmakta yarar var.

Buna geçmeden önce iki sözcüğe değineyim. Bir kere "ekonomi politik" demek yanlış değil. Belki gramer olarak Türkçe gramer değil ama, ekonomi politik ile politik ekonomi veya siyasal iktisat aynı terimdir. Türkiye Marksizm ile Osmanlı döneminde tanışıyor. O dönemde Türkiye'de yaygın olarak bilinen yabancı dil Fransızca. Çoğu Osmanlı aydını da Fransa'da bulunmuş. (Mustafa Suphi de buna dahil). O zaman yapılan ilk çeviriler Fransızca'dan. Fransızca'da sıfatlar isimden sonra geldiğinden Türkçe'ye çevirirken de ekonomi politik denmiş. Eski kitaplarda hep böyle geçiyor, yanlış birşey yok.

Bir de manufaktur lafı geçiyor. Bunu da yabancı dilden alıp terim olarak kullanmışlar. Batı dillerindeki sözcük anlamı, imal etmek, imalat v.b. demek ama, terim olarak farklı. Manufaktur (bazı eski kitaplarda manifaktür veya manüfaktür de geçiyor) üretimin tek başına bir şahsın el emeği olmasından çıkıp, el emeği ağırlıklı olmakla birlikte iş bölümü gerektiren ve bir malın yapımında çok sayıda işçinin emeği olan üretim demek. Yani el emeği ile, emek yoğun ama iş bölümü ile yapılan üretim. Daha sonraki aşamada, daha gelişmiş üst düzeydeki makinalaşma ise ondan sonra geliyor. Gelişmiş kapitalist ülkeler bu manufaktur dönemini yaşamış. Bazı ülkelerde bu yaşanmadan daha ileri kapitalizme geçilmiş.

Esas konu, yani kapitalizmi yaşamadan sosyalizme geçilebilir mi konusu ve kapitalizm içinde barındırdığı dinamikler bitmeden yıkılabilir mi veya bunlar bitince kendi kendine yıkılabilir mi sorusu. Erkin Özalp bunun yanıtını doğru vermiş. Ancak biraz irdelemek gerek. Sosyalizm hep var zaten, düşünce olarak, ideal olarak kapitalizm öncesinde de var. Ancak gerçekleşemiyor. Çünkü üretim ilişkileri buna el vermiyor ve ütopya olarak kalıyor. Bunun gerçekleşmesi için belirli üretim koşulları ve hiç kuşkusuz belirli bir üretim düzeyi gerekiyor. Bu üretim koşullarının en önemlisi de işçi sınıfının bir sınıf olarak ortaya çıkışıdır. Yani işçi sınıfı ortaya çıkmışsa, "kendi halinde sınıf" değil, "kendisi için sınıf" olmuşsa, kapitalizmin yıkılmasının koşulları da var demektir. Kapitalizmin tüm gelişme dinamiklerinin sonuna gelinmesi bu nedenle zorunlu değildir. Zaten işçi sınıfı kapitalizmi bitirmezse, kapitalizm de kendi kendine bitmez. Krizden krize girer ama kendiliğinden ortadan kalkmaz.

Kapitalizmi yeterince yaşamadan sosyalizme geçilebilmesinin en önemli nedeni de, dünyanın bir bütün olması, insanların birbirinden etkilenmesi. Kapitalizmin yeterince gelişmediği ülkelerdeki işçiler, emekçiler ve aydınlar, tabii ki diğer ülkeri biliyor, onlardan etkileniyor. Yoksa bu geçiş olmazdı. Öte yandan, kapitalizmin yeterince gelişmemiş olması demek, işçi sınıfının nicelik ve nitelik olarak güçlü olmaması demektir. Böyle ülkelerde sosyalizme geçiş kolay değil tabii. Burada var olan, "kapitalizmin daha ömrü var, önce onu yaşayacak, ömrü bitmeden bitmez" mantığı değil, onu yıkacak güç henüz yeterli düzeye gelmemiş olabilir ki, esas sorun burada ve yazıda açılmayan yön bu. Aslında kapitalizmin gelişmediği ülkelerde, sosyalist devrimi yapacak olan hareketin yeterince güçlü olmaması ve sağ ve sol sapmaların yaygınlığını Türkiye'de de rahatça görüyoruz.




Bu ileti en son yorum2006 tarafından 20.12.2014- 13:09 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
bedrettin
[ ..... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 30.08.2013
İleti Sayısı: 907
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: bedrettin
Cevap Tarihi: 20.12.2014- 18:05


Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış

Erkin Özalp'in yazısındaki saptamalara katılalmamak olası değil. Konuyu iyi vermiş. Yine de çok teorik kalmasın diye birkaç noktayı açmakta yarar var.

Buna geçmeden önce iki sözcüğe değineyim. Bir kere "ekonomi politik" demek yanlış değil. Belki gramer olarak Türkçe gramer değil ama, ekonomi politik ile politik ekonomi veya siyasal iktisat aynı terimdir. Türkiye Marksizm ile Osmanlı döneminde tanışıyor. O dönemde Türkiye'de yaygın olarak bilinen yabancı dil Fransızca. Çoğu Osmanlı aydını da Fransa'da bulunmuş. (Mustafa Suphi de buna dahil). O zaman yapılan ilk çeviriler Fransızca'dan. Fransızca'da sıfatlar isimden sonra geldiğinden Türkçe'ye çevirirken de ekonomi politik denmiş. Eski kitaplarda hep böyle geçiyor, yanlış birşey yok.

Bir de manufaktur lafı geçiyor. Bunu da yabancı dilden alıp terim olarak kullanmışlar. Batı dillerindeki sözcük anlamı, imal etmek, imalat v.b. demek ama, terim olarak farklı. Manufaktur (bazı eski kitaplarda manifaktür veya manüfaktür de geçiyor) üretimin tek başına bir şahsın el emeği olmasından çıkıp, el emeği ağırlıklı olmakla birlikte iş bölümü gerektiren ve bir malın yapımında çok sayıda işçinin emeği olan üretim demek. Yani el emeği ile, emek yoğun ama iş bölümü ile yapılan üretim. Daha sonraki aşamada, daha gelişmiş üst düzeydeki makinalaşma ise ondan sonra geliyor. Gelişmiş kapitalist ülkeler bu manufaktur dönemini yaşamış. Bazı ülkelerde bu yaşanmadan daha ileri kapitalizme geçilmiş.

Esas konu, yani kapitalizmi yaşamadan sosyalizme geçilebilir mi konusu ve kapitalizm içinde barındırdığı dinamikler bitmeden yıkılabilir mi veya bunlar bitince kendi kendine yıkılabilir mi sorusu. Erkin Özalp bunun yanıtını doğru vermiş. Ancak biraz irdelemek gerek. Sosyalizm hep var zaten, düşünce olarak, ideal olarak kapitalizm öncesinde de var. Ancak gerçekleşemiyor. Çünkü üretim ilişkileri buna el vermiyor ve ütopya olarak kalıyor. Bunun gerçekleşmesi için belirli üretim koşulları ve hiç kuşkusuz belirli bir üretim düzeyi gerekiyor. Bu üretim koşullarının en önemlisi de işçi sınıfının bir sınıf olarak ortaya çıkışıdır. Yani işçi sınıfı ortaya çıkmışsa, "kendi halinde sınıf" değil, "kendisi için sınıf" olmuşsa, kapitalizmin yıkılmasının koşulları da var demektir. Kapitalizmin tüm gelişme dinamiklerinin sonuna gelinmesi bu nedenle zorunlu değildir. Zaten işçi sınıfı kapitalizmi bitirmezse, kapitalizm de kendi kendine bitmez. Krizden krize girer ama kendiliğinden ortadan kalkmaz.

Kapitalizmi yeterince yaşamadan sosyalizme geçilebilmesinin en önemli nedeni de, dünyanın bir bütün olması, insanların birbirinden etkilenmesi. Kapitalizmin yeterince gelişmediği ülkelerdeki işçiler, emekçiler ve aydınlar, tabii ki diğer ülkeri biliyor, onlardan etkileniyor. Yoksa bu geçiş olmazdı. Öte yandan, kapitalizmin yeterince gelişmemiş olması demek, işçi sınıfının nicelik ve nitelik olarak güçlü olmaması demektir. Böyle ülkelerde sosyalizme geçiş kolay değil tabii. Burada var olan, "kapitalizmin daha ömrü var, önce onu yaşayacak, ömrü bitmeden bitmez" mantığı değil, onu yıkacak güç henüz yeterli düzeye gelmemiş olabilir ki, esas sorun burada ve yazıda açılmayan yön bu. Aslında kapitalizmin gelişmediği ülkelerde, sosyalist devrimi yapacak olan hareketin yeterince güçlü olmaması ve sağ ve sol sapmaların yaygınlığını Türkiye'de de rahatça görüyoruz.



Yazdıklarının tamamına katılıyorum. Kapitalizm kendiliğinden yıkılmaz, onu yıkmak gerekir. Kapitalizmin üretici güçleri geliştirme yeteneği de yok olmaz. Onun yıkılması için son hadde kadar gelişmesini beklemek doğru değildir. Yıkabilecek koşullar ortaya çıktıktan sonra, gerekçeler üreterek bundan kaçmak kapitalizmi savunmak, kapitalist saflara geçmek demektir. Erkin Özalp da bunu söylüyor. Marks'ın döneminde dahi bu koşullar varken, bugün bunun çok daha ilerisindeyiz demektir. Buna karşı çıkmak Marks'a   karşı çıkmaktır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 20.12.2014- 18:53


Alıntı Çizelgesi: bedrettin yazmış

Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış

Erkin Özalp'in yazısındaki saptamalara katılalmamak olası değil. Konuyu iyi vermiş. Yine de çok teorik kalmasın diye birkaç noktayı açmakta yarar var.

Buna geçmeden önce iki sözcüğe değineyim. Bir kere "ekonomi politik" demek yanlış değil. Belki gramer olarak Türkçe gramer değil ama, ekonomi politik ile politik ekonomi veya siyasal iktisat aynı terimdir. Türkiye Marksizm ile Osmanlı döneminde tanışıyor. O dönemde Türkiye'de yaygın olarak bilinen yabancı dil Fransızca. Çoğu Osmanlı aydını da Fransa'da bulunmuş. (Mustafa Suphi de buna dahil). O zaman yapılan ilk çeviriler Fransızca'dan. Fransızca'da sıfatlar isimden sonra geldiğinden Türkçe'ye çevirirken de ekonomi politik denmiş. Eski kitaplarda hep böyle geçiyor, yanlış birşey yok.

Bir de manufaktur lafı geçiyor. Bunu da yabancı dilden alıp terim olarak kullanmışlar. Batı dillerindeki sözcük anlamı, imal etmek, imalat v.b. demek ama, terim olarak farklı. Manufaktur (bazı eski kitaplarda manifaktür veya manüfaktür de geçiyor) üretimin tek başına bir şahsın el emeği olmasından çıkıp, el emeği ağırlıklı olmakla birlikte iş bölümü gerektiren ve bir malın yapımında çok sayıda işçinin emeği olan üretim demek. Yani el emeği ile, emek yoğun ama iş bölümü ile yapılan üretim. Daha sonraki aşamada, daha gelişmiş üst düzeydeki makinalaşma ise ondan sonra geliyor. Gelişmiş kapitalist ülkeler bu manufaktur dönemini yaşamış. Bazı ülkelerde bu yaşanmadan daha ileri kapitalizme geçilmiş.

Esas konu, yani kapitalizmi yaşamadan sosyalizme geçilebilir mi konusu ve kapitalizm içinde barındırdığı dinamikler bitmeden yıkılabilir mi veya bunlar bitince kendi kendine yıkılabilir mi sorusu. Erkin Özalp bunun yanıtını doğru vermiş. Ancak biraz irdelemek gerek. Sosyalizm hep var zaten, düşünce olarak, ideal olarak kapitalizm öncesinde de var. Ancak gerçekleşemiyor. Çünkü üretim ilişkileri buna el vermiyor ve ütopya olarak kalıyor. Bunun gerçekleşmesi için belirli üretim koşulları ve hiç kuşkusuz belirli bir üretim düzeyi gerekiyor. Bu üretim koşullarının en önemlisi de işçi sınıfının bir sınıf olarak ortaya çıkışıdır. Yani işçi sınıfı ortaya çıkmışsa, "kendi halinde sınıf" değil, "kendisi için sınıf" olmuşsa, kapitalizmin yıkılmasının koşulları da var demektir. Kapitalizmin tüm gelişme dinamiklerinin sonuna gelinmesi bu nedenle zorunlu değildir. Zaten işçi sınıfı kapitalizmi bitirmezse, kapitalizm de kendi kendine bitmez. Krizden krize girer ama kendiliğinden ortadan kalkmaz.

Kapitalizmi yeterince yaşamadan sosyalizme geçilebilmesinin en önemli nedeni de, dünyanın bir bütün olması, insanların birbirinden etkilenmesi. Kapitalizmin yeterince gelişmediği ülkelerdeki işçiler, emekçiler ve aydınlar, tabii ki diğer ülkeri biliyor, onlardan etkileniyor. Yoksa bu geçiş olmazdı. Öte yandan, kapitalizmin yeterince gelişmemiş olması demek, işçi sınıfının nicelik ve nitelik olarak güçlü olmaması demektir. Böyle ülkelerde sosyalizme geçiş kolay değil tabii. Burada var olan, "kapitalizmin daha ömrü var, önce onu yaşayacak, ömrü bitmeden bitmez" mantığı değil, onu yıkacak güç henüz yeterli düzeye gelmemiş olabilir ki, esas sorun burada ve yazıda açılmayan yön bu. Aslında kapitalizmin gelişmediği ülkelerde, sosyalist devrimi yapacak olan hareketin yeterince güçlü olmaması ve sağ ve sol sapmaların yaygınlığını Türkiye'de de rahatça görüyoruz.



Yazdıklarının tamamına katılıyorum. Kapitalizm kendiliğinden yıkılmaz, onu yıkmak gerekir. Kapitalizmin üretici güçleri geliştirme yeteneği de yok olmaz. Onun yıkılması için son hadde kadar gelişmesini beklemek doğru değildir. Yıkabilecek koşullar ortaya çıktıktan sonra, gerekçeler üreterek bundan kaçmak kapitalizmi savunmak, kapitalist saflara geçmek demektir. Erkin Özalp da bunu söylüyor. Marks'ın döneminde dahi bu koşullar varken, bugün bunun çok daha ilerisindeyiz demektir. Buna karşı çıkmak Marks'a   karşı çıkmaktır.



Kapitalizmi yıkmak için kapitalizmi yıkacak işçi sınıfının ortaya çıkmış olması lazım. Devrimi yapacak partinin yanında olması gereken örgütlü sınıf olmadan sosyalist bir devrimi gerçekleştirmek hiç kolay değil. Kapitalizmi yıkmak lazım, kapitalizm kendiliğinden yıkılmaz, bunlar doğru da, kapitalizmi yıkmak için kitleyle ilişki kurmayı önemsiz sayan örgütlenmeleri savunduğumuz anlamı çıkarılmamalı.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
munzur
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 19.12.2013
İleti Sayısı: 1.075
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: munzur
Cevap Tarihi: 21.12.2014- 13:18


Sosyalizm için işçi sınıfının iktidarı eline geçirmesi gerek. Adı üstünde işçi sınıfı. İşçi sınıfının olmadığı, gelişmediği bir toplumda işçi sınıfının iktidarı alması söz konusu olamaz. Bu yüzden feodal bir sistemden kapitalizm yaşanmadan ve işçi sınıfı ortaya çıkmadan sosyalist devrim yapılamaz. Eşyanın tabiatına aykırı olur bu.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 21.12.2014- 16:29


Alıntı Çizelgesi: munzur yazmış

Sosyalizm için işçi sınıfının iktidarı eline geçirmesi gerek. Adı üstünde işçi sınıfı. İşçi sınıfının olmadığı, gelişmediği bir toplumda işçi sınıfının iktidarı alması söz konusu olamaz. Bu yüzden feodal bir sistemden kapitalizm yaşanmadan ve işçi sınıfı ortaya çıkmadan sosyalist devrim yapılamaz. Eşyanın tabiatına aykırı olur bu.



Genel olarak doğru; sosyalizme geçiş için, -siyasal devrim için- kapitalizmin gelişmesi ve işçi sınıfının örgütlü bir biçimde ortaya çıkması gerek. Peki ama neden? Neden eşyanın tabiatına aykırı? Kapitalizm geliştikçe ve temel sınıflar ortaya çıkınca proletarya tarihsel bilincinin farkına varıp, sistemi değiştirmek mi istiyor; böyle bir bilince mi sahip oluyor? Daha da açalım, köylü Rusya'da 17 Ekim öncesinde ayaklanan kitlelerin en bilinçli kesimleri bile sınıfsız bir toplumun kurulabilmesi için mi mücadele ediyorlardı? Ya da bundan böyle siyasal devrim, kitlelerde, işçi sınıfında böyle bir bilinç ortaya çıkacağı için mi sosyalist devrimin nesnel-öznel koşulu ortaya çıkacak? Bu yüzden mi, sosyalist devrim için işçi sınıfının gelişmişlik düzeyine vurgu yapma gereği duyuyoruz?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
munzur
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 19.12.2013
İleti Sayısı: 1.075
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: munzur
Cevap Tarihi: 21.12.2014- 22:25


Alıntı Çizelgesi: melnur yazmış

Alıntı Çizelgesi: munzur yazmış

Sosyalizm için işçi sınıfının iktidarı eline geçirmesi gerek. Adı üstünde işçi sınıfı. İşçi sınıfının olmadığı, gelişmediği bir toplumda işçi sınıfının iktidarı alması söz konusu olamaz. Bu yüzden feodal bir sistemden kapitalizm yaşanmadan ve işçi sınıfı ortaya çıkmadan sosyalist devrim yapılamaz. Eşyanın tabiatına aykırı olur bu.



Genel olarak doğru; sosyalizme geçiş için, -siyasal devrim için- kapitalizmin gelişmesi ve işçi sınıfının örgütlü bir biçimde ortaya çıkması gerek. Peki ama neden? Neden eşyanın tabiatına aykırı? Kapitalizm geliştikçe ve temel sınıflar ortaya çıkınca proletarya tarihsel bilincinin farkına varıp, sistemi değiştirmek mi istiyor; böyle bir bilince mi sahip oluyor? Daha da açalım, köylü Rusya'da 17 Ekim öncesinde ayaklanan kitlelerin en bilinçli kesimleri bile sınıfsız bir toplumun kurulabilmesi için mi mücadele ediyorlardı? Ya da bundan böyle siyasal devrim, kitlelerde, işçi sınıfında böyle bir bilinç ortaya çıkacağı için mi sosyalist devrimin nesnel-öznel koşulu ortaya çıkacak? Bu yüzden mi, sosyalist devrim için işçi sınıfının gelişmişlik düzeyine vurgu yapma gereği duyuyoruz?



Sosyalist devrimin iktidarı alış sürecinde olsun, sosyalizmin kuruluş sürecinde olsun işçi sınıfının kilit rolü vardır. İşçi sınıfının devrimdeki bu rolü nedeniyle öncü partinin işçi sınıfına ihtiyacı var.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proletersosyalist
Cevap Tarihi: 21.12.2014- 23:00


Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış

kapitalizmin yeterince gelişmemiş olması demek, işçi sınıfının nicelik ve nitelik olarak güçlü olmaması demektir. Böyle ülkelerde sosyalizme geçiş kolay değil tabii. Burada var olan, "kapitalizmin daha ömrü var, önce onu yaşayacak, ömrü bitmeden bitmez" mantığı değil, onu yıkacak güç henüz yeterli düzeye gelmemiş olabilir ki, esas sorun burada ve yazıda açılmayan yön bu. Aslında kapitalizmin gelişmediği ülkelerde, sosyalist devrimi yapacak olan hareketin yeterince güçlü olmaması ve sağ ve sol sapmaların yaygınlığını Türkiye'de de rahatça görüyoruz.


Kapitalizmin yeterince yada ileri kapitalist ülkelerde gelişmediği kadar gelişmemiş ülkelerde işçi sınıfı belki nicel olarak belli ölçülerde zayıf olsa da nitel olarak zayıf olacak diye bir zorunluluk yok.Tam tersine kapitalizmin Avrupa ve ABD'ye göre daha az geliştiği ülkelerin proleterleri nitel olarak çok daha gelişkinlerdir bence.20.yy devrimlerine baktığımızda sosyalist devrimin yaşandığı Rusya da işçi sınıfı nicel olarak batıya göre çok daha zayıftı keza Rus kapitalizmi de öyle ancak ekonomik verilerin tersine Rusya işçi sınıfı nitel olarak çok daha gelişkindi batıya göre.Bunun nedeni de emperyalizm dediğimiz olguyla ilişkili içindedir.Emperyalizm olgusunun oluşmasıyla birlikte emperyalist ülkelerin proleterlerinin önemli bir bölümü kendi burjuvazileriyle işbirliği yapmaya başlamış,onlar da burjuvalarının sömürülerinden nemalanmaya başlayıp bir nevi burjuvalaşmış ve emperyalizm mekanizmasının içine batı proleterleri de büyük ölçüde dahil olmuştur.Kapitalizmin az geliştiği ülkelerde ise bu ülkelerin burjuvalarının kendi proleterlerini işbirlikçiliğe sürükleyecek güce sahip olamamaları ve emperyalizmle birlikte sömürüyle,baskının geri ülkeler üzerinde yoğunlaşması az gelişmiş ülkelerin komünist öncülerinin ve proleterlerinin ve köylülerinin daha keskin bir yapıda olmasına yol açmış ve devrimler rusya,çin,küba,vietnam,kore gibi az gelişmiş ülkelerde olmuştur.Dolayısıyla emperyalizm olgusunun ortaya çıkması ve buna bağlı olarak yaşanan pratikler bize göstermiştir ki kapitalizmin gelişmişliği ve işçi sınıfının nitel olarak gelişmişliği arasında birbirini tamamlayan bir yapı yoktur.

Ayrıca Türkiye de solun çok fazla bölünmüşlük içinde bulunmasının ve yeteri kadar güçlü olmamasının nedeni Türkiye kapitalizminin yeterince gelişmemişliği değil,solun kendisine ait bazı öznel hataların ve yanılsamaların,uluslararası alanda yaşanan bir takım gelişmelerle birleşmesidir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 21.12.2014- 23:15


Alıntı Çizelgesi: proletersosyalist yazmış

Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış

kapitalizmin yeterince gelişmemiş olması demek, işçi sınıfının nicelik ve nitelik olarak güçlü olmaması demektir. Böyle ülkelerde sosyalizme geçiş kolay değil tabii. Burada var olan, "kapitalizmin daha ömrü var, önce onu yaşayacak, ömrü bitmeden bitmez" mantığı değil, onu yıkacak güç henüz yeterli düzeye gelmemiş olabilir ki, esas sorun burada ve yazıda açılmayan yön bu. Aslında kapitalizmin gelişmediği ülkelerde, sosyalist devrimi yapacak olan hareketin yeterince güçlü olmaması ve sağ ve sol sapmaların yaygınlığını Türkiye'de de rahatça görüyoruz.


Kapitalizmin yeterince yada ileri kapitalist ülkelerde gelişmediği kadar gelişmemiş ülkelerde işçi sınıfı belki nicel olarak belli ölçülerde zayıf olsa da nitel olarak zayıf olacak diye bir zorunluluk yok.Tam tersine kapitalizmin Avrupa ve ABD'ye göre daha az geliştiği ülkelerin proleterleri nitel olarak çok daha gelişkinlerdir bence.20.yy devrimlerine baktığımızda sosyalist devrimin yaşandığı Rusya da işçi sınıfı nicel olarak batıya göre çok daha zayıftı keza Rus kapitalizmi de öyle ancak ekonomik verilerin tersine Rusya işçi sınıfı nitel olarak çok daha gelişkindi batıya göre.Bunun nedeni de emperyalizm dediğimiz olguyla ilişkili içindedir.Emperyalizm olgusunun oluşmasıyla birlikte emperyalist ülkelerin proleterlerinin önemli bir bölümü kendi burjuvazileriyle işbirliği yapmaya başlamış,onlar da burjuvalarının sömürülerinden nemalanmaya başlayıp bir nevi burjuvalaşmış ve emperyalizm mekanizmasının içine batı proleterleri de büyük ölçüde dahil olmuştur.Kapitalizmin az geliştiği ülkelerde ise bu ülkelerin burjuvalarının kendi proleterlerini işbirlikçiliğe sürükleyecek güce sahip olamamaları ve emperyalizmle birlikte sömürüyle,baskının geri ülkeler üzerinde yoğunlaşması az gelişmiş ülkelerin komünist öncülerinin ve proleterlerinin ve köylülerinin daha keskin bir yapıda olmasına yol açmış ve devrimler rusya,çin,küba,vietnam,kore gibi az gelişmiş ülkelerde olmuştur.Dolayısıyla emperyalizm olgusunun ortaya çıkması ve buna bağlı olarak yaşanan pratikler bize göstermiştir ki kapitalizmin gelişmişliği ve işçi sınıfının nitel olarak gelişmişliği arasında birbirini tamamlayan bir yapı yoktur.

Ayrıca Türkiye de solun çok fazla bölünmüşlük içinde bulunmasının ve yeteri kadar güçlü olmamasının nedeni Türkiye kapitalizminin yeterince gelişmemişliği değil,solun kendisine ait bazı öznel hataların ve yanılsamaların,uluslararası alanda yaşanan bir takım gelişmelerle birleşmesidir.




Bence tartışmaya açık bir konu. İşçi sınıfının nitel gelişmesinden anlamamız gereken sınıf bilincine sahip olup olmamasıysa, geri kalmış bir ülkede veya az gelişmiş bir kapitalist ülkedeki işçilerin sınıf bilincine sahip olabileceği çok doğru bir tespit sayılamaz. Örnek olarak fazla uzağa gitmeye gerek yok. Türkiye'deki işçi sınıfı nitel olarak daha mı ilerde Alman ya da İsveç işçi sınıfından? Bence değil.




Bu ileti en son solcu tarafından 21.12.2014- 23:23 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Marx, tarihsel ilerlemeyi şemalaştırmış mıydı? melnur 1 4052 23.09.2013- 20:35
Konu Klasör Tarihsel materyalizm nedir? melnur 0 7458 03.08.2013- 16:06
Konu Klasör Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm melnur 9 9327 09.09.2013- 12:55
Konu Klasör Liberalizm-AKP ilişkisinin tarihsel serüveni melnur 0 1182 05.05.2020- 09:07
Konu Klasör Yeniden 'tarihsel blok' üzerine melnur 1 2647 09.06.2019- 10:19
Etiketler   Marx,   tarihsel,   ilerlemeyi,   şemalaştırmış,   mıydı
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS