SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 05.04.2014- 09:20


‘Yönetemezlik’ derken…
Metin Çulhaoğlu


Bir süredir “AKP bu ülkeyi yönetemez durumda” diyoruz…

Bu tespite “Ne yönetememesi? Bal gibi yönetiyorlar işte; yasalarını da çıkarıyorlar, oylarını da alıyorlar” itirazı gelebilir.

O zaman biraz açalım.

Bir iktidar her şeyi çok fazla yönetmeye kalkıyorsa aslında yönetemiyor demektir. Kastedilen, burjuva demokrasilerinde süreçlerin ve işleyişlerin önemli ölçüde “otomatiğe bağlanmış” olmasıdır. Başka bir deyişle, ortada yasalar, yerleşik uygulamalar, teamüller vardır; insanlar bunlardan hareketle yarın ne olacağını aşağı yukarı kestirebilirler. “Meşruiyet” denilen şey de buradan kaynaklanır.

Türkiye’de durum bu mudur?

Soru buysa, “devletteki paralel yapıyı” hemen geçelim. Çünkü mesele bunun çok daha ötesindedir.

Eğer salt belirli bir iktidarın varlığı nedeniyle aynı zaman kesitinde, aynı içerikteki davalarda çok farklı yargı kararları olabiliyorsa…

İktidar, kendisine ters gelen, sıkışmasına yol açan her özel durumu yepyeni bir yasal düzenlemeyle aşmaya çalışıyor ve bunu alışkanlık haline getiriyorsa…

Gerçi her yerde vardır; ama rant paylaşımı verili düzenin kendi dinamiklerinin ve rasyonalitesinin ötesinde aşırı özelleşmiş ve kişiselleşmişse…

Alınan keyfi kararlarda, gelişigüzel getirilen yasaklarda “tasfiye edildiği” söylenen bir dönemin değerlerine atıfta bulunma gereği duyuluyorsa…

Ülkenin en önemli sorunlarından birinin çözümü, bu sorunun tarihselliğinin ve boyutlarının dışında bir iktidarın ve onun başındaki kişinin kısa dönemli siyasal hesaplarına endekslenmişse…

Neyin devletin neyinse siyasal iktidarın tasarrufu sayılması gerektiği birbirine iyice karışmışsa…

Ortada bir yönetememe sorunu var demektir.

Zamanında Özal “Anayasa bir kez ihlal edilirse bir şey çıkmaz” demişti; bugünkü durum ise düzenin kendi meşruiyetinin kaynaklandığı ne varsa hepsinin tecavüz objesi haline getirilmesidir.

Bir kez daha, yönetememe demektir…

* * *

Örneklerin ardından, en az bunlar kadar önemli başka bir noktaya değinelim:

Her sermaye iktidarı belirli bir toplumsal sınıfın egemenliğini sürdürmek için oradadır. Böyledir, ama gerek ideolojisinde gerekse gündelik siyasal söyleminde böyle görünmemek, “halk” söz konusu olduğunda kapsayıcılık ve kucaklayıcılık iddiasında bulunmak zorundadır. Muhalefetteki partilere, karşındaki örgütlü yapılara istediğin gibi çatabilirsin, ama…

Ama bunların ötesinde bu ülkenin yarısını oluşturan insanları, onların değerlerini, eğilimlerini ve yaşam tarzlarını düşman gibi karşına alırsan bu ülkeyi yönetemiyorsun demektir…

Hele onlara iletebildiğin “kucaklayıcı” tek mesaj “size hoşgörü göstereceğim “den ibaretse…

Sadece kendi tabanını, kendisine oy verenleri yönetebilen, üstelik bu duruma razı olup kutsayan, “ben bu destekle gerisini getiririm” diyen bir iktidar, burjuva meşruiyetinin sınırlarını aşan, sorunlu ve yönetemeyen bir iktidardır…

Şimdi…

Önümüzdeki dönemin “kaosa” gebe olduğundan, bir “belirsizlikler dönemine” girildiğinden söz ediliyor. Büyük ölçüde doğrudur, ama bir “inceltmeye” gerek vardır: AKP iktidarı söz konusu olduğunda, “kaosun” ve belirsizliklerin kaynağı, bu iktidarın kendi “belirliliğidir.” İktidarın ne olduğu, neler yapacağı bellidir de, bunun sonucunda gelişebilecek süreçler belirsizdir.

Bu da “yönetememe” durumunun bir başka yüzüdür…

* * *

Türkiye hemen önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine böyle bir ortamda girmektedir…

Bu seçimler önemli midir?

Kuşkusuz önemlidir; siyasette yeni saflaşmaları, önemli birtakım kırılmaları beraberinde getirebilir.

Ancak, bu seçimlerin de iyice kirlenmiş bir ortamda gerçekleşmesi tehlikesi vardır.

Sol, bu seçim dönemine, kafayı yeni kasetlere, “altın vuruşlara” vb. takmadan, ilkelerini şimdiden belirleyerek, gerekli ilişkileri kurarak, “…gitsin de” ruh halinin bu kez “…gelmesin de” havasına dönüşmesine karşı önlemlerini alarak girmelidir.

İktidarın karşısına bu netlikte ve kararlılıkta bir cephe dikilmediği sürece, aslında yönetemez durumdaki iktidar “ben bu ortamdan da özel bir yönetme tarzı çıkarır, işime bakarım” rahatlığını yaşayacaktır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 07.04.2014- 11:00


Seçimlerin sonucu: Örgütlenme zorunluluğu (İstemi Alp Köse)


Merakla beklediğimiz 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri yapıldı. Üzerine çok fazla söz söyleyebiliriz. Seçim sonuçlarının aradan kaç gün geçmesine rağmen hala daha kesinleşmemesi bile bir başlangıç noktası olarak ele alınabilir. Peki nasıl?

Seçimlerden öncesine dönelim: O kadar çok kırılma noktası var ki, yakın tarihi ele alabilme becerimiz bize, görece en doğru yanıtı verecektir.

2013 Haziran Direnişi’nin yakın tarihimizde önemli bir yeri olduğunu, bütün ezberlerin bozulduğunu, bununla birlikte, ‘80’den beri sağcılaşan Türkiye’de sola büyük alan açan bir kalkışma olduğunu biliyoruz. 12 Eylül Askeri Darbesi’nden Haziran Direnişi’ne kadar geçen 33 yılı incelediğimizde, Türkiye İşçi Sınıfı’yla birlikte solun en büyük kazanımı olan ‘örgütlenme’ geleneğine yapılan büyük bir darbe olduğunu da söyleyebiliriz.

Haziran 2013 sonrasında ise programatik ortaklık olmamasına rağmen mutlak AKP karşıtlığıyla bir araya gelen kitlenin, Park Forumları ve çeşitli dayanışma platformlarıyla kendiliğinden bir örgütlenme yoluna gittiklerini gördük. Eylemsel birlik programatik birliğe bir türlü evrilemediği için statükocu CHP ve ‘liberal sol’ dediğimiz kesim, ‘örgütsüzlüğe övgü’ler düzerek halk hareketinin sönümlenmesinde büyük rol oynadı.

Halkı baskı ve zorbalıkla denetim altında tutabileceğini sanan diktatör, derinleşen ekonomik krizle başa çıkabilmek adına emperyalist emellerle Suriye’ye de girmeye çalışmış, ABD ve İsrail’in desteğini çekmesiyle birlikte üstü çizilen bir özne haline gelmiştir. ‘Tek adam’ rolüne soyunan Erdoğan’ın son müttefiki olan Gülen Cemaati’ne ‘kadro’ yetiştiren dershaneleri kapatmak istemesiyle kavga başlamış, MGK kararlarının açıklanmasının ardından da AKP-Cemaat arasındaki kavga geri dönülmez bir durum almıştır.

AKP’yi yaratan ABD-İsrail-Cemaat üçlemesi mutlak birliğini bozmamış, AB’yi de daha somut bir biçimde yanlarına çekerek, Ortadoğu işgal planında farklı işbirlikçi arayışına girmiştir. AKP’siz bir AKP rejimi istediklerinden, Haziran sonrasında büyükkentlerdeki ilerici yurttaşların ağırlıklı olarak kanalize oldukları CHP’yi AKP’leştirme yoluna giderek, AKP’den açılan boşluk doldurulmaya çalışılarak yumuşak geçiş yapılmaya çalışılmış, bu bağlamda CHP-Cemaat-ABD göstere göstere yakınlaşmışlardır. ‘Türkiye’nin Birleştirici Gücü’ sloganıyla seçimlere hazırlanan CHP, taban inisiyatifini önemsemeyerek; faşisti, ülkücüyü, sağcıyı, cemaatçiyi, kemalisti gerçekten de birleştirmiştir.

Türkiye toplumu, Erdoğan’ı gayrı-meşru ilan etmişken, düzen partileri ve sermaye meclisi bu söylemi geliştiremeyince, ortadaki meşruiyet krizi derinleşmeye başladı.

17 Aralık operasyonları sonrasında istifa eden bakanlar, hırsızlıkları, yolsuzlukları, verdikleri ölüm emirleri, katliamları kanıtlanan Erdoğan ve suç örgütü AKP’nin diğer üst düzey yöneticileri; Cemaat-ABD ekseniyle yayınlanan tapelerle bitirilmek istendi. Toplumsal hareketliliği bir kez daha sönümlemek isteyen egemen güçler, özne olan toplumu nesneleştirerek büyük ölçüde de bu planlarında başarılı oldu ve seçimler, çökmekte olan II. Cumhuriyet’in restorasyonu üzerine kurgulanarak, AKP ve CHP olmak üzere iki kutba indirgenmeye çalışıldı.

Toplumun gayrı-meşru ilan ettiği Erdoğan’ı meclis partileri gayrı-meşru ilan edemeyince, AKP’yle birlikte diğer meclis partilerinin de meşruiyeti sorgulanır duruma geldi.

Seçimlere çok az zaman kala, Berkin Elvan’ın cenazesinde toplanan yaklaşık 2 milyon yurttaşımıza yapılan saldırının ardından Erdoğan’ın ve suç örgütü AKP’nin provokasyon girişimleri bütünüyle sonuçsuz kaldı. Seçimlerden birkaç gün önce ise Halk Düşmanları’nın Suriye’ye girebilmek için Süleyman Şah türbesini gerekçe göstermeye çalışmaları, Suriye’ye ait uçağın düşürülmesi derken, Erdoğan Çetesi’nin devleti birkaç kişi ve birimden ibaret gördükleri gerçeğine tanık olduk.

Erdoğan ve suç örgütünün, seçimleri kazanabilmek adına her şeyi ama her şeyi yapacaklarını biliyor ve söylüyorduk. Son tahlilde, öyle de oldu.

Böylesine gergin bir ortamda seçimler yapıldı.

Yurtsever, ilerici ve aydınlanmacı bir toplam olan CHP’li yurttaşlar, seçim güvenliği için ‘görece başarılı’ denilebilecek bir örgütlenme sağladılar. AKP’nin, yapacağını önceden kestirebildiğimiz bütün hileye-hurdaya karşın, CHP müşahitlerinin ve az sayıda parti yetkilisinin haklarını aramaları ve YSK’ya yaptıkları itirazlar sonucunda çok sayıda tutanak ortaya çıkarıldı ve hala daha birçok yerellikte, oy sayımlarının tekrar edilmesi nedeniyle resmi sonuçlar ilan edilemedi.

İlçe Belediyelerinde çok sayıda belediye kaybeden AKP, kendi işine yarayacak büyükşehir yasasıyla birlikte yeni belediyeler kazandı. Gövde gösterisi yapmaya çalışan Erdoğan, klasik balkon konuşmasını da yaptı ve öngördüğümüz gibi, seçim sonrasında daha da saldırganlaşacağının sinyalini verdi.

Öte yandan, türlü oyunlar oynayarak AKP’nin karşısına çıkan CHP; ABD ve Cemaat ile kurduğu ittifaktan sonuç alamadı ve yönetim ile seçmen arasındaki uçurum derinleşmiş oldu.

AKP’yle birlikte, sermaye düzeninin dayanakları olan din-iman-millet siyasetinin olduğu gibi çöktüğünü defalarca kez söyledik. AKP’nin hile ve yolsuzlukla kazanmasının hiçbir şey değiştirmeyeceğini ve bir kere kaybettiği toplumsal meşruiyeti bir daha kazanamayacağını biliyoruz. Ülkücü ve faşist olmasına rağmen Ankara’da halkın desteğini alan ancak kendi çabalarıyla da direnen Mansur Yavaş’ı saymazsak, seçim sonuçlarını ve yenilgiyi direkt kabul eden bir Cumhuriyet Halk Partisi’nden bahsediyoruz. Diğer bir deyişle, halkı ve kendi tabanını temsil etmeyen, tersine, II. Cumhuriyet’in halk partisi olmaya çalışan CHP’den bahsediyoruz.

Tüm bu verileri birleştirdiğimizde, seçim kazanmış bir parti izlenimi vermeyen ve tedirgin bekleyişini sürdüren bir AKP ve AKP’ye benzemeye çalışan ancak ABD ve Cemaat’le kurduğu ittifak sonuç vermeyen bir CHP ile karşı karşıyayız. Milliyetçi-İslamcı yapısı değişmeyen ve AKP tabanından az da olsa oy alarak 2011 seçimlerinde kaybettiği birkaç belediyeyi geri alan MHP ‘yle birlikte, hala daha ‘Çözüm Süreci’ masalına umut bağlayan BDP’nin de AKP ve CHP gibi, herhangi bir somut gelecek vaadinde bulunamadığı açıktır.

Meclis partilerinin tümünün meşruiyet krizi içinde olduğu düşünüldüğünde, Meclis’in bir bütün olarak halkı temsil etmediği bir kez daha açığa çıkmıştır. Sonuca bakıldığında dar anlamda AKP de kaybetmiştir, CHP de. Biraz daha geniş bir perspektifle bakıldığında ise; Erdoğan ve suç örgütü AKP, burjuva partisi CHP, Cemaat, Büyük Ortadoğu Projesi’ne aktör arayışı sürecinde Türkiye’nin üzerini çizerek Suudi Arabistan’a kapı açan ABD kaybetmiştir. Millet-milliyet bağlamında Türklük söylemi topluma yarar sağlamayan MHP ve ‘Çözüm Süreci’ masalıyla AKP’nin meşruiyetini sorgulamayarak somut dünyadan kopan Kürt Ulusal Hareketi’nin temsilcisi BDP de artık tamamıyla kaybetmiştir.

Türkiye’de sermaye düzeni büyük bir gürültüyle çökmektedir, görülmesi gereken gerçeklik budur. Haziran sonrasında Türkiye’de sosyalizmin konuşulur bir seçenek olduğunu söylüyorduk, 17 Aralık sonrasında ise sermaye düzeninin artık sürdürülemez olduğunu ve sosyalizmin seçenek olmaktan çıkıp zorunluluk haline geldiğini, bunun için de örgütlenmek gerektiğini söylüyorduk ki 30 Mart gecesi bunun somut örneğini Dersim-Ovacık’ta görmüş olduk. DHF ile birlikte örgütlenen TKP, ‘olur mu, olmaz mı’ tartışması sürerken, ilk defa bir belediye seçimini kazanmış oldu.

31 Mart tarihli soL’un manşetinde olduğu gibi, seçimin kesin sonucunun ‘mücadeleye devam’ etmek olduğunu, mücadeleye devam edenlerin de örgütlenmeye başladığını, halkın kendi kurtuluşu için kendi örgütlü gücünden başka bir güvencinin kalmadığını da çok net bir biçimde biliyoruz.

Şu anda belki de sorulması gereken soru; “Düzen partilerinin temsil etmekten yoksun olduğu ve inisiyatifi eline almak isteyen aydınlanmacı, yurtsever, eşitlikçi ve özgürlükçü toplamla, Türkiye’nin sosyalistleri ve komünistleri nasıl birlikte hareket edebilir?” sorusudur.

Bu soruya çok çeşitli yanıtlar verilebilir olmakla birlikte, benim vereceğim yanıt, Ovacık Belediyesi’ni kazanan Türkiye Komünist Partisi’nin saflarında örgütlenmekten geçmektedir.

Türkiye emekçileri artık kendi yönetimini kendi ellerine almalıdır. Buradan yola çıkarak da söyleyebiliriz ki seçimlerin sonucu; örgütlenme zorunluluğudur.

sol



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör “Birgün gelecek, zaman bizim olacak, bizim!” proleter 0 4872 02.06.2014- 20:58
Konu Klasör Bu halk bizim, bu vatan bizim. abbas 5 5518 17.10.2014- 23:09
Konu Klasör Emek örgütlerinden 1 Mayıs açıklaması: 'Emek bizim, gelecek bizim!' melnur 1 433 30.04.2023- 00:21
Konu Klasör TKH ve seçimler üzerine... melnur 4 3806 20.04.2019- 02:22
Konu Klasör Bir kez daha seçimler ve solumuz üzerine... melnur 12 10382 22.06.2019- 10:34
Etiketler   Seçimler,   “bizim,   taraf”
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS