SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Kolay çare solculuğu           (gösterim sayısı: 3.273)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 02.02.2015- 10:08


Kolay çare solculuğu
Aydemir Güler



Bazı yemekler vardır ya... İncelikleri vardır, bir geleneği oluşmuştur, yerleşik bir tadı vardır. Tabii ki, ayarını tutturmak da her mutfağa girenin haddi değildir.

Bazen bunların başına “kolay” diye bir sıfat eklenir. Olur mu, olur... Dönerin, dolmanın ve başka yemeklerin kolayı... Biraz karikatürü yani.

Kötü müdür, yenmez mi? Niye öyle olsun, canım. Kendince güzel, lezzetli, sağlıklı olabilir pekala...

Toplumsal mücadelede böyle olmuyor.

Toplumsal, siyasal süreçlerde “kolay” diye akla gelen “hiç yoktan iyi” olmuyor. Ehveni şer bile olmuyor. Şer “kolay”ın üstüne yeniden ve yeniden inşa ediliyor siyasette. Kolay çare çoğunlukla bilinçsiz kitlelerin, çaresizlik yüzünden saptığı yoldur.

Dün akşam Nâzım Hikmet Kültür Merkezinde Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komite üyesi sevgili Elisseos Vagenas, “biz seçimlere, 'bu işler seçimle olacak' diye katılıyor değiliz” derken bunu anlatıyordu aslında: “Oy pusulaları önceden yazılır.”

Nasıl mı? Parayla, medyayla, yalnızca egemenlerin, üstelik uluslararası platformda yönlendirebileceği bir dizi mekanizmayla, psikolojik savaşla... Elisseos bir çok ülkede faşist partilerin yükselişinde başka faktörlerin yanı sıra merkez sağı bölerek kendisini alternatif haline getirmeyi tasarlayan sosyal-demokrasilerin de pay sahibi olduğunu söylerken haklıydı.

Burjuva siyaseti sakil projeler pazarıdır. Ve parlamenter burjuva demokrasilerinde seçim bir sonuç değil, yönetim mekanizmasının parçasıdır. Mekanizmayı devralmanın imkansız veya hayal olduğunu, aslolanın onu parçalamak olduğunu Lenin'den yüz yıl sonra hatırlatmak zorundayız. Tekrar tekrar...

Türkiye'de solda kolay çare sayılan, seçim oluyor. Her seçim yaklaştığında umut pazarı da kurulur. Acaba kaç seçim arifesinde “faşizmi sandığa gömmek”, ona buna geçit vermemek adına kaç çeşit mal tezgaha kondu, bugüne kadar?

Şimdi de 2013 Haziran direnişinin büyük kitle potansiyelinin sandığı ele geçirmesi üstünden akıl yürütülebiliyor! Ya unutkanlık, ya manipülasyon. Bir seçenek daha var: bilinçsiz kitlelere özgü olması gereken kolay çare çaresizliği.

Bakın, seçeneklerin hepsi uyuyor... Kürt siyasi hareketi Haziran'ı politik olarak dışlamıştı. Ulusal/etnik kimlikleri kesen kitle hareketi kuşkusuz milyonlarca Kürt yurttaşı da kapsadı. Ama konumuz bu değil, Kürt siyasi hareketinin kendisidir ve bu hareket AKP'nin masanın karşısında oturmaya devam etmesini, Kürt sorununun çözüm koşulu olarak görmüştür. Bu nedenle Haziran'a darbeci denebilmiştir!

Peki şimdi, Kürt hareketine yaslanan “sol” seçim stratejileri nereden çıkıyor? Bu yakın geçmiş unutuluyor mu? Bir şeyler manipüle mi ediliyor? Yoksa çaresizlikten mi?

O gün seçim olsa büyük çoğunluğu CHP'ye oy verecek olan milyonlardan söz ediyoruz Haziran Direnişi derken. CHP, bu dinamiği, sermayenin ve emperyalizmin ilke olarak benimsediği İkinci Cumhuriyet'le yeniden buluşturmanın politikasını gütmüştür. Sarıgül, Yavaş, İhsanoğlu... Geçtim Kılıçdaroğlu'nu, bu üç isim başka nasıl yorumlanabilir? CHP'ye göre siyaset bir proje. AKP nasıl bir proje idiyse, bir CHP iktidarının da olsa olsa sermaye/emperyalizm projesine eklemlendiğinde gerçekçi hale geleceği bunların önkabulü.

Unutuluyor mu, manipüle mi ediliyor, yoksa çaresizlikten mi?

Keşke tuhaflık bunlardan ibaret olsaydı. Keşke kimi sol çevreler Kürt siyasetinin konumlanışını, başkaları da CHP gerçeğini görmüyor, anlamıyor ve temelsiz beklentilere kapılıyor olsalardı. 2015 Türkiye'sinde aynı anda her iki hatayı birden yapanlara ne demeli? Aynı anda bu iki akımın her ikisine dair yanılsamaya kapılanlara, çöpçatanlık düşüyor.

Az önce seçimle ülkeyi değiştirmenin kolay çare sanılabileceğini söylemiştim. Söz konusu iki akımı solcu, halkçı bir eksende birleştirmenin ve bu birleşmeye çöpçatanlık etmenin, kolaydan vazgeçtim, hayal edilmesi bile saçma... İyi de, solun AKP'yi yolcu etmek isteyen kitlelere dayanması gerektiğini söylemiyor muyduk? Tamam işte; CHP ile HDP, Haziran Direnişi fonunda yan yana geldi miydi...

Açık söyleyeceğim; CHP ile HDP'nin AKP'yi bitirmek üzere, bir biçimde aynı kaba su taşıyacakları bir formül Haziran Direnişinin liberalizmle dejenere edilmesi, AKP karşıtı ilerici birikimin yeni bir proje ve tasarımın yapıtaşı haline getirilerek tasfiyesi demektir.

Yanlış anlaşılmasın; Kürtlerin haklarını tanıyan bir CHP ve laikliğe saygılı bir HDP mümkün olmaz, demiyorum. Demiyorum, çünkü Kürt düşmanı CHP'cilik arkaiktir, öte yanda Kürt hareketinin islamileştirilemeyecek damarları vardır. Ama ne biri, ne diğeri, ne de ikisinden türetilmiş bir kolay yemek, Türkiye'de düzenin dengelerini sarsabilecek, düzeni aşabilecek kitle dinamiklerini doyurabilir. Tersine zehirler.

Sol, kendisini sermaye ve emperyalizmden bağımsız bir cephe olarak topluma sunabildiği ölçüde varlık kazanır. Kolay çare arayışı bu varlığın inkarına denktir. Kolay çare arayışı bağımsız bir solu, komünist hareketimizin birikimini hafife almakla da aynı kapıya çıkar.

Bizden söylemesi: Hafife alan yanılır...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 02.02.2015- 10:09


'Du bakali n’olecak' solculuğu
Aytek Soner Alpan



Aziz Nesin’in meşhur öyküsünü bilmeyen pek azdır ama yine de kısaca aktaralım:

Ebul-Fatık El-Mış-kî isimli petrol zengini bir Arap, gayrimenkul satın almak üzere İstanbul’a gelmiştir. Bu esnada pek beğendiği Türk kadınlarından birini de haremine katma niyetlisidir. Ebul-Fatık’ın aradığı kadına ilişkin kriterlerinden biri kadının oldukça saf olmasıdır. Ebul-Fatık nihayet bu saflıkta bir kadın bulur ve onunla evlenir. Necmiye dışarı çıktığı bir günün akşamında gün içinde başından geçenleri kocasına anlatırken, Ebul-Fatık ecel terleri dökmeye başlar. Zira sinemaya giden Necmiye’ye bir adam musallat olmuş, Saf Necmiye’yi sinemada da eve dönüş yolunda da yalnız bırakmamış, kadıncağızı taciz etmeye devam etmiş, nihayet eve girmiş ve kadına tecavüz etmiştir. Necmiye o denli saftır ki başına ne geldiğinin dahi farkında değildir. Ebul-Fatık, Necmiye başından geçenleri anlatırken başlarda samimi bir merakla, ardından endişeyle, nihayetinde çaresizlikle hep aynı cümleyi kurar: Du bakali n’olecak!  

Türkiye’de solun en azından bir bölümünün de en önemli sloganlarından biri haline gelmedi mi Ebul-Fatık’ın “du bakali n’olecak”ları?

2002’de AKP hükümet olur olmaz AKP’nin gerici, işbirlikçi ve emek düşmanı olduğunu söylediğimizde yalnızları oynar vaziyetteydik. AKP belli reform vaatleriyle gelmişti. Üstelik düzenin dışladığı bir siyasi geleneğin temsilcisiydi. Türkiye’deki müesses nizamdan onlar da solcular kadar çekmiş, onlar da mağdur olmuşlardı. AKP, Türkiye’yi Avrupa Birliği yoluna sokmaya son derece kararlı görünüyordu. Bu parti toplumsal olarak dışlanmış kesimlerin ve kimliklerin dışlanmasına son verebilirdi. Refah Partisi geleneği diğer burjuva aktörlerle mukayese edildiğinde Kürt meselesi karşısında farklı bir tutum takınıyor, devlet refleksleri ile hareket etmiyordu. Hem baştan bir takım önyargılarla sürece yaklaşmak bizi bir özne olarak dışarıda bırakabilirdi. Sürecin dışında kalmamak için bize bir tavsiye veriliyordu: Bekleyin, du bakali n’olecak!

Sonra Irak’ın işgali gündeme geldi. Biz işgale karşı mücadele ederken “Yahu bu kadar acele etmeyin. Bir bekleyin!” diyen dostlarımız vardı. Tamam, emperyalizm falan işin içindeydi ama Saddam da zaten sağlam pabuç değildi, üstelik bu sürecin sonunda Kürtlerin özgürlükleri yönünde olumlu sonuçlar ortaya çıkamaz mıydı canım? İhtimali bırak bu yönde kuvvetli emareler mevcuttu. Bir de Halepçe gerçeği, Kürt halkının acıları vardı... Üstelik bu meselenin Türkiye’ye türlü yansımaları olabilir, düzen ani kırılmalar yaşayabilir biz de oradan yürüyebilirdik. Ne yapmalıydık? Elimizi çenemize koyup gelişmeleri yakından takip etmeli ve “du bakali n’olecak” demeliydik.

Ergenekon tezgahının daha ilk gününde bu işten “liberallere gün doğacak” ve “otoriterliğin önü açılacak” dediğimizde kimi çevrelerce “aforoz”   edilmiştik. Bu hiç umurumuzda olmadı ama durum buydu. Aforoz edenler yalnızca “sonuna kadar gidilsin”ci ve “nihayet demokratikleşiyoruz”cu cenah değildi. Bunun yanında meseleyi daha “komplike” bir açıdan “görebilen”, sürecin dinamizmini “kavrayabilmiş”, bu dinamizmin ortaya çıkarabileceği “fırsatlara” dikkat çekenler, sürecin çıktılarının bir mücadelenin konusu olabileceğini söyleyenler de yok değildi. Kesin konuşmadan önce süreç dikkatle izlenmeliydi. Bu süreç, Türkiye’de demokratikleşme yönünde pozitif sonuçlar da doğurabilirdi, AKP’nin konumunu tahkim de edebilirdi. Bu “komplike” dostlarımız hep bir ağızdan bağırıyorlardı: Du bakali n’olecak.

“Arap Baharı” günlerini hatırlayın. Ayağa kalkan Arap halklarının öfkesinin ve enerjisinin arkasına saklanarak siyaset yapılamayacağını, Ortadoğu’da devrimci bir dönüşüm değil, emperyalist bir restorasyon olduğunun altını çizdiğimizde de yine tepkiler vardı. Olan biteni devrim diye adlandıranları bir tarafa koyacak olursak, toplumsal mücadelelerin çok boyutluluğundan, olumsallığından velhasıl bir iki haftalık bir sürece bakılarak kesin karar verilemeyeceğinden dem vuranlar bizi siyaset bilmezlikle suçluyorlardı. Arap halklarının neoliberalizm ve otoriter yönetimler nedeniyle çektikleri acılar malumdu. Unutulmamalıydı ki Mısır’da, Tunus’ta sokak hareketi çok parçalı, çok özneliydi, heterojendi. Her an dengelerde ani değişiklikler olabilir, beklenmedik sonuçlar ortaya çıkabilirdi. İhvan'ı da elimizin tersiyle itmemek gerekirdi. Bu çok parametreli çok değişkenli tablonun dikkatli bir analizi yapılmalıydı. Sürece erken bir aşamada “emperyalist restorasyon” dememek, süreci karşıya almamak gerekirdi. Böyle bir yaklaşım sürecin ortaya çıkaracağı fırsatları görmeye engel olabilirdi. “Du bakali n’olecak”tı.

Ukrayna’da olan biteni görür görmez bunun bir halk ayaklanması değil; içinde Batı sponsorlu Nazi çetelerinin de olduğu bir “renkli devrim” olduğunu söyledik. Demez olsaydık! Böyle denir miydi? On binlerce insan Kiev’in göbeğinde görkemli barikatlar kurup soğuk, kar demeden ölümüne devletle savaşıyordu. Üstelik devlete de kök söktürüyor gibilerdi. Ellerinde AB bayrağı ve Nazi sembolleri olması, bir kaç Lenin heykelinin devrilmesi pek önemli değildi. Süreç mühimdi. Hızlıca karşıtlık kurmadan süreç takip edilmeli ve gözlenmeliydi. Süreç içinde belki hareketin ilerici unsurları ağırlık koyacaktı, kim bilebilirdi ki? Böylece objektif olarak Putin'le aynı safa da düşmemiş olacaktık. Bir durmalı ve bakmalıydık acaba n’olecaktı?

Örnekleri daha fazla uzatmanın manası yok. Bu mantık silsilesine göre her dönemeçte, her kritik uğrakta öncelikle yapmamız gereken açığa çıkıyor herhalde: Sürecin önemini teslim etmek, kritikliği konusunda sağımızı solumuzu uyarmak, sürecin kompleksliğini veri alarak her bir öğeyi dikkatle ayrıştırıp sonra da sonra da kollarımızı bağlayıp “du bakali n’olecak” diye izlemek... Karşıtlığa düşmeden, düşmanlık geliştirmeden, önyargılarla yaklaşmadan...

Peki ya sınıf mücadelesi? O ne olacak?

Bütün bu olanları ilgili bağlamlardaki sınıf mücadelesinin bir yansıması yahut bilfiil somutlanışı olarak görmek; bu mücadelede işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını ön plana koyarak “taraf” olmak ve mücadeleyi oradan tanımlamak olanaklı değil mi?

O "önyargı" denilen sınıf çelişkisi olabilir mi?

Yukarıda sıraladığımız örneklerde olduğu gibi kimi uluslararası süreçlerin mücadele yürüttüğümüz ölçeği ve bölgeyi doğrudan etkileyeceğini ve bir dizi kriter ışığında yaklaştığımızda son derece olumsuz sonuçlar doğuracağını öngörüyorsak, ne yapacağız? Yine de sessiz mi kalacağız, söz konusu sürece “du bakali n’olecak” derken kerhen destek mi vereceğiz?

Siyaset dediğimiz mefhum, hele ki sınıf siyasetinden bahsediyorsak, süreçlerin gözlenmesinden ve analizinden, rezervler konulmasından onda da bir limitin ötesine geçilmemesinden, velhasıl temkinli ve “tam dozunda” tepkiler üretilmesinden mi ibarettir?

Siyasetimizi geliştirirken sınıfsal kriterlerimiz, önceliklerimiz, “iktidar mücadelesi”, “tarih bilinci” gibi pusulalarımız olamaz mı? “Siyaset erbabı” olmak için bunları çöpe mi atmalıyız? Elimizin yanacağını bile bile sobaya elimizi yapıştırmamızın bir anlamı var mı? Her yandıktan sonra "sen yanmasan, ben yanmasam..." diye kendimizi mi avutacağız?

Böyle olsaydı yukarıdaki örneklerin herhangi birinde tavır takınmamız, zamanında müdahil olmamız, kendi toplumsal etkimiz oranında ideolojik saldırılara ve savrulmalara karşı bir mevzi oluşturmamız mümkün olabilir miydi? Dün benimsenmeyen hatta mahkum edilen bu yöntemi bugün başka bağlam ve örneklerde haklı ve “rasyonel” yapan nedir?

Fazla uzattık farkındayım. Yukarıdaki örnekler gibi bu sorular da uzatılabilir ancak önümüzdeki hafta gündem müsaade ederse bu konunun teorik arkaplanını ele almaya çalışacağız diyerek burada keselim.

Ama şimdi şunu diyen çıkar mı, bilmem:

İçinden geçtiğimiz süreci izleyelim diyenlerin tamamını aynı kefeye koymak doğru olmayabilir, onların içerisinde hızlıca sürecin dinamiklerini kavrayıp yön değiştirecekler olabileceği gibi, onlara karşı kümülatif bir tepki geliştirmek sizi bu toplama yabancı kılabilir, onlar arasındaki ayrımları görmezden gelmenize neden olabilir, bir çeşit şeytanlaştırma görüntüsü ortaya çıkabilir. İyisi mi siz biraz süreci izleyin, durun bakalim n’olecak.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör SOLpaylaşım'ın solculuğu hakkında. melnur 0 3801 05.10.2013- 17:05
Konu Klasör Kolay solculuk umut 1 4362 04.11.2014- 17:20
Konu Klasör Kolay gelsin umut 0 2423 10.12.2014- 16:12
Konu Klasör Zor müttefikler ve kolay muhalifler melnur 0 2947 21.05.2017- 12:05
Konu Klasör TKP Genel Sekreteri Okuyan: AKP'ye oy verenleri daha kolay ikna ediyoruz... melnur 0 1 28.03.2024- 06:35
Etiketler   Kolay,   çare,   solculuğu
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS