SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 12.12.2014- 01:36


BÖLÜM VI

Sovyetler ve Parti


İşçi Temsilcileri Konseyi – Sovyetler, 1905 yılında Rusya devriminin özgün koşullarında tarih sahnesine çıktı. Sovyetler, yalnızca o zamana kadar Rusya’da ortaya çıkan en büyük işçi örgütlenmesi olmakla, daha sonra da Petersburg, Moskova, Odesa ve daha birkaç diğer şehirlerdeki Sovyetlerin oluşuma model olmakla kalmadı, ama aynı zamanda 1905 proletarya devriminde bütün olaylara yön veren, proletaryanın öncülüğünü yapan ve devrimi örgütleyen ve bütünüyle proletaryanın bağrından çıkan bir örgüt oldu. Sovyetler, Paris Komünü’nden sonra dünyada ilk proletarya devrimini başlatan ve sonuçlandıran işçi örgütü oldu.

Trokçi’nin 1905 Devrimi ile ilgili aktardıklarına göre[1] Sovyetler, devrim ürecinde proletarya hareketinin nesnel gelişimi sürecinde ortaya çıkar. Sovyetler, proletaryanın devrimci hareketi içinde, onun devrimci inisiyatifi ile kendiliğinden ortaya çıkan ve proletaryanın örgütlü öncülüğünü temsil eden bir örgüt niteliğini kazanır.

Sovyetlerin çekirdeğini bir kaç yüz Petrograd işçisi oluşturur. Daha sonra o güne kadar edinmiş olduğu deneyimler ve politik anlayışı ile bunun çevresinde kenetlenen öncü işçiler arasında ortaya çıkan ideolojik birliktelik, Sovyetlerin işçi sınıfının yetkin örgütü olmasını sağlar. Sovyetlerin proletaryanın öncü örgütü olarak otoriter nitelik kazanması, onun gerçek bir temsili nitelik taşıması ile mümkün olmuştur. Sovyetler, doğrudan fabrika ve işyeri temsilcilerinden oluşur. Her beş yüz işçiyi temsilen bir delege seçilir. Ancak bu sayılar çok kesin kurala bağlanmaz. Küçük fabrika ve işyerleri bir araya gelerek ortak temsilci seçerler. Yine sendikaların Sovyetlerde birer temsilci göndermesi uygun görülür.

Sovyetlerin kuruluşu parti temeline dayanmaz. 1905 Sovyetleri içindeki delegeler, ağırlıklı olarak sosyal demokratlar ve sosyal devrimcilerden oluşur. Sovyetler içinde farklı fraksiyonların yer alması belirleyici nitelik taşımaz. Çünkü Sovyetlerin oluşumu bizatihi parti hareketinin üzerinde, devrim koşullarında ve işçi sınıfının kendiliğinden hareketi içinde oluşmuştur ve her kim olursa olsun, devrimci fabrika komite temsilcisi olması onun siyasi kimliğinin önünde gelir. Sovyetler de, fabrika ve işleri temsilcileri meclisi niteliğini taşır. İçinde herhangi bir siyasi örgütlenmenin değil, ama proletaryanın özündeki devrim coşkusunu barındırır. Bu koşullar altında Sovyetler, her zaman parti ve fraksiyonların üzerinde yer almıştır.[2]

Sovyetlerin Ekim 1905 genel grev öncesinde yapılan toplantıda, sosyal demokratların önerisi ile Sovyetler içinde yönetim işlevi görecek Devrimci İşçi Konseyi oluşturulur. Konsey bir bildiri hazırlar. Bildiride, proletarya hareketinin en büyük silahı-genel grev çağrısı yapılır. Proletarya için karar anı gelmiştir; işçi sınıfı, bunu ortak Sovyet öncülüğünde karşılamaya hazırdır. Sovyetler içinde bu karar oy birliği ile ve genel grevin uygulanması ile ilgili en küçük bir anlaşmazlık çıkmaksızın alınır. Bu, kuşkusuz devrim anının coşkusu ile açıklanabilecek bir durumdur. Bundan sonra Sovyetler, ilk ortaya çıkışından itibaren devrimin siyesi bilincinin en güçlü, devrimin en vazgeçilmez örgütü niteliğini kazanacaktır.

16 Ekim günü bütün tekstil fabrikaları greve çıkmış, işçilerin etkin olduğu bölgelerde bütün dükkanlar kapanmıştır. Grevin yaygınlaşması ile Sovyetler’in proletarya hareketi içinde etkinliği ve hareketi birleştirme niteliği artar. Grevdeki bütün fabrikalar Sovyetlere bir temsilci gönderir. Sovyetlerin ikinci kongresi 42 fabrika ve 3 sendika temsil eden yüz delege ile toplanır. Tartışma konusu genel grevin yaygınlaştırılması ve Duma’ya yapılacak taleplerdir. Talepler arasında, işçilere düzenli yiyecek sağlanması, toplantı mekanları temini, polis ve jandarma ödeneklerinin kesilmesi, proletaryaya özgürlük için savaşımında silah temini için kaynak sağlanması yer alır!

Çarlığın buna tepkisi serttir. Bütün Petrograd’ta ilan edilmemiş bir sıkıyönetim uygulanır, askerler bütün kenti kuşatır. 17 Ekimde Sovyet toplantısı, Çarlığın askerleri tarafından dağıtılır, ancak Sovyetler bir başka yerde toplantısına devam eder. Sovyetlerin öncülüğünde grevler her tarafa yayılmıştır. Sonunda Çar, bir anayasa manifestosu yayınlamak zorunda kalır.

Kasım sonlarına gelindiğinde Sovyetler, artık üç yüz delege ile toplanmaktadır. Sovyetler, her kesimden geniş halkın temsilcisi durumuna gelmiş, proletaryanın ülke yönetimine Çarlığa karşı ikinci güç odağı olarak ortak olmuştur. Çeşitli kesimlerden gelen insan ve kuruluşlar, Sovyetlere başvurmakta ve içinde bulunduğu duruma çözüm aramaktadır. Yerel sıkıyönetim ilan edilen Litvanya’dan gelen bir grup temsilci, kendilerini Çarlığın zulmüne Sovyetlerin dur demesini ister. Sağlık kuruluşu sendika temsilcisi, Sovyetlerin Kızıl Haç merkezine başvurarak Rus-Japon savaşındaki başarıları nedeniyle hak ettikleri ödülü vermeleri için aracı olmasını ister. Savaş gazileri, Sovyetlerden Çara baskı yapılmasını ister. Sovyetler, Çarlığın işlemeyen adalet sisteminde karşı karşıya kaldıkları haksızlıkları gidermek için Sovyetlere başvurur.

Sovyetlerin etkinliği kent merkezi ile sınırlı kalmaz, Sovyetler kırsal kesimlerden de çeşitli biçimlerde haksızlıkların düzeltilmesi talepleri ile karşılaşır.

Sovyetler giderek geniş kesimlerin desteğini almaktadır; ne var ki, devrim henüz Sovyetleri ülke yönetimine tam olarak el koyacak düzeye getiremez. Gericiler hazırlık içindedir. Sovyetler, son bir girişim yapar ve bir manifesto yayınlar. Bu manifestoda Çarlık hükümetinin iflasın eşiğinde olduğu söylenir. Hükümet, halkın parasını toprak ağalarına aktarmaktadır. Ekonomi, iflasın eşiğindedir. Emperyalist ülkelerden alınan kaynaklar, gerici güçlerin halka karşı güçlendirilmesi için kullanılmaktadır. Ülke iflasın eşiğine gelmiştir. Hükümet derhal istifa etmeli, Kurucu Meclisin oluşturulmalıdır. Sovyetler’in manifesto ile yaptığı çağrı ülke içinde grevler ve barikatlarda yapılan mücadelelerle kendini gösteren geniş bir yankı bulur. Ama Çarlık hükümeti bunu sıkıyönetim ilanı ile cevap verir, merkezi yöneticilerin yetkileri olağanüstü düzeyde aktarılır. Petrograd İşçi Temsilcileri Sovyeti kuşatma altına alınır. 4 Aralıkta, 100 bin işçiyi temsilen toplanan Sovyetler, 7 Aralıkta gene genel grevin silahlı ayaklanmaya dönüştürülmesi kararını alır. Aynı günlerde, demiryolu işçileri temsilcileri de, Sovyetlerin bu kararına katılacağını belirtir. Posta ve telgraf işçileri de bu karara katılır. Ancak bu ölüm/kalım kararına katılım yeterli değildir. Silahlı ayaklanma çağrısı son darbeyi vurmakta başarısız olur, bundan sonra gerileme dönemi başlar.

1917 İşçi Temsilcileri Sovyeti

Şubat 1917 günlerinin üçüncüsünde, 27 Şubat günü devrim artık olgunlaşır. Çarlığın askerleri geri çekilir, halk silahlanır. Ayaklanan proletarya, Çarlığın en sadık birliklerini etkisiz hale getirmeyi başarır. Ayaklanan halk, askeri depoyu ele geçirir, Adalet Sarayını basar. Bina ateşe verilir. Bunu İçişleri ve Saray bakanlarının ve valinin konaklarının kundaklanması izler. O gün öğlen vakti Petrograd, yer yer alevlerin ve proletaryanın haykırışlarına karıştığı bir savaş alanına dönüşür. Kışlık Saray’ın bembeyaz kesilmiş damında artık kızıl bayrak dalgalanmaktadır.

Şubat günlerinde devrim bir anda gelmişti. Troçki’nin de kabul edeceği gibi, bütün devrimciler, İncil’deki çılgın bakireler gibi apansız yakalanmıştı. Çünkü inisiyatif proletaryanın bizatihi kendisinden geliyordu. C.C.I.G. işçi temsilcileri,[3] hapisten çıkar çıkmaz, Duma’daki yandaşları ile bir araya gelerek ortak tartışma için bir oda (13 no.lu oda) elde eder. Orada, halkça sevilen bu liderler grubu, anısı 1905’ten beri bütün işçi sınıfını büyümekte olan Sovyetleri yeniden diriltme kararı alır. 1905 Sovyeti ilk lideri olan Khrustalov’un da aralarında bulunduğu bir gurup bir bildiri yayınlar. Bildiride, aynı akşam toplantı yapılacağı, fabrikalardan her bin işçi başına bir temsilci gönderilmesi, daha az işçi çalıştıran fabrikaların ise bir temsilci göndermesi istenir. Şubat devriminin üçüncü günü, 27 Şubatta 250 delegenin katılması ile 1917 Sovyetinin ilk toplantısı gerçekleştirilir. Şubat devrimi, artık yola koyulmuştur.

Sovyetler, devrimci önlemlere girişir. İmparatorluk sarayı ve darphaneye devrimci muhafızlar gönderilmesi, beslenme komisyonu kurulması, askeri komite kurulması, mahalle komiteleri oluşturulması kararlaştırılır. 1905 yılının kısa ömürlü İzvestiya gazetesinin yeniden çıkartılması kararlaştırılır. Devrim artık yola koyulmuştur.

Sovyetler, devrim koşullarında ortaya çıkmış ve doğrudan proletarya temsilcilerinin katılımı ile oluşturulmuş devrim müfrezeleri olagelmiştir. Gerek Ekim 1905 yılında ilk olarak tarih sahnesine çıkmaları, gerekse Şubat 1917 devrimci hareketi içinde yeniden oluşturulması döneminde Sovyetler, her zaman için partiler üstü nitelikte, proletaryanın doğrudan temsilciliğini öngören niteliğini sonuna kadar korumuştur.

Ama, Sovyetlerin bu partiler üstü niteliği ve bunu koruma kaygısı, hızla büyüyen proletarya hareketinin anlık gelişmelerine cevap verecek nitelikte değildi. Lenin ve Bolşevikler, bu açıdan Sovyetlerle sürekli çekişme içindeydi. Bolşevikler, geçici hükümetin artık iyice ortaya çıkmış olan gerici politikalarına karşı Sovyetlerin tavır alamamasını eleştirmekteydiler. Sovyetler ve Sovyet önderleri, itidal öneriyordu. Bu ise Bolşevikleri rahatsız etmekteydi. Hükümet, Sovyetlerin varlığı ile ortaya çıkan ikili iktidara açıkça meydan okumaktaydı. Sovyetlerin geleneksel parlamentarizmin yerini almasının erken olduğunu savunan ve iktidarı bizim ellerimize teslim edin ve gidin diyecek bir parti yoktur diyen Çertelli’ye Lenin, böyle bir parti var diyerek meydan okuyacaktı.

Sovyetlerin bu itidal politikası, bir taraftan geçici hükümet için soluklanma anlamına gelirken, diğer taraftan da Bolşeviklerin yol almasına yol açmıştı. Nisan ayından beri Bolşevikler sanayi merkezlerinde güçlenmekteydiler. Petrograd Sovyeti işçi seksiyonunda Bolşevikler çoğunluktadır. 1 Haziranda Petrograd Sovyeti'nde çoğunluğu ele geçirirler. Öte yandan Petrograd Fabrika Komiteleri Konferansında Bolşevikler ezici çoğunluğa sahiptir. Nisan ayı sonlarında Bolşevik askeri komisyonu, Kızıl Muhafız Alayı’nın nüvesini oluşturan silahlı proletarya milisi oluşturma kararı alır.

Lenin, artık Sovyet yönetiminin pasif politikasına bir ihtarda bulunmak istiyordu. Bunun için 10 Haziranda büyük bir kitle gösterisi hazırlığına girişti. Ama Sovyet Merkez Yürütme Komitesi, her türlü gösteriyi yasakladı, bunun yerine kendisi “Demokratik Cumhuriyet” lehine kitle gösterisi düzenleme kararı aldı. Ama bu gösteri, tümüyle Bolşeviklerin etkisi altında gerçekleştirildi, beş yüz bin kişi, Bolşeviklerin sloganını büyük bir coşku ile benimseyip Bütün İktidar Sovyetlere sloganını söyledi.

Bütün bu gelişmeleri yakından izleyen geçici hükümet, son bir girişim olarak bir askeri darbe girişimi başlattı. Ama bu darbe savuşturuldu. Bu darbenin proletarya içinde oluşturduğu coşku, Sovyetlerin konumunu yeniden ön plana çıkardı. Ama bu sefer, bütün Sovyetlerde Bolşevikler çoğunluğu ele geçirmeye başladılar. Artık Sovyetlerin Bolşevikleşme süreci başlamıştı. Petrograd Sovyeti, pasif yönetimi değiştirecek, Troçki’yi büyük bir çoğunlukla başkan seçilecekti. Petrograd Sovyetinin toplandığı Smolny, artık Bolşeviklerin elindeydi.

Devrim Sonrası Sovyetler

Bolşeviklerle Sovyetler arasında oluşan ikilem, esas olarak uzunca süre Sovyetler içinde ağırlığını korumuş olan Menşevik ve aşırı solcularla diğer parti temsilcileri arasındaki uzlaşmazlıktan kaynaklanıyordu. Menşevikler, esas olarak Sovyetleri proletaryanın mücadele aracı olarak görme eğilimindeydiler. Oysa 1905 ve 1917 Sovyetlerinin örgütlenişi ve işleyişi, esas itibarı ile proletarya hükümeti biçimindeydi. Bu tabii, demokratik devrimin sürdürülmesi savunan Menşevikler için zımnen Sovyetlerin bu niteliğini dışlama anlamını taşıyordu. Sol sosyalistler ise, Sovyetleri işçi sınıfının mücadele aracı olarak görüyor, böylece parti ve sendikalar yerine Sovyetleri geçirmek istiyorlardı.[4]
Devrim sonrasında Sovyetler içinde Menşevik ve diğer parti temsilcilerinin varlığı uzun süre devam etti. Bu durum, devrim sonrasında da muhtemelen Bolşevik parti ile Sovyetler arasında soğukluğun sürmesine yol açmış olmalıdır. Devrimi yapan Bolşevik partiydi, ama Sovyetler içinde Bolşevik, Menşevik, her kes eşitti; çünkü Sovyetler, proletaryanın temsilcileri olarak her şeyin üzerindeydi.

Şubat ve Ekim devrimlerinde Sovyetlerin öncü niteliği biliniyor. Artık, devrim başarılmış, geçici hükümet üyeleri tutuklanmış, “tüm iktidar Sovyetlere” sloganı hayata geçmiştir. Sovyet iktidarı kurulmuş ve sıra bunun anayasal çerçevesinin oluşturulmasına geçilmiştir. Proletarya devletinin Sovyetler temelinde şekillendirilmesi üzerinde çalışılır. Şubat 1918’e kadar, herkes Sovyetler için oy kullanabilirken, bu hak sendika üyesi olan ve bir yerde çalışan 18 yaşını doldurmuş kadın ve erkeklere tanınır. Öte yandan, işçi çalıştıranlar, iş adamları, tüccar, dini kurum çalışanları, eski polis ve jandarma mensupları, eski aristokratlar, akli yetenekleri olmayanlar, sağır ve dilsizler ve yüz kızartıcı hüküm giymiş olanların seçme hakkı kaldırılır.

Kırsal kesimde, Volost, yani ilçelerde her yüz kişide bir Sovyet delegesi seçilmesi kabul edilir. Volost Sovyetleri, Uyezd, yani kent Sovyetlerine delege gönderir. Uyezd Sovyetleri, Oblast, yani eyalet Sovyetlerine üye gönderir. Burada işçi delegeleri de bulunmaktadır.

Petrograd Sovyeti, bir hükümet biriminin sosyalist devlet içinde nasıl çalıştığını tipik olarak yansıtacak bir örnek olarak ele alınabilir. Bu Sovyet, bin iki yüz delegeden oluşmakta ve normal koşullar altında, her iki haftada bir toplantı yapmaktadır. Sovyetler içinden, partilerin temsil oranına orantılı olarak seçilen yüz on üyeli Merkez Yürütme Komitesi, aynı zamanda bütün siyasi parti, sendikalar, fabrika işleri komitesi ve diğer demokratik kuruluşların temsilcilerinin katılımı ile faaliyet gösterir.

Şehir Sovyetlerinin yanı sıra Rayori, Bölge Sovyetleri vardır. Bunlar, şehir içinde Şehirlerin ait olduğu bölgelerden gelen delegelerden oluşur. Rayori Sovyetleri, aynı zamanda kendilerine ait bölgeleri yönetirler. Doğaldır ki, bazı bölgelerde fabrikalar yoktur ve bu nedenle, bunların Şehir veya Bölge Sovyetlerinde temsili söz konusu olmaz. Ancak, Sovyet sistemi esnektir; bu bölgelerde oturan emekçi sınıf ve katmanların Sovyetlere delege göndermeleri mümkündür.

Sovyetlere seçilen delegelerin görevleri belli bir süresi ile sınırlı değildir. Temsil görevlerine son verilmesi mümkün olabilmektedir. Bu şekilde, kamu oyunun en hassas ve temsili bir biçimde yansıtılması sağlanmaktadır.

En az iki yılda bir Bütün Rusya Sovyetleri Kongresi düzenlenir. Bunun için delege seçimi, doğrudan genel seçimlerle gerçekleştirilir. Delegeler, eyaletlerde her yüz yirmi beş bin kişi başına, şehirlerde her yirmi beş bin kişi başına bir seçilir. Ancak Bütün Rusya Merkez Yürütme Komitesi veya Rusya işçi sınıfının üçte birini temsil eden halkın talebi ile herhangi bir zamanda toplantı yapılabilir. Yaklaşık iki bin kişiden oluşan bu organ, başkentte toplanır, temel ulusal politikalar üzerinde karar alır, Merkez komiteyi seçer.

Sendika ve Demokratik Kuruluş temsilcilerini katılımı ile genişletilmiş Sovyetler Merkez Yürütme Komitesi, Sovyetler Birliği parlamentosunu oluşturur. Yaklaşık üç yüz elli kişiden oluşur. Yetkileri, Bütün Rusya Sovyetler Kongresi ile çizilmiştir ve ona karşı sorumludur. Örneğin, Merkez Komitesi, Almanya ile barış yapılması önerisinde bulunabilir, karar, Sovyetlere aittir. Genişletilmiş Merkez Komite hükümet komiserlerini seçer.

Sovyetlerin Bolşevikleşmesi Sovyetler Birliği Anayasası, Sovyetler Cumhuriyeti’nin esaslarını ortaya koyuyordu. Ama bu sadece bir başlangıçtı. Anayasa ile getirilen esaslar ve proletarya devrimin içinde bulunduğu acil durumlar çerçevesinde Anayasada yer alan hükümlerden da güç alarak Sovyetlerin Bolşevikleştirilmesi politikası hızla sürdürüldü. Ekim devrimi ile Bolşevikleştirme, Sovyetlerin Partilileştirilmesi ile özdeşleşmekteydi. Öyle ki, Sovyetlerin partilileştirilmesi, Lenin’in hayatta olduğu süre içinde tamamlanmış olacaktı.

Ekim devrimi, Bolşeviklerin işçi sınıfını kucaklaması ve belli ölçüde Sovyetler içinde özellikle Bolşevik olmayan unsurlara rağmen gerçekleştirilmişti. Sovyetler içinde burjuvazi ile uzlaşmayı seçen Menşevikler yanı sıra, özellikle tarımsal kesimde mülk sahibi sınıfların temsilcileri olan Sosyal Devrimciler yer alıyordu. Bolşevikler için Sovyetler hiç de güvenilir bir nitelik taşımıyordu.

Bolşeviklerin Sovyetlere karşı duyduğu güvensizlik ve güç odaklarındaki kayma süreci, 1918 yılında hazırlanan anayasa taslağına yansımış bulunmaktaydı. Sovyetler, devletin en üst organını temsil ediyor olmasına karşın, büyük ölçüde hazırlanan taslağa göre kabul edilen anayasa, Sovyetlerin gerçekten en üst organ niteliğinde olamayacağını gösteriyordu. Bolşevik parti, hızla oluşturulan parti yönetimi ve parti direktifi doğrultusunda belirlenen icra organları aracılığı ile ülkenin gerçek hakimi durumuna dönüşüyordu. Beşinci Bütün Rusya Kongresinde gerek halk komiserleri ve gerekse Sovyet İcra Konseyi’nin bir önceki toplantıdan bu yana temsil ettikleri organların faaliyetleri hakkında bir rapor sunma gereği duyulmamıştı. Gerçekte anayasa, Sovyetlere ait bütün fonksiyonları, Sovyetlerin daimi temsilciliği niteliğinde olan ve artık tümüyle Bolşevik parti tarafından belirlenen İcra Konseyine devretmişti. Sovyetler içinde aynı yetki devri, Sovyetlerin meşruiyetinin temelini oluşturan yerel Sovyetler için de geçerliydi; onların da yetkileri olağanüstü koşullar öne sürülerek üst kurullara devredilmişti. Sovyet anayasasında egemenliğin tabandan tavana olması kabul edilmiş, yerel Sovyetlerin, Sovyet sisteminin nüvesi olduğu kabul edilmişti. Ama Sovyetlerin alt birimlerine ait yetkilerin olağanüstü koşullar nedeniyle üst birimlerce kullanılması süreci devam etmekteydi. Artık Sovyetlere ait olan bütün yetkiler, Daimi İcra Komitesine geçmişti. Bu durum kimi partililer tarafından karşı çıkılmış, yerel Sovyetlerin tümüyle üst Sovyet organlarının denetimine girmesinin sakıncaları dile getirilmişti. Bunu önüne geçilmesi için “devrimci komiteler” oluşturulması, yerel Sovyetlerin onların emrine verilmesi önerileri yapıldı. Ama tabii, bu anayasaya aykırıydı. Sovyet örgütlenmesi içinde istisna maddesine dayalı merkezileşme süreci tam hızla devam etti.

Yine de, Sovyetlerin en üst organı olan Daimi İcra Konseyi, Halk Komiserlerinin üzerinde bulunuyordu. Halk Komiserlerinin kararlarını geri çevirmek, hatta onun adına karar çıkartmak yetkisine de sahipti. Ama, devrimin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle öngörülen "olağanüstü savaş hali” gerekçesi ile getirilen uygulama, Halk Komiserliğinin zamanla İcra Komitesi denetimini aşmasını sağladı. İç savaş ve ulusal tehlike gibi gerekçeler, gerek yasama ve gerekse icra düzeyinde Halk Komiserlerine karar verme ve yürütme erki sağladı. Halk Komiserlerinin tümüyle parti üyeleri olduğu ve böylelikle ülke yönetiminin tümüyle Bolşevik parti yönetimine geçmesi sürecine geçilmişti.[5]







Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 12.12.2014- 01:38


Sovyetlerdeki merkezileşme sürecinin nitelik olarak bir benzeri, Bolşevik parti içinde de yaşandı. Ama bu bir anlık ortaya çıkan bir durum olarak değil, ama olağanüstü koşullar içindeki gelişiminde Sovyetlerin gözden düşmesi ve bunun yerini parti demokrasisinin alması ile belli bir süreç içinde kendini gösterecekti. Sovyet örgütlenmesinin kendi içinde alt birimlerin üst birimlere tabi olması şeklinde tavandan tabana örgüt anlayışına geçilmesi ile birlikte, doğrudan Parti üst yönetiminden oluşan Halk Komiserleri, artık bütün önemli kararları alan tek yetkili organ haline dönüştü. Artık Bolşeviklerin tüm Sovyetler içinde hakim duruma geçme utkusu hayata geçirilmişti.

Devrim, olağanüstü koşullar altındaydı ve gerçekte hala daha devam ediyordu. Bu koşullar altında devrimci partinin hakim konumu esastı. Bunu Troçki de 1920’deki Komintern kongresinde devrimin hala daha sürdüğünü, iktidara geçiş ile olağanüstü geçici durumun bitmediğini söylüyor ve buna Polonya hükümeti ile varılacak barış anlaşmasını örnek gösteriyordu. Bu kararı elbette ki Hükümet Komiserleri vermeliydi. Hükümet Komiserleri kimin tarafından desteklenecekti? Buna işçi sınıfının devrimci kontrolü ile cevap verilebilirdi, ama bu kaotik bir durum yaratırdı. Bu nedenle, parti merkez komitesi bir araya gelir ve gerekli kararı alırdı.

Ne var ki, parti merkez komitesi bile geniş bir katılımı oluşturmaktadır. Belli bir zaman sonra merkez komitesi yetkilerini çok daha dar bir kadrodan oluşan politbüroya aktaracaktır.

Artık parti kongreleri, merkez komite toplantıları ve politbüro toplantıları her konuda karar almaktadır. Brest Litovsk anlaşması, parti merkez komitesinde onaylanır. Kamuoyunu ilgilendiren irili ufaklı konular parti içinde kararlaştırılır. NEP kararı, Lenin tarafından 10. parti kongresinde ilan edilir. Halk Komiserlerinin aldığı bütün kararlar, parti kurullarında tartışılarak karara bağlanır. Yürütme organlarının parti tarafından kontrol edilmesi, parti üyelerinin sürekli olarak en üst devlet kademelerinde yer alması ile sağlanır. Zamanla bütün merkezi idari kademeler ve Yerel Sovyetler’de Bolşevik olmayan unsurlar tasfiye edilir. Bütün Sovyet kurullarında parti disiplinine uyan partililerin yer alması öngörülür. Partililerin, bütün devlet idarelerinde yer alması teşvik edilir. Partililer sendika üyesi olacaklar, bütün çalışma alanlarında, atölyelerde, halkın içinde ve bütün kurumlarda yer alacaktır.[6]

Zaman zaman Sovyet rejiminin parti disiplinine sıkı sıkıya bağlı partililerden oluşmasının sakıncalarını dile getiren uyarılar yapılıyordu. Parti Sovyetlerin yerine geçmemeliydi, partililerin görevi, ülkenin yönetimini ele almak yada bizzat fabrikalarda, hayatın her alanında günlük işleri üstlenmek olmamalıydı. Parti, proletarya ideolojisini savunmak ve proletarya devletinin öncülüğünü üstlenmek durumunda olmalıydı. Ama olağanüstü koşullar nedeniyle öyle bir hale gelinmişti ki, parti, devlete ait her konuda nihai karar alma yetkisine sahip hale gelmişti. Lenin, bu durumdan şikayet ediyor, her konunun parti politbürosuna getirilmesini eleştiriyor, en azından Halk Komiserlerinin yetkisini artırılmasını istiyordu. Bu amaçla Lenin, parti ve Sovyetler ve parti organları ile Sovyet organları arasında bir işbölümü ve ayrıma gidilmesini istedi. Lenin, partinin her konuda söz sahibi olması ve Sovyetler Birliği’nin tümüyle partinin güdümünde, proletaryanın denetiminden uzak, katı bir merkeziyetçi yapı kazanmasından endişe duyuyor, bunun için parti merkez komitesi sayısının artırılması, parti üyeliklerinin gözden geçirilerek son zamanlarda özellikle devlet bürokrasisinden kaynaklanan parti üyeliklerinin daraltılmasını öneriyordu. Partinin devlet ve hükümet işlerine bu kadar karışması, onun ideolojik konumundan uzaklaşması tehlikesini içeriyordu. Parti, ideolojik olarak güçlenmeli, günlük hayatı aşan, mevcut siyasetin üzerine çıkan, geleceğe yönelik politika üreten, devrimi sürdürecek öncü bir güç niteliğinde olmalıydı.[7]

Partinin devlet bürokrasisinin içinde boğulmasına karşı devlet makinesinin basitleştirilmesi ve mükemmelleştirilmesi amacıyla bir Devlet Denetim Komiserliği oluşturuldu. Bu Komiserliğe Stalin atandı. Bu Komiserlik, aynı anda Politbüro içinde de temsil edilecekti. Esas olarak tüm devlet işlerinin denetimi görevini üstlenen bu Komiserliğin adı daha sonra İşçi ve Köyü Kontrol Komiserliği olarak değiştirildi. Stalin’in başında olan bu komisyon faaliyetleri çok tartışma yarattı. Ama zamanla komiserliğin adı SSCB Komiserliği adını aldı ve yetkileri genişletildi. Zamanla çok geniş bir partili kesimin devlet üzerinde denetim işlevini sürdürdüğü bu Komiserliğin faaliyetleri sayesinde Stalin, devlet ve parti üzerinde tam bir hakimiyet sağlayacaktı. Zamanla Bolşevik parti, Sovyetler Birliği içinde her türlü kamusal eylem içinde damgasını vuracak, kararları resmi ve yarı resmi kuruluşlar için bağlayıcı nitelik taşıyacaktır.
________________

[1] Leon Troçki, The 1905 Revolution, Chapter 8: The Creation of Sovyet Workers’ Deputies, Trocki Archive, Marxist. org.

[2] Troçki’ye göre, Sovyetlerin tüm proletaryayı kucaklaması için Sovyetlerin partiler-üstü niteliğini koruması gerekir. Ama bu yine de parti ve Sovyetler arasında ilişkilerin ne olduğunu açıklamaz. G. Lukacs, bu konuda bir başka yaklaşımda bulunur: “1905’te ilk ve gelişmemiş biçimiyle dahi işçi Sovyetleri, bir karşı hükümet olma karakteri göstermiştir. Diğer sınıf mücadelesi organları, taktik açıdan burjuvazinin kesin egemenlik dönemine bile uyabilirken, yani bu koşullar altında da devrimci tarzda işleyebilirken, İşçi Sovyetlerinin özelliği, burjuvazinin iktidarı karşısında onunla rekabet eden bir hükümet durumunda olmasıdır. ”. G. Lukacs, Lenin’in Düşüncesi – Devrimin Güncelliği, Belge Yay., s. 68.

[3] 1915 yazında başlayan kargaşa sırasında, bir çok mahalli yönetici veya Zemtsvo milletvekili, beslenme servisleri ile milli savunma sanayiinin yönetimini ele almaya girişir. Bu arada hükümet bir oldu bittiye getirilerek Savaş Endüstrileri Merkez Komitesi, C.C.I.G. oluşturulur. Francois Xavier, Coquin, 1917 Rus Devrimi, May Yayınları, S. 30.

[4] F. Xavier Coquin, a.g.e., s. 69.

[5] E.H.Carr, a.g.e., s. 142.

[6] Lenin, uzun yıllar polis baskısının dayattığı son derece sert koşullar altında mücadele veren partisine çok güveniyordu. Ama böylesine güç koşullar altında kalan partinin uzun yıllar gizlilik ve örgüt içi demokrasisinin olmadığı koşullar altında kalması, R. Luxemburg’un da işaret ettiği gibi, tipik Blankist örgüt olma tehlikesini içeriyordu (Bkz: R. Luxemburg, Centralisme et Demokratie, Paris, 1946, s. 21; aktaran, A. Kollontai, L’opposition Ouvriere, Seuil, Paris, 1974.) Bu koşullar altında çalışanlar için parti her şey demektir. Devrim sonrasında da parti, bütün diğer Sovyet kurumlarının üstünde geldiği düşünülmüştür.

R. Luxemburg’un bu konuda Lenin ve Troçki hakkında derin kaygılara sahip olduğu biliniyor. Luxemburg, Lenin ve Troçki’yi Kautsky ile kıyaslar ve her ikisinin de sosyalist demokrasi ve diktatörlük kavramları konusunda iki aşırı uçta yer aldığını söyler. Kautsky, bunu salt demokrasi olarak algılarken, Lenin ve Troçki ise salt diktatörlük olarak, yani bir avuç insanın, tipik burjuva diktatoryası modeline benzer nitelikte algılamaktadır. Luxemburg’a göre Lenin ve Troçki, sosyalist diktatörlüğü bir sınıf diktatörlüğü, yani bütün kitlelerin aktif olarak ve sınırsız biçimde katıldığı, ve bu nedenle sınırsız nitelik kazanan demokrasi anlayışından çok, bir parti ya da bir kliğin diktatörlüğü olarak algılamaktadır (Rosa Luxemburg, The Russian Revolution, Internet Marksizm Arşivi)

[7] Stalin için parti demek, her şey demekti; hatta Leninizm bile bunu anlatıyordu. Bir keresinde, Leninizm'in kurallarını şu şekilde tanımlayacaktı: “Uzlaşmacı partiler, yaklaşan devrim için en tehlikeli unsurdur, düşmanın – çarlık ve burjuvazi – bu partilerin izole edilmeksizin yenilemeyeceğin, bu nedenle proletarya devriminin bu partilerin izole edilmesine yönelik mücadele olarak anlaşılması gerekir”.( J.V. Stalin, The October Revolution and the Tactics of the Russian Communists,:December 1924). Stalin’in siyasi mücadele olarak anladığı şey, Çarlık döneminden kalma geleneksel saray entrikalarını andıran partiler arası çekişmedir. Nitekim, Ekim devrimi dönemi ile ilgili yaptığı çözümlemede, proletaryanın devrimci durumunu yansıtmaktan çok, saray çevrisinde olup biteni aktarır: “Ekim devriminde karşılıklı güç dengesi başka bir düzeye ulaşmıştı. Çar gitmişti. Kadet partisi, uzlaşmacı tavrını terk etmiş, artık hükümette hakim konuma gelmiş, emperyalizmin sözcüsü olmuştu. Mücadele artık çarlık ve halk arasında değil, burjuvazi ve proletarya arasında idi. Bu dönemde Sosyal Devrimciler ve Menşevikler gibi küçük burjuva demokratik partiler emperyalizm için çok tehlikeli toplumsal destek sağlamaktaydılar. Neden? Çünkü, bu partiler, emperyalizm ile emekçi kesim arasındaki uzlaşmacı nitelik taşıyorlardı. Bolşevikler de bunu yaptı, bu partileri izole etme yoluna gitti. Herkes Bolşevikleri bu partilere karşı katı davranmakla suçladı, ama ancak bu sayededir ki, Bolşevikler başarılı oldular.”




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 12.12.2014- 01:42


BÖLÜM VII

Teori ve Pratik



Ekim 1917 devrimi, Lenin’in Nisan Tezleri ile özetlediği ilkelerle yola çıktı. Ama devrimin gerçekleştirilmesinden itibaren atılan ilk adımlarda Nisan Tezleri’nin Barış dışında kalan ilkelerin tümü ters yüz edilmişti. Artık tüm doğrudan etki alanı içinde yer alan diğer sosyalist ülkelerle birlikte tarih sahnesinden çekilen Sovyetler Birliği’nin bu makus talihi devrim öncesi ve devrimden hemen sonrası gelişmelere bakılarak görülebilir. Kuruluş döneminde Sovyetler Birliği’nde olup bitenler, devrimin karşılaştığı sorunların çözümünde Marksist öğretinin diyalektik uygulaması yerine kısa vadeli strateji ve taktikler kolaycılığına kaçıldığı ve kuşkusuz bilinçli olarak yapılan bu tercihlerin bu kaçınılmaz sonuca yol açtığını ortaya koymaktadır.

Ama bu, neden Marksizm öğretisine aykırı yol izlendiğini açıklamaya yetmez. Aynı şekilde, Sovyetler Birliğinin niteliği hakkında yapılan inceleme ve çözümlemelerin çoğunda, Bolşeviklerin Nisan Tezleri içinde yer alan ilkeleri neden hayata geçiremediği, giderek kaçınılmaz son ile karşı karşıya kaldığı soruları tam olarak yanıtlanmaz. Sovyetler Birliği’nin olup bitenlerin esas olarak kapitalizmin restorasyonu[1] olduğunu söylemek de tutarlı değildir. O zaman Sovyetlerin sosyalist olmadığını kabul etmek gerekir ki, eğer böyleyse, bu restorasyonun ne zaman gerçekleştiği sorusu akla gelir. Oysa Sovyetler Birliği tarihinde böyle bir gelişmeyi haklı kılacak bir kesinti, tarihsel süreçte bir kopukluk ya da dönüşüm yoktur. Sovyet toplumunun sosyalist değil, sınıflı toplum niteliğini taşıdığını, kapitalizmin geri getiriliş sürecinin devam ettiği şeklindeki tezler[2] de Sovyetler Birliğinin ne olduğunu açıklamaya yetmez. Sovyetlerde Stalin döneminde ekonominin sosyalist nitelik taşıdığını ama Stalin sonrasında yozlaşmanın gözle görülür biçimde ortaya çıktığından söz edenlere biraz tarih okumaları önerilir. Her ne kadar Stalin zamanında putlaştırılmış ise de, bu onun tarihin akışını değiştirecek güce eriştiğini göstermez.[3] Kaldı ki, Sovyetler hakkında yapılan araştırmalarda, Stalin’in son dönemlerde parti yöneticileri tarafından artık iyice devre dışı yapıldığı, öte yandan Stalin döneminden sonra reformist yada revizyonist görünen yönetimin, temelde Stalin dönemi politika ve devlet yapısını aynen koruduğu bilinmektedir. Yani, Stalin öncesi ve sonrasında, Sovyetlerde sadece politikalar değil, kadrolar bile büyük ölçüde değişikliğe uğramamıştır.

Sovyetler Birliği’nde , şu yada bu biçimde kapitalist üretim ilişkilerinin restorasyonu ve özünde kapitalist topluma yönelik sınıf farklılıklarının hüküm sürdüğüne veya Sovyet ekonomisinin bir devlet kapitalizmi niteliğini taşıdığına yönelik eleştirilerin dayandığı gerekçelerin doğru olduğu söylenemez. Sovyetlerde tarım bir yana, sanayide büyük ölçüde kamulaştırma süreci tamamlanmıştır. Üretim araçlarında özel mülkiyet tümüyle tasfiye edilmiştir. Üretim araçlarının mülkiyeti, toplum adına devletin elindedir.

Ama, bir farkla ki, devlet mülkiyetinin, tüm toplum yararına olduğu söylense de, burada durum biraz karışık olduğunu söylemeden geçmemek gerekiyor. Sorgulanması gereken husus, devlet mülkiyetidir. Devlet mülkiyeti ne demektir, ve bunun mutlaka toplum yararına olması söz konusu mudur? Çok başlarda Marx ve Engels, toprağın kamulaştırılması, bankacılık, ulaşım, haberleşme, vs. devletleştirilmesi, ve devletin sahip olduğu büyük fabrika ve üretim araçlarının artırılmasını sosyalist mülkiyet olarak değerlendirir. Ama bilindiği gibi daha sonra bu konuda bir düzeltme yapılır; Paris Komünü ile deneyimi ışığında, komünizme geçiş aşamasında, yani sosyalist dönemde devletin – yada devletçiğin, ortaklaşacılığın- yalnızca proletaryanın burjuvazinin saldırılarına karşı korunması için örgütleyeceği, bu şekilde burjuvazinin tasfiye edilmesi ile sınıf farklılıkların ortadan kalkmış olacağı ve yine bu nedenle kurulmuş olan devletin de kendiliğinden söneceğini belirtir. O zaman, devlet mülkiyetini tartışırken bu sorun, sosyalist toplumda devletin bizatihi kendisi ile ilgili olmaya başlar.

Devlet mülkiyeti ile ilgili bu çok temel olan konu dışında, Sovyetlerde kapitalizme özgü temel kategoriler olan meta üretimi ve piyasa mekanizmaları de yoktur. Ürünler, satılmak için değil, tüketilmek için üretilirler. Yani kapitalist toplumda olduğu gibi, ürünlerin değişime esas bir değişim değeri esas alınarak değil, ama belli bir ihtiyacı karşılamaya yönelik olarak, yani kulanım değeri esas alınarak üretilir. Kimileri, bu ilişkiye gönderme yaparak, Sovyetlerde artı-değer değil, artı-ürün söz konusu olduğu, hakim bürokrasinin işçilerin artı-ürününe el koyduğunu söyler. Ama el koyma, burada olsa olsa yararlanma anlamında olabilir; bir başka deyişle, öteden beri söylene gelen işçi ücretleri ile bürokrasinin arasındaki çok büyük ücret farklılıklarına yansıyan bir yararlanma. Ama bundan öteye gidemez, çünkü Sovyetlerde sermaye mülkiyeti yoktur. Oysa kapitalist toplumda artı-değere sermayenin kendini genişletilmiş yeniden üretim için el koymak durumundadır.

Sovyetler Birliği uzun dönem boyunca içte burjuvazinin tehdidi ve dışta da emperyalist devletlerin kuşatması altında kalmıştır ve bu nedenle, devletin uzun yıllar varlığını koruması makul karşılanmalıdır. O zaman proletarya devletinin neden sadece burjuvazi ve emperyalistlere savunma aracı olarak örgütlenmediği, bunun dışında başta üretim ve paylaşım olmak üzere, toplum hayatının geri kalan kesimlerini halkın-başta proletarya olmak üzere burjuvazi dışında kalan kesimlerin inisiyatifine bırakılmadığı sorusu akla gelir ki, bu da sadece neden Sovyetler Birliğinin sosyalist toplum olmadığını açıklar, onun niteliğinin ne olduğu sorusu ise hala yanıtsız kalır.

Sovyetler Birliğinde merkeziyetçi ve otoriter nitelikte devletin varlığı, kamusal mülkiyetin niteliği üzerinde bir başka kuşkuya yol açar. Bu durum, Marx’ın üretim ilişkileri ile ilişkili bir çözümlemesini doğrultusunda ele alındığında, bu kuşku daha da artar. Marx, Felsefenin Sefaleti içinde mülkiyetin, tüm tarihsel süreç içinde üretim ilişkilerini belirleyen unsur olduğunu söyler.[4] Ortak mülkler üzerinde kimsenin tek başına tasarruf sahibi olmadığı “grup mülkiyetindeki” benzer durumlar binlerce yıl vardır; örneğin, eski Cermen komünlerindeki Gemainde kolektif mülkiyetinde.[5] Buradan iki sonuç çıkar: Birincisi, Sovyetler Birliği’nin kapitalist ilişkiler içinde olmadığıdır; çünkü Marx’ın da belirttiği gibi, bunun için üretim araçları üzerinde burjuva mülkiyeti yoktur. İkincisi, Sovyetlerin hem sosyalist ve hem de kapitalist nitelik taşımadığına göre, o zaman Marx’ın mülkiyet biçiminin, aynı zamanda belli üretim ilişkisini yansıttığından hareketle, toplumsal mülkiyet ile devlet mülkiyetinin birbirinden farklı olduğu sonucuna varılır. Demek oluyor ki, Sovyetler örneğinde, devletin üretim araçları üzerinde toplum adına vesayetinin bir karşılığı olmalıdır. Buradan bir sonuç daha çıkartılabilir ki, o da üretim araçlarını kamulaştırmanın yetmediğidir, ama bu üretim araçlarının tasarruf hakkının da, yani onun kullanım hakkının da kamulaştırılması gerektiği ortaya çıkar ki, bu bizi gerçek sosyalizme götürür. Hiç kuşku yok ki, üretim araçları mülkiyetinin toplum adına tasarrufu veya kullanım hakkı ancak Sovyetler örneğinde somut karşılığı ile bunlar üzerinde sınırsız işçi kontrolü ile sağlanabilir.

Bütün bu söylenenler, yine sorunun cevabını vermez. Ama en azından ileri sürüldüğü gibi, mülkiyet ilişkileri açısından kapitalizme karşılık gelen bir durum olmadığı ortadadır. Kuşkusuz bu mülkiyet biçiminde, bir bütün olarak işçi sınıfının tasarrufu, ekonomik kararlara katılışı veya ulusal düzeyde ekonomik planlama mekanizmalarında yer alışı hep kuşku yaratan ve üzerinde durulması gereken sorunlardır. Burada, tabii üretim araçları sahipliği değil, ama topluma mal edilmiş üretim araçları üzerinde toplumu, yani işçi sınıfının kontrolü ve üretim araçlarının yönlendirilmesinde işçi sınıfının inisiyatifi gündeme gelmektedir. Gerçekte, işçi kontrolü aracılığı ile işçi demokrasisinin işletmeler düzleminde ve planın oluşmasında kök salması, siyasal açıdan önemli olmakla kalmaz, ama aynı zamanda sosyalist üretim ilişkilerinin de temel unsurudur. Üretim araçlarında işçi sınıfının kontrolü olmaksızın sosyalizmden söz edilemez. Üretim araçlarının toplum adına devlet mülkiyetinde olması tümüyle biçimsel nitelik taşır. Üretim araçları ile proletarya arasında işçi kontrolü ile sağlanacak “organik bağ” oluşturulmadan proletarya demokrasi gerçekleşemez.

Sovyet ekonomisine biraz daha yakından bakıldığında, onun kapitalizme özgü kategorilerden farklı yapıya sahip olduğu yakından görülür. Sovyetlerde, devrimin ilk yıllarında sanayide kamulaştırma temel politika olarak öngörülmedi. Yapılan kamulaştırmalar, tüm bir endüstriyi kapsamaktan çok, yerel düzeyde, fabrika komitelerinin fabrika sahipleri ile uzlaşmazlıkları sonucu, rastlantısal nitelikteydi. Bunda kuşkusuz, zaten savaş nedeniyle iyice tahrip olmuş ekonominin daha da kötüye gitme endişeleri rol oynuyordu. Daha sonra, biraz da büyük tekellerden gelen inisiyatif ile, devletle ortaklaşa büyük tekellerin özellikle elektrik, metal ve pamuk sanayilerinde büyük projeler gerçekleştirilmesi şeklinde bizzat Lenin tarafından formüle edilen ‘devlet kapitalizmi’ üzerinde duruldu. Ama bu arada, ekonominin merkezi otorite altında tek elden yönetilmesi ve merkezi planlama kuruluşunun bu işlevi üstlenmesine karar verilmesi ile, geniş çapta bütün endüstri kollarında yer alan işletmelerin kamulaştırılmasına geçildi. Kabul edilen planlama anlayışında, başlangıçta fabrika komiteleri temsilcilerinin yer alması düşünülmüştü. Ama bu durum, planlamanın merkezi otorite altında ve merkezi örgüt tarafından yürütülmesi anlayışı ile fabrika komiteleri tarafından yürütülecek işçi kontrolü birbirine tam zıt iki anlayışı sergiliyordu. Savaşın getirdiği yıkıntının yanı sıra, devrim sonrası fabrika ve işyerleri yönetiminin pratik olarak işçi kontrolüne geçmesi ve bunun getirdiği kargaşa ve düzensizlik, üretimin olağanüstü düzeye düşmesine yol açmıştı. Petrograd'ta temel ihtiyaç maddelerinin hiçbiri bulunamıyordu. En başta ısınma için gerekli yakıt stokları neredeyse tükenmişti.

Bu koşullar altında sosyalizmin inşasının, üretim araçları üzerinde işçi kontrolünden çok, üretimin merkezi otorite altında merkezi planlama örgütü tarafından üstlenilmesinden geçtiği düşünüldü. Proletarya demokrasisi için temel olan işçi kontrolünden vazgeçildi, fabrika komiteleri giderek planlama örgütünden uzaklaştırıldı.

Sovyetlerde, üretimin artırılmasında temel sorun kaynak temini idi. Bu da tüketimin kısılması ve tarımdan elde edilen gelirin sanayiye aktarılmasını zorunlu kıldı.

Bizzat Lenin’in ağzından Sovyetler’de devlet kapitalizminin erdemlerinden söz edilmişti, ama Sovyetler bu yolu seçmediler. Baştan ağırdan aldıkları kamulaştırmaları tüm kilit endüstrilerde gerçekleştirdiler. Bu bakımdan devlet kapitalizminden söz etmek doğru olmaz. Lenin, ülkedeki büyük tekellerden gelen ve devletle ortaklaşa sermaye katkısı ile kurulacak büyük şirketlerle üretimin canlandırılabileceğini düşünmüş ve bunu devlet kapitalizmi olarak formüle etmişti. Ama kısa süre içinde bundan vazgeçildi; merkezi planlama anlayışının kabul edilmesi ile sözü edilen büyük tekeller, kısa bir süre içinde kamulaştırıldılar.

Sovyetler Birliği’nin niteliği hakkında en sağlıklı değerlendirme Troçki’ye aittir.[6] Trokçi'ye göre Sovyetler Birliği’nde Marx’ın Luis Bonaparte’in 18. Brumaire’inde sözünü ettiği benzer bir gelişme ortaya çıktı:

Hiçbiri iktidarı tek başına elinde tutacak durumda olmayan çeşitli sınıfların zayıflığı, devlet aygıtına hakim sınıflara karşı beli bir serbesti kazanma imkanı verdi. Sonuç olarak bürokrasi, siyasal düzeyde despot bir iktidar uyguladı ve milli gelirin gözle görünür bir bölümünü ele geçirdi. Bu arada, Troçki’ye göre Sovyetler Birliği’nde mülkiyet ilişkileri en azından eğilim olarak sosyalist kaldı; tıpkı Louis Bonorapte Fransa’sında burjuvazinin bürokrat devlet makinesinin “vesayet” altında bulunmasına rağmen, üretim ilişkilerinin kapitalist olması gibi. Sovyetler Birliği olayında “vesayet altına alınan” işçi sınıfıydı. Sorunun özü burada yatmaktadır.[7]

Troçki’nin söyledikleri esas olarak Sovyetler Birliği’nde olanları tümüyle açıklar niteliktedir. Yalnızca bir eksiği ile. Troçki, bürokrasinin, yani temelde burjuva devletinin iskeletini oluşturan mekanizmanın sınıfsal temeli üzerinde durmuyor. Ekim Devrimini gerçekleştiren proletaryanın vesayet altında tutulması, salt bürokrasinin gücü ile açıklanamaz. Bürokrasi, proletarya ve burjuvazi karşısında sahip olduğu bu gücünü, bir sınıfsal temele dayandırıyor olmalıdır ki, bu da esas itibarı ile kapitalizmin bunalım dönemlerinde onun sınıf egemenliği için kaçınılmaz nitelik taşıyan orta sınıftır.

Marx’ın da belirttiği gibi, bu konuda kalıcı ordusu, polisi, bürokrasisi, ruhban sınıfı ve yargı organları ile muazzam bir güce erişen orta sınıf, tarih sahnesine burjuvazinin feodalizme karşı mücadelesinde güçlü bir silah niteliğini kazanır. Artı değerden pay alan orta sınıfın bu misyonu, proletarya devriminde bir kez daha ön plana çıkmış, kapitalizmin tümü adına devraldığı egemenliğini işçi sınıfına karşı en hayasızca kullanmaktan çekinmemiştir. Orta sınıf, niteliği itibarı ile artı değer üretmediği halde, sahip olduğu güce dayalı konumu ve artı değerden pay alan bir sınıf olması dolaysı ile kapitalist toplum içinde en gerici kesimlerden birini oluşturur. Kapitalizmin bunalım dönemlerinde sahip olduğu güç, zaman zaman rejimin bunalıma girmesine koşut olarak çok olağanüstü seviyelere çıkabilmektedir.

F. Engels, daha önceki bölümlerde de belirtilmiş olduğu gibi, geleneksel burjuva, vs. devletlerin egemenliğini temsil ettiği sınıflardan bağımsız nitelikte bir güç kazanabileceği üzerinde durmuş, bu bağımsızlığın bunun kimi zaman bir ülkeyi yıkıma götürecek düzeyde olabileceğine işaret etmişti.

Proletarya, Rusya’da Şubat 1917 devrimi ile başlayan devrimci dönemde bütün gelişmelere ağırlığını koymuştu. Şubat devrimi ile ikili iktidarı paylaşan Sovyetler, gerçekte proletaryayı ilgilendiren her konuda, proletaryanın silahlı örgütleri ile yürüttüğü fiili müdahale ile bu iktidarını sürdürüyordu. Sovyetler, işçileri ilgilendiren konularda kararname çıkartıyor, silahlı fabrika komiteleri de bunu uyguluyordu. Daha sonra, Ekim günlerinde yine silahlı proletarya ve askerler, devrimi gerçekleştirdiler, düzeni sağladılar, karşı devrimcilere karşı koydular, Petrograd’a saldıran Kerenski ordularını geri püskürttüler ve devrimin yerleşmesini sağladılar. Ama, artık proletaryanın bu devrimci inisiyatifi, birileri için anarşi olarak değerlendiriliyor, proletaryanın asıl görevi olan, fabrikalarda üretim ordusu saflarına katılmaları isteniyordu. Sosyalizmi kuran proletarya adına birileri konuşmaya başlamıştı artık.

Devrimin önderlerinin, ekonomiyi bir an için toparlama kaygısı ile tüm sektörlerde kamulaştırmaya ve merkezi otorite altında merkezi sosyalist planlama uygulamasına yönelmesi, ama buna karşılık yine merkezi otoritenin oluşturulması zorunluluğundan hareket edilerek proletaryanın işçi kontrolü ile tüm ekonomi üzerinde denetiminin göz ardı edilmesi ve bunun sosyalist toplumun bir an önce toparlanması zorunluluğu açısından sakıncalı olarak görülmesi, orta sınıf (bürokrasi) için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Çünkü çarlık bürokrasisi, bakanlar ve üst düzey bürokratlar dışında, esas olarak onu oluşturan orta sınıf temelinde olduğu gibi duruyor, eski konumlarını koruyorlardı.[8]

Marx’ın 18. Brumaire’de ve Engels’in Conrad Schmidt’e mektuplarda belirttiği gibi, esas olarak orta sınıfın hakim sınıf durumuna yükseldiği toplumlarda geçeri üretim tarzı ve üretim ilişkileri ile ilgili ne söylenebilir? Bunu, Troçki, Marx’ın yukarıda da belirtmiş olduğu burjuvazinin bürokratik devlet makinesinin vesayeti altında alınması durumunda olduğu gibi, Sovyetlerde de işçi sınıfının vesayet altına alınmış olması ile açıklıyor. Bu kuşkusuz, Fransa’da kapitalist süreç içinde bir kesinti olduğu gibi, Sovyetlerde de sosyalist süreçte bir kesinti anlamına gelir. O yüzdendir ki, Troçki, ikinci dünya savaşının Sovyetlerde işçi sınıfının bürokrasiye karşı bir devrim hareketini tetiklemesi olasılığı ve bunun sonuçları üzerinde durur.[9]

Her iki örnekte vesayet altına alınan kesimin burjuvazi veya işçi sınıfı olması fark etmez, orta sınıf için konumu itibarı ile kimin adına olursa olsun, egemenliğin temsil edilmesi ve bunun karşılığının alınması yeter. Bu özelliğini daha yakın zamanlarda, Asya ve Afrika ülkelerinde birbiri ardı sıra faşist veya sosyalist temelde oluşturulan üçüncü dünya ülkelerinde birbirine taban tabana zıt sınıfların temsilciliğini başarı ile yapması ile bir kez daha kanıtlamıştır.

Bu örneklerden da anlaşıldığı kadarıyla orta sınıfın tarihi misyonu, egemenliğe sahip olmak değil, ama onu temsil etmektir. Çünkü üretim araçları mülkiyeti, orta sınıfın üstünden kalkamayacağı çok daha büyük bir sorumluluğu üstlenmek demektir. Oysa orta sınıf, bizatihi artı-değer üretimi ile uzaktan yakından ilişkili değildir. Onun en niteleyici vasfı, asalak sınıf olmasıdır. Üretim ilişkilerinde ne üretim araçları sahipliği olarak, ne de üretime doğrudan katılarak artı değer üreten sınıf olma niteliğinde değildir. Bu bakımdan, Sovyetler Birliği’nde orta sınıfın üretim araçlarına sahip olmadığı hiç bir şey değiştirmez. Ama şurası açık ki, böyle olmasına karşın, kapitalist toplumlarda eşine rastlanmayacak düzeyde ayrıcalıklara kavuşmuştur. Çünkü, Sovyetler Birliği’nde Bakanlar, bir kol emekçisinin aldığı ücretin 100 katı ücreti alabiliyorlardı. Bunun dışında, etkin oldukları devlet kurumları kapsamında sağlanan her türlü açık ve gizi olanaklardan yararlanma ayrıcalılarına sahiptiler. Kendisi ve ailesi için bu kurumların olanaklarını çerçevesinde daha iyi eğitim, sağlık, barınma, vs. olanaklarını sağlayabiliyorlardı. Sağlanan bu olanaklar ölçüsünde, bu kurumlardaki konumları, babadan oğula geçebiliyordu. Açıktır ki, bütün bu maddi ve manevi ayrıcalıklar, orta sınıfın egemenlik mücadelesini sürdürme, bunun için canını dişine takmasına yeterli olabiliyor. Sovyetlerde özellikle zaman zaman ortaya çıkan temizlik hareketleri, esas itibarı ile işçi sınıfını kapsamıyor; iktidar için mücadele eden orta sınıflar arasındaki iktidar kavgalarının bir yansıması biçiminde kendini gösteriyordu.

Bu nedenledir ki orta sınıf, Sovyetlerde üretim ilişkilerinin ilk kuruluş döneminde merkezi otoriteye bağlı ve üretim araçlarının kamulaştırılması ve üretiminin merkezi planlama çerçevesinde örgütlenmesi doğrultusundaki klasik model ve bu model çerçevesinde geliştirilen ilişkilere hiç müdahale etmiyor. Kuşkusuz, tarım kesimine yapılan ve o da kurulu düzen için tehlike oluşturmaya başlayan zengin köylülere mevcut düzen ilişkilerinde hizaya getirilmesinin ötesinde hiç yenilik içermeyen müdahalesini hariç tutmak gerekir. Lenin’in üzerinde bizzat ilgilendiği ekonomik planlamanın ilk biçimi, temel ilkeleri ile değişmiyor. İkinci dünya savaşından sonra, Rusya’nın bir süper güç olarak ortaya çıkması, sosyalist dünya sisteminin kurulması, Çin’de sosyalizme geçiş ile zaten iyice güçten düşmüş olan emperyalizmin bir tehdit olmaktan iyice çıkması bile bu durumu değiştirmez. Bu koşullar altında, anayurdun savunması için ayrılan muazzam kaynakların geleneksel olarak halkın refahı için ayrılması bile düşünülmez.

Merkezi otoritede egemenliği elinde bulunduran orta sınıf için statükonun korunması her şeyden önde geliyordu. Artık her bakımdan gelişmiş ve planlamanın ilk yıllarındaki başarılarla sağlam bir endüstriyel altyapısı oluşmuş ülke içinde ana çizgileri ile ilk dönemdeki geleneksel yapısını koruyan ekonomik planlama anlayışının gelişen ihtiyaçlara cevap vermesi beklenemezdi. Ekonomik planlamada başlangıçta yatırım malları kesimine ağırlık veren bir anlayışa dayandırılmıştı. Bu durum, bütün planlama dönemlerinde aynen korunmuştu. Şimdi, planın halkın refahını artırmaya yönelik yeniden yapılandırılması mümkün görünmüyordu. Artık planlama mekanizmasının katı bir merkeziyetçi anlayışta, herhangi bir şekilde halkın katılımını içermeyen yapısı bürokratik çarkın elinde iyice hantallaşmıştı.

Sovyetlerin kuruluş döneminde ağır sanayiye öncelik veren ve tüketimi ikinci plana alan anlayışın uzun yıllar planlama bürokrasisi içine yerleşmesi nedeniyle, koşullar ne ölçüde değişmiş olursa olsun, böyle bir planlama mantığı içinde bu değişiklikleri yansıtmak mümkün olmaz. Geleneksel hızlı kalkınma mantığına dayalı plan yapısı, tüketimin çeşitlendirilmesine imkan vermez. Bu yapı içinde tüketicilerin tercihleri göz önünde bulundurulamaz. Plan, çok katı sınırlar içinde belirlenmiş standart tipte ve çeşit olarak az sayıda tüketim malı üretimine dayanır. Çünkü ekonomik plan, esas olarak sosyalist üretim tarzına temellendirilmiştir. Ekonomide üretilen değişim değeri değil, kullanım değeridir. Kullanım değeri, bir kez üretilmiş olması sonrasında, ekonomide çıktı olarak değerlendirilir. Bunun pazarlanması gerekmez. Sosyalist toplumda ekonomik plan doğrultusunda üretilen bu kullanım değerlerinin tüketiciler tarafından beğenilmemesi, plan uygulamasını hiç etkilemez. Stoklarda dağ gibi yığılan malların üretilmesine devam edilir. Tüketim mallarının çeşitlendirilmesi, ile plan işleyişine katılacak ilave girdi ve çıktı parametreleri, merkezi düzeyde tek elden yürütülen planı zamanla içinden çıkılmaz hale getirir.

Bu sonuç planın tümüyle merkezi nitelikte olması nedeniyle kaçınılmazdır. Öyle anlaşılıyor ki, burada orta sınıf ile varılan uzlaşma, kaçınılmaz olarak temel bir zorunluluğun göz ardı edilmesine yol açmıştır. Kapitalist ekonomide yer alan piyasa kategorileri, onun varlığı için olduğu kadar, kuşkusuz işleyişi için de kaçınılmaz nitelik taşır. Piyasa için üretim, arz talep dengesini kollar. Bu hem üretim, hem de tüketim için geçerlidir. Bu denge, kapitalist üretimin – azalan kârlar çerçevesinde – oluşan kârlılıkları dengeleyen, belirleyen unsurdur. Arzda belirli bir artış, o alandaki işletme kârlılıklarının düşürür, sermaye ortalama kâr alanları daha yüksek kesimlere kayar. Bütün bunlar bilinmektedir. Burada şu kadarını söylemek gerekir ki, bu kategorilerin varlığı kaçınılmazdır, birinin işlememesi, tüm sistemin alt üst olmasına yol açar. Aynı durum, özü itibarı ile sosyalist ekonomi için de geçerli olmalıdır. Ekonomi, durduk yerde kendi kendine işlemez, böyle olsaydı, tam bir kaos yaşanırdı. Sosyalist ekonomide de kapitalist kategorilere karşılık gelen kendine özgü mekanizmalara gerek vardır. Üretim araçlarının tümünün toplumsallaşması bunlardan biridir. Ama bu da yetmez. Sovyet deneyimi bunu gösteriyor. Üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaştırılması yanı sıra onun kullanımının tasarrufunun da toplumsallaştırılması gerekir. Ekonominin planlanması bir başkasıdır. Ama bir kere daha bunun da yetmediği görülüyor; ekonominin planlamasının yerel düzeyde yapılması gerektiği ortaya çıkıyor. Ekonomik faaliyetlerin yürütülmesi yanı sıra, onun yönlendirilmesi, kanalize edilmesi; kısacak kontrolü de bizzat üretim yerinde işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bu üç bileşenin bir arada olmaksızın sosyalist ekonominin işlemesi mümkün olmaz. Aksi taktirde sosyalist ekonomi, kendi kendine yol bulacak kontrol mekanizmasından yoksun kalır. Piyasanın denetleyici rolü olmasa, kapitalizm bir an bile ayakta kalamazdı. Kapitalist en kârlı alanları nereden bilecek? Aynı şekilde, piyasa ilişkilerinin olmadığı bir sosyalist ekonomide de, üretimin dengeli ve istenen biçimde yürüdüğünün izlenmesi ve gerektiğinde olması gereken müdahalelerin yapılması zorunludur.

Bu nedenledir ki, Sovyetlerde planlama kavramı ile merkezi denetim kavramı bir arada ele alınmak zorunluluğu vardı ki, bu Sovyet planlamasının daha en başından çıkmaza girmesi anlamına geliyordu. Sermaye sahibi, piyasa olmadan ne yapacağını hiç bilemez. Tam bir bilinmezlik içinde kalır. Sosyalist ekonomide, planlamanın merkezi olması düşünülemez. Kuşkusuz, tek ve özgün bir ekonomik planlama vardır, ama bunun merkezi, yani tepeden ve buyurgan olması hiç bir zaman toplum yararına olamayacağı gibi, temelde işleyiş açısından da planın merkezi olması düşünülemez. Bir ekonomik plan, yaşayan, canlı bir mekanizma olmak zorundadır; sürekli her alandan girdi temin edebilmelidir. Plan uygulamaları, planı yapan tarafından değil, ama maddi hayatın içinde gelen girdilerle beslenmek durumundadır.

Kapitalist ekonomide, üretici, fabrikatör, vs. için üretilen malın niteliği, kalitesi, fiyatı, vs. ile sağlanan yaygın bir geri dönüş mekanizması vardır ve bu görünmeyen bir el ile işlediği söylenen piyasa ekonomisini düzenleyici işlev görür. Sovyetlerdeki ekonomik planda bu mekanizma işlemez. Çünkü, sosyalist ekonomi için zorunlu olan işçi kontrolü dışlanmıştır. Ayrıca, planın katı bir merkeziyetçi anlayışla ve bürokrat elit kesim tarafından hazırlanmış olması nedeniyle, akla gelebilecek gönüllü katılımın da önüne geçilmiş olur. Bundan sonra plan, kendine özgü tam bir bürokratik anlayış ile yürür.

Nitekim, Sovyetlerde devrimci planlı ekonomik anlayışının getirildiği ilk dönemler hariç, kısa zaman sonra yapılan ekonomik planlar giderek sosyalist toplum için heyecan yaratan, yeni toplumun hızlı ve geniş kitlelerin yararına kalkınmasını temsil eden çalışma olma niteliğini yitirir. Artık zaman çok değişmiş, Sovyetler bir süper güç haline gelmiş, bilim ve teknolojide kapitalist devletlerle yarışmaya başlamış, uzayda umulmadık atılımlar gerçekleştirmiştir. II. Dünya savaşı sonrasında, faşizmin yenilmesi ile tüm ülke çapında yaygınlaşan coşku ile ülkenin yeniden imarı doğrultusunda atılan hamle sonucunda Sovyetler Birliği ekonomisi görülmedik bir büyüme hızına ulaştı. Öyle ki, savaş sonrası büyüme hızının aynı tempoyu koruması durumunda, sosyalist ekonomiler, kısa bir süre sonra kapitalist ekonomileri geçecek gibi görünmektedir. Bu Batılı liderlerin de itiraf etmek ettikleri bir durumdur. Daha sonra bu dönemi, Sovyetler Birliğini tüm dünya çapında parmak ısırtan parlak başarıları gelir. İnsan eliyle yapılan ilk uydu olan Sputnik, daha 1957 yılında uzaya fırlatılıyor, bunu 1961 ve 63 yıllarında ilk defa gerçekleştirilen uzay uçuşları izliyordu. Ama, bütün bu başarılar, sosyalist toplum içinde yer alan bireyin biraz daha öne çıkartılması çabasında hiç bir belirgin katkısı olmayacaktı. Sovyetlerin süper güç haline gelmesini sanki geniş kitleler dışarıdan sadece izliyor gibiydiler. Artık sosyalist dünya ve kapitalist dünyanın birbirleri ile girdiği her alandaki kıyasıya rekabet içinde sosyalist toplum ve insan, kendine özgü, kişisel bir sosyalist yaşam tarzı yaratamamıştı. Oysa, öteden beri Sovyetlerin elde ettiği bu başarıların yanı sıra, toplumsal alanda da sağlanan ilerlemeler gerçekte kapitalist toplumlarla kıyaslanmayacak ölçüde adil bir gelir dağılımı anlayışını yansıtıyordu. İnsanların sağlık, eğitim, barınma, vs. gibi en temel ihtiyaçların çözümlenmişti. Ama, bütün bunlar arasında, Sovyetlerdeki orta sınıfın ayrıcılığı sürüyordu. Bu ayrıcalığın saklanacak bir tarafı kalmadığı gibi, bunu mazur gösterecek hiç bir gerekçesi de yoktu.

Tarım kesiminde de geleneksel küçük toprak mülkiyeti ile merkezi devlet arasındaki uzlaşmaz karşıtlık eski temposundan hiç bir hız kaybetmeksizin devam ediyordu. İşçi köylü ittifakı zorunluluğu gerekçe gösterilerek yeni dönemin toprakta özel mülkiyeti resmen tanımış olması, Sovyetlerde tarımın sürekli kanayan bir yara olmasına yol açtı. Buna rağmen zengin köylüler, bu tavizi bile az görerek direniş göstermiş, ürünlerini pazara sürmemiş ve büyük kentlerde açlık tehlikesi ortaya çıkmıştı. Bundan sonra zorunlu olarak uygulanan savaş ekonomisi ve ürünlere el koyulması, işçi köylü ittifakını zedelediği gerekçesi ile köylü kesime bir taviz ve sosyalizm uygulamasından geri dönüş niteliğindeki NEP dönemi politikasına yol açtı. Ama köylülere verilen taviz sonuna kadar devam edemezdi, sosyalist ekonominin hızlandırılmış kalkınma sorunu ertelenemezdi. Sorun biraz da ekonominin sosyalist ilkel birikim olarak adlandırılan tarımsal rantın sanayiye aktarılması zorunluluğundan kaynaklanıyordu. Bundan sonra Stalin’in, tarımda hızla tepeden inme kolektifleştirme hareketinin başlattı. Ama bir kez daha köylülerin direnci ile karşılaştı ve ülke yeniden büyük bir kıtlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Bunun üzerinde bu hareket biraz gevşetildi ve köylülerin belirli ölçüde piyasa için üretim yapmalarına imkan sağlandı.[10]

Stalin’in ölümü ile tarımda yeniden bir merkezileşme hareketi başlatıldı ve kooperatif çiftliklerinden devlet çiftliklerine geçiş için bir dizi önlem getirildi. Ama bu hareket de kısa süre içinde köylülerin tepkisini çekmekte gecikmedi. Bu sefer köylülerin sözcülerinin talepleri arasında, tarımda tam özel mülkiyete geçilmesi ve plan uygulamasının kaldırılması oldu. Buradan da anlaşılacağı gibi, Ekim devriminden neredeyse yarım asır geçmesine karşın, Sovyetlerde tarımsal alanda tarım topraklarında özel mülkiyet duygusu bir türlü bastırılamamıştı.

Sonuçta her ne olduysa, yine tarımsal kesimde izlenen bu başarısız politika, Sovyetlerin planlı ekonomisindeki durgunlukla birlikte onun dağılma sürecini hızlandıracaktı. Sosyalist ekonomiler, oldum olası gıda malları yokluğu çekti. 1974 yılı petrol krizi, sosyalist ekonomilerin bu zaaflarına yenik düşmelerine yol açan bir fırsat yarattı. Kriz öncesinde 2,5 dolar olan bir varil petrol, kriz sonrasında 40 dolarlar seviyesine çıkmıştı. Bu durum, temelde petrol zengini olan sosyalist ülkeleri kolay yoldan ithalat yapmaya yöneltti. Sovyetler Birliği’nin 1970 ila 80 arası on yıl içinde piyasa ekonomileri ile yaptığı ihracatı toplam ihracatının yüzde 19’sinden yüzde 32’sine çıktı. Ama kriz nedeniyle zengin ülkeler, petrol alımlarını yarı yarıya düşürdüler. Şimdi rahat petrol gelirleri ile ithalat masraflarını karşılayan sosyalist ekonomiler ödeme güçlüğü içine düşmüşlerdi. 1970’lere gelinesiye kadar, dünya piyasalarından yalıtılmış halde olan sosyalist ekonomiler, dış ticaret yolu ile onun bir parçası haline gelir gelmez, artık bu etkiyi daha yakından hissetmeye başladılar.[11]
Ama işte bundan sonra olaylar, bilinen seyri içinde, ama esas olarak işçi sınıfının dışında, onların gözleri önünde olup bitti. Sovyetlerin üst yapısına hakim olan orta sınıfa, artık uzun zamandan beri ortalıklarda görünen, ama kendisinde yeterli cesareti bulamayan, ancak dışa açılma ve bunun sonucunda muazzam ticaret gelirlerini kontrol etme olanağını bulan yeni türedi burjuvazi de katılmıştı. Orta sınıf ve bu türedi burjuvazi, artık parti içinde büyük bir çoğunluğa sahiptiler. Orta sınıf için yeni topluma hazırlık süreci çoktan başlamıştı. Uzun zamandan beri ülkede plan ekonomisi yanı sıra ikinci ekonomi de oluşmuş, orta sınıf bu ekonomi içindeki çıkar odaklarında yerini almıştı. Bu ikinci ekonomi içine Sovyet yönetimi içinde ağırlığı olan askeri kompleks ve uzay sanayisi gibi prestijli kuruluş yöneticileri de katılmışlardı. Gerçekte, son zamanlarda ekonomik planlamanın aksaması ile zaten görece bir özerklik kazanmışlardı. Yeni dönemde bu yöneticilerin bu kuruluşların sahipleri olarak görevlerine devam etmesi pek ala mümkün olabilecekti.

Orta sınıf, asker, sivil ve aydın kesimi ile bir araya gelerek el birliği ile Sovyetler sistemine son verdiler. İşçi sınıfı bu gelişmede tam bir yansızlık örneği sergiledi. Bu şekilde, hiç kimsenin burnu bile kanamadan bir rejim yıkılıyor, yerine kapitalizm getiriliyordu. Ve belki de tarihte ilk ve son defa, bir rejimi kuran da, yıkan da aynı parti, Bolşevik partisi oluyordu.








Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 12.12.2014- 01:45


Sonuç R. Luxemburg, Sovyetler Birliği’nin kuruluş yıllarında yeni Sovyet liderlerinin sosyalizm arayışı içinde karşılaşılan muazzam sorunlara deyinir. Bu konuda sosyalizm için hazır reçetelerin olmadığını söyler. R. Lüksembourg’a göre bu, hiç de sanıldığı gibi için kötü bir şey değildir; aksine, yeni bir toplum kurma doğrultusunda hazır reçetelerin yanlış olduğunu ileri sürer. Ona göre, Yalnızca hayata geçirilmesi gereken bir dizi hazır reçeteler bir yana, sosyalizmin ekonomik, sosyal ve siyasi sistem olarak pratik uygulaması, tümüyle geleceğin belirsiz sis bulutları içinde saklıdır. Ancak gerekli önlemlerin ne olabileceği hakkında yol gösterici nitelikte olan ve nelerin yapılmaması gerektiği hakkında ipuçları sağlayan bir programdan başka hazır hiç bir şey yoktur: Sosyalist ekonomiye giden yola koyulduğumuz anda az çok neden kaçınmamız gerektiğini biliyoruz. Ancak sosyalist ekonomik ilkelerin, buna ilişkin yasalar ve tüm toplumsal ilişkilerin hayata geçirilmesi doğrultusunda alınacak binlerce irili ufaklı somut ve pratik önlemler konusunda, hiç bir sosyalist parti programında veya bu doğrultuda yapılmış çalışma kapsamında belirlenmiş herhangi bir yöntem bulunmuyor.”[12]

R. Luxemburg’un deyindiği gibi, bütün bu devrimin alacakaranlığı içinde bizim için yol gösterici olabilecek tek unsur, Marksizm’in teorisi ve temel ilkeleri olacaktır. Ama Ekim Devrimine bakıldığında, bu açıdan Marksist teori ve devrimci eylemin hayata geçirilmesinde öngörülen binlerce irili ufaklı somut pratik eylemleri içeren strateji ve taktikler arasında tam bir kopuş yaşandığına tanık olunur.

Ekim Devrimi, Marksizm’in teori ve pratiğinde derin uçurumları barındıran bir deneyim oldu ve bilimsel doğruların günlük politikanın gerektirdiği kısa vadeli strateji ve taktiklerin kurbanı olarak geçmişte kaldı. Teori ve pratiğin bu denli ayrışmasında çeşitli nedenler var. Marksizm, gelişmiş ülkelerde sanayi proletaryasının, kapitalizmin kaçınılmaz sonunu hazırlaması hızlandıran iktidarını öngörüyordu. Rusya, Marx’ın düşündüğü gelişmiş sanayi toplumları dışında yer alıyordu. Komünist toplumlara geçiş, sanayi toplumlarında birbiri ardı sıra gerçekleştirilecek dünya devrimi sonucunda başarıya ulaşacaktı. Ama, Sovyetler Birliğinde devrim sonrasında Bolşevik liderlerin dört gözle beklediği Avrupa devrimi gerçekleşmedi.

Enternasyonal devrim beklentilerinin zayıflaması, Sovyetler Birliğinin kendi kabuğuna çekilmesine, dünyadan soyutlanmasına ve büyük ölçüde anti-komünist propagandanın etkisi altında kalmasına yol açtı.

Tek ülkede sosyalizmin hedefi, proletarya devletini her bakımdan emperyalist devletlerin kuşatması ve tecridi altına soktu. Proletarya, kendini savunma içgüdüsüyle başlattığı devrimi geliştiremediği gibi, bunu ülke çapına da yayamadı. Çarlığın uyguladığı büyük bir baskı rejimi altından yeni kurtulan Rusya proletaryası, devrimi ilerletecek gücü kendinde bulamadı. Devrimin ilk aylarından itibaren iç ve dış düşmanın tehdidi altında kalan Bolşevik parti, hızla başarılmış devrimi her ne pahasına koruma çabasına girişti. Eski Çarlık döneminin devlet aygıtını parçalama yerine onunla bütünleşme yolunu seçti. Proletaryanın devrimci inisiyatifi, devrimin korunması adına merkezi otoriteye bağlı kılındı. Proletarya devletinin güçlendirilmesi adına, eski Çarlık döneminin bütün kurumları ile işbirliğine girildi. Devlet memurları partili oldu. Kızıl orduda eski rejimin sosyalist ekonominin planlanmasında öncü işçi sınıfı yerine, eski dönemin bürokrasisi ve teknokrasisi ile işbirliği yapıldı.

Bütün bu gelişmelerin altında, Sovyetler Birliği deyiminde, kısa vadeli strateji ve taktikler adına, teori ve pratikte yaşanan kopma yatıyor. Bunu daha iyi anlamak için, çok fazla ayrıntıya veya Sovyet Tarihine geniş bir perspektif içinde bakmaya gerek kalmaksızın, Lenin’in Nisan Tezleri ile Sovyet Devrimi için getirdiği ilkeler ve devrimin hemen sonrasındaki pratik uygulamalara bakmak yeterli oluyor.

Tezlerin birinci maddesi, emperyalist savaşa son verilmesi ile ilgiliydi. Geçici hükümetin burjuvazinin hizmetinde olduğu, bu nedenle emperyalistlerle olan çıkar birliği içinde Rusya burjuvazisinin savaşa son verme niyetinde olmadığı, bunun geniş kitlelere açıklanması gerektiği ifade ediliyordu. Devrim ile birlikte barış kararnamesinin imzalanması sonucunda bu tez, tam olarak yürürlüğe sokulmuş oldu.

Tezlerin ikinci maddesinde, proletaryanın örgütlenme düzeyinin yetersizliği nedeniyle, iktidarı burjuvaziye vermiş olduğu devrimin birinci aşamasından iktidara proletarya ve köylülüğün en yoksul kesimine devredildiği ikinci aşamaya geçildiği belirtiliyordu. Bu geçiş, artık dünyanın en özgür ülkesi olan Rusya’da legal yollardan gerçekleştirilmeli ve proletarya partisi, yeni koşullara uyum sağlamalıydı. İkinci maddenin ilk bölümünde aşamalı devrim konusunda Lenin ve yandaşları devrimle birlikte tam bir kavram kargaşası yaşadılar. Devrimin sabahı halka duyurusunda Lenin, sosyalist aşama ile uyumu biçimde bütün toprakların uluslaştırılacağını söylüyordu. Devrim sonrasında ise, Rusya nüfusunun ancak küçük bir kısmını oluşturan proletaryanın temsili sorunu ile karşı karşıya kalınmıştı; Bolşevik partinin oluşturduğu hükümetin ayakta kalması için, köylülüğün temsilcisi SD’lerle işbirliği yapmak zorunluydu. Bu nedenle, tarımda toprağın kamulaştırılması anlayışı terk edildi.

Altıncı maddede, tarım programı, Tarım Emekçileri Sovyetleri tarafından ele alınacak, tüm ülkedeki tarım arazileri ulusallaştırılacak ve Tarım Emekçileri Sovyetleri emrine verilecek; bu şekilde tarımda modern çiftlikler oluşturulacaktı. Tezler’de yer alan bu ilke de sonradan tümüyle terk edildi.

Sosyal Devrimciler’lerle (SD’ler) yapılan koalisyon sonucu, Rusya tarımının kaderi tümüyle toprak sahibi köylülüğün temsilcisi SD’lere terk edildi. Tarım proletaryası ve yoksul köylüler ise kendi kaderine terk edildi; SD’lerin inisiyatifinde oluşturulan sözde toprak komitelerinin toprakları kendi aralarında dağıtması tarımda demokratik devrim olarak selamlandı.

Lenin, beşinci maddede, işçi ve emekçi köylülerin temsil edildiği Sovyetler cumhuriyeti kurulacağını, polis, ordu ve bürokrasinin kaldırılacağını söyler. Ama hazırlanan Sovyetler Birliği Anayasası içinde, proletarya devletinin meşruiyetinin temel alındığı yerel Sovyetlerin işlevi, rejimin korunması adı altında, yine Anayasada ülke güvenliğinin sağlanması için düzenlenen bir hüküm doğrultusunda Sovyetler Daimi Konseyine devredilir ve buradan da esas olarak hükümetin iradesine terk edilir. Ülke güvenliğini tehdit eden olağanüstü koşulların süreklilik kazanması nedeniyle Yerel Sovyetlerin işlevi, tümüyle Sovyetlerin dışında sürekli nitelikteki organlar tarafından üstlenilir. Daimi Konsey’in hükümetin, hükümet de esas olarak Bolşevik partinin tam hakimiyetinde olması nedeniyle, Sovyetler Birliği, artık tümüyle Parti denetimine geçer. Sovyetik temsil anlayışı, kısa bir süre sonra tümüyle kağıt üzerinde kalır.

Devrimle birlikte eski ordu birlikleri lağvedilmiş, proletarya devletinin güvenliğini üstlenen silahlı proletarya ve devrimci askerler, zamanla Kızıl Ordu bünyesinde düzenli birlikler haline dönüştürülmüştü. Ne var ki, devrimin ilk günlerinde proletarya devletine tam bir direnç gösteren bürokrasi ile zamanla uzlaşmaya varılacak, bürokrasinin lağvedilmesi ve seçimle işbaşına gelmesi bir yana, zamanla devlet memurları, Bolşevik parti üyesi olacaklardı. Bu şekilde parti-devlet bürokrasisi bütünleşmesi sağlanacaktı. Sovyetler Birliği’nin, özellikle enternasyonal devrim politikasından uzaklaşarak tek ülkede sosyalizmin kuruluşu çabasına girmesi, onun ülke içi emek ve üretim gücü kaynaklarına dayanarak kendini koruma çabasına girmesini gerektirdi. Bu amaçla tüm ülke kaynaklarının yoğun bir şekilde merkezi düzeyde tek elden yönetilmesi ve yönlendirilmesi çabaları, bürokrasinin olağanüstü düzeyde artmasına, bürokratların merkezi yönetimi sağlama çabalarında ülkede hakim unsur haline gelmesine yol açtı. Zamanla yaşam koşulları açısından her yönüyle bürokrasi ile işçi sınıfı arasındaki uçurum derinleşti.

Sekizinci maddede, sosyalizme giden yolun işçi kontrolü ile sağlanacağı belirtiliyordu. Gerçekten de Fabrika komiteleri, devrim öncesi Çarlığa karşı yürütülen devrim mücadelesinin öncü müfrezesiydi. Devrim sonrasında, sosyalizmin yerleştirilmesi için fabrika ve işyerlerinde inisiyatifi ele aldılar; eski düzenin temsilcilerine, karşı devrimcilere karşı devrimi yerleştirme mücadelesini sürdürdüler, yeri geldiğinde devrimin tehlikeye girdiği anda silahlı müfrezeler oluşturarak cepheye gittiler. Ama fabrika komitelerinin işyerlerinde yürüttükleri işçi kontrolü her nedense anarşi olarak değerlendirildi; devrimci fabrika komiteleri ilk önce sendikalar, daha sonra oluşturulan merkezi ekonomik bürokrasinin vesayeti altına alındı.

Bütün bu olup bitenlerin sorgulamasında Nisan Tezleri dönüm noktasını oluşturuyor. Nisan Tezleri’ne kadar olan dönemde Leninizm, proletaryanın egemenliğine doğru devrimci yürüyüşünü simgeliyordu. Ama Nisan Tezleri sonrasında ortaya atılan sosyalist iktidar sloganı ise artık proletarya egemenliğinin kuruluşunu öngörüyordu ki, bunun için Rusya’da koşulların buna imkan vermesine yetecek düzeyde olgunlaşmadığı anlaşılıyordu. Nitekim, bunu Lenin de, devrimden hemen önce görmüş, Devlet ve Devrim ile Marksist proletarya diktatörlüğünü incelemiş, ama bunun için burjuva devletini tersine çevirip kullanmaktan başka çare bulamamıştı. Tabii bu devlet, Çarık devletiydi; Şubat devrimi sonrasında hızla burjuvazi ile işbirliğine gidiyordu; ama burjuvazi henüz devleti hakim olacak güce sahip değildi; çünkü daha iktidarını tam olarak oluşturamamıştı ve bunun için hala daha proletarya ile eşit koşullarda ortaklık yapma durumundaydı. İşte bu koşullarda, Çarlık Devleti, yani esas olarak devlet örgütleri ve onun çevresinde kümelenmiş aydın, sivil ve asker kesimlerden oluşan orta sınıf, bir taraftan proletarya ve diğer taraftan burjuvazi, her ikisinin de ülkede hakim sınıf olamaması nedeniyle, neredeyse sınırsız görece özerklik kazandı. Proletarya ile, ama daha çok onun partisi ile işbirliği yaparak burjuvazinin tasfiye edilmesi bir bakıma Çarlık devletini eskisinden çok daha tehlikeli konuma soktu. Çarlık devletinin karşısında artık ideolojik bilinçli ve siyasi bilinç ve deneyime sahip olsa da, ülke yönetimi açısından deneyimsiz proletarya kalmıştı. Kısa zamanda bütün güçleri elinde topladı; proletaryanın geleneksel örgütlerinin etkisiz hale getirilmesi edilmesi dahil, sosyalizmi inşa yolunda tüm örgütlenme olanakları elinden alındı; bu tür örgütler, başta ekonomik planlama olmak üzere tüm sosyalist kurumlardan dışlandı.

Bu koşullar altında Sovyetler Birliğinin dağılması kaçınılmazdı. Nitekim, iktidarı elinde tutan orta sınıfın değişen dünya koşullarına ayak uyduracak esnekliği gösterememesi, proletaryayı öteden beri uğruna mücadele ettiği “proletarya devletinden” uzaklaştırdı, soğuttu. Bundan sonra olaylar hızla gelişti. Sovyetler Birliği, tüm dünya devrimcilerinin bir hayal kırıklığı içinde, kendisi ile birlikte ayakta kalma savaşı veren diğer sosyalist ülkelerle birlikte, adeta arkasından ağlayanı olmaksızın dağıldı.

Sovyetler Birliğinin dağılmasına kadar gelen süreç, çoğu kez söylenenlerin aksine, çok daha eskiye; onun ilk kurulduğu dönemlerde Lenin ve yandaşlarının yaptığı bazı temel hatalara dayanıyor. R. Luxemburg, Sovyet Devriminden büyük bir coşku duymuş, Lenin ve Bolşeviklerin başarılarını adım adım izlemiş, doğru ve yanlışlıklarını sergilemişti. Sadece izlemekle kalmamış, aynı zamanda edindiği ideolojik ve siyasi deneyimi ışığında Bolşevik hareket hakkındaki görüş ve endişelerini belirtmişti. Ekim Devrimi ve Sovyetlerin kuruluşu ile ilgili yaptığı tespitler, genellikle kimi zaman Bolşeviklerin kaçınamadığı taktik hataları işaret ediyordu. R. Luxemburg, bunları Marksizmin genel doğrularında hareketle eleştiriyordu. İlk olarak, Lenin’in burjuva devletini ters yüz edip proletarya devletine dönüştürmesini eleştirmişti. Bunun Marksist devlet anlayışı ile bağdaşmayacağını söylüyordu. Lenin’in demokratik merkeziyetçilik anlayışı ve bu doğrultuda getirdiği parti anlayışını eleştirmiş, bu denli merkezi yapıda bir örgütün zamanla merkezin alacağı kararları körü körüne onaylayan bir yapıya dönüşeceğini uyarmıştı. Kurucu Meclisin dağıtılmasını eleştirmiş, demokrasinin yalnızca yöneten sınıf için olmasının onun özünün zedeleyeceğini söylemişti. Lenin’in işçi-köylü ittifakı anlayışına şiddetle karşı çıkmış, körü körüne toprakların dağıtılmasının mülkiyet duygusunu aşılacağını, bunun sosyalizmi kurmak değil, olsa olsa kapitalizmi canlandırmak anlamını taşıyacağını belirtmişti.

Bugünden bakıldığında, bütün bu hataların, Marksist ilkelerin devrimin somut koşullarında uygulanamamasının ve sırf taktik amaçlarla göz ardı edilmesinin neye mal olabileceği ortaya çıkıyor.

İşçi sınıfının kendiliğinden hareketi sonucunda ortaya çıkan Şubat 1917 devrimi, üç gün gibi kısa bir süre içinde silahlı ayaklanmaya dönüşmüş, ayaklanmanın öncüleri tarafından oluşturulan Sovyetler duruma hakim olmuş ve Çarlık rejimine son verilmişti. Rusya’da 1905 devrimi ile birlikte ele alındığında, Şubat 1917 devrimi, devrimci dönüşümde kitlelerin öznel iradesinin boyutlarının ne olduğunu açık seçik ortaya koyuyor. Devrimin olgunlaştığı anda bu öznel irade, proletaryanın sınıf kararlılığında somutlaşıyor ve geniş yığınların bir araya gelerek devrimci müdahaleyi yapmalarına imkan sağlıyordu.

Şubat 1917 devrimine bu gözle bakıldığında, bu sefer Ekim 1917 devriminin farklı nitelikleri daha rahatlıkla görülebiliyor. Bolşevikler, başlangıçta salt Çarlık rejimine son verilecek demokratik devrim konusunda diğer devrimci partilerle aynı görüşü paylaşır. Ama Lenin’in Nisan Tezleri ile sosyalist devrim aşamasına geçilmesi gerektiğini söylemesinden sonra Bolşevikler tavır değiştirir. Şubat devrimi Çarlığı hedef almıştı; bu burjuvazi dahil, Rusya’da otokrasiye karşı herkesin işbirliğine imkan sağlamıştı. Ama Lenin, devrimin sürdürülmesi, sosyalist aşamaya geçilmesini istiyordu. Aksi taktirde burjuvazinin daha önce Fransa’da olduğu gibi, yönetimini sağlamlaştırmasının ardından feodaliteyi devirmede işbirliği yaptığı proletaryayı tasfiye edeceğini çok iyi biliyordu. Hatta Rusya’da Bolşevikler dışında kalan tüm siyasi partilerin kendisine verdiği destekle vakit geçirmeden buna girişmiş, Bolşevik partisini yasa dışı ilan etmişti. Geçici burjuva hükümetinin bu cüretkarlığı, bir taraftan hala daha aralarında devrimin demokratik aşamasından sosyalist aşamasına geçilmesi konusunda endişe duyan Bolşeviklerin kenetlenmesini sağlamış, aynı zamanda da, proletarya, kendi çıkarlarını savunan gerçek devrimcilerin Bolşevikler olduğunu anlamasını sağlamıştı.

Ne var ki, asıl güçlük bundan sona başlıyordu. Proletaryanın öncülüğündeki Şubat devriminin başarısı, belli ölçüde geniş bir kesimden sağlanan destekle mümkün olabilmişti. Şimdi ise Ekim devrimine uzanan yolda Bolşevikler pratik olarak tek başınaydılar. Karşılarında geniş bir eski rejimi destekleyenler ve burjuvazinin yanı sıra, Rusya’da burjuva demokrasisinin kurulmasını savunan, proletaryanın sosyalist devrimi gerçekleştirecek çoğunluğa ve olgunluğa ulaşmayan Bolşevikler dışındaki geniş bir devrimci kesim yer almaktaydı. Bu koşullar altında yola çıktıklarında Bolşeviklerin 1. Sovyetler Kongresinde %13 oya sahipti. Ekim ayındaki 2. Sovyetler Kongresinde ise oylarını %52 düzeyine çıkartırlar. Sovyetlerde sosyalist devrimi savunan Bolşeviklerin çoğunluğa ele geçirmesi ve Troçki’nin Petrograd Sovyetinin başına geçmesi ile sosyalist devrim tamamlanmış demekti. Çünkü Sovyetler, Şubat Devrimi ile kontrolü zaten ele geçirmişti. Bundan sonrası bir kaç düzenleme yapmaktan öte gitmeyecekti, nitekim öyle oldu. Bolşeviklerin hakim olduğu silahlı işçi ve askeri birlikler, Petrograd'ta önemli noktaları kuşattı; geçici hükümet üyeleri tutuklandı. Ertesi gün yeni Sovyet hükümetinin kurulduğu bir bildiri ile Rusya halkına duyuruldu.

Lenin, Ekim Devrimine öncülük etmek ve onu gerçekleştirmekle bir yerde tarihin akışını değiştirmişti: Rusya’da feodalitenin tasfiye edilmesi ile gerçekleştirilen demokratik devrimi burjuvazi değil, proletarya yapacaktı. Lenin’e göre Rusya’da feodal dönemde genel olarak kapitalist üretim tarzına has dönüşüm başlamış ve belli bir aşama kaydetmişti. Rusya’da kapitalist aşama tamamlanmış sayılabilirdi ve bunun üstyapıdaki dönüşümünü de proletarya gerçekleştirirdi. Rus devrimi sürecinde Ekim Devriminin özgün niteliği budur.

Ekim Devrimi, tarih sahnesine henüz çıkan Rusya proletaryasının karşısına muazzam sorumluluklar yükledi. Ekim Devrimi, gerçekte proletaryanın başlattığı Şubat Devrimi ile açılan yolda Lenin’in Nisan ayında Rusya’da geri dönüşü ile başlar ve Sovyetler yönetiminin kuruluşunun ana hatları ile tamamlandığı 1918 sonlarına kadar uzanan bir süreçtir. Lenin, Nisan Tezleri ile devrimin sosyalist aşamasına geçilmesi gerektiğini söylemişti. Oysa Ekim Devriminde sosyalizmin kurulması yönünde bir bocalama sonrasında bu kaçınılmaz gerçek ile karşılaşılmış oldu. Bolşevikler, iktidara gelir gelmez, sanayide, sosyalist üretim ilişkilerinin temel unsuru olan, sosyalist ekonomi ve planlamanın tüm üretim birimlerinde yerleştirilmesinde esas olan işçi kontrolünden vazgeçtiler. Ekim Devrimi Sovyet rejiminin ayakta kalması her şeyin üzerinde tutuldu. Proletaryanın sosyalizmin inşası doğrultusunda başlattığı hareket kesintiye uğratıldı, tarımda sosyalizmden ödün verildi ve toprağın kamulaştırılması anlayışını terk edildi.

Bütün bunlar, Rusya’da sosyalizmin kurulması amacıyla kaçınılmaz olan geçici nitelikte ödünler olarak kabul edilebilir; ama daha sonra bunlar kalıcı nitelik kazandı. Devlet ile bütünleşen parti proletaryanın sınıfsal inisiyatifine ambargo koydu A. Kollontai’nin belirttiği gibi; proletaryaya sosyalizmin inşası için inisiyatif tanınmadı. Bu nedenle de, uzunca yıllar boyunca hiç bir dönemde Sovyetler Birliği’nde komünist topluma yönelik bir süreç yaşanmadı; yani devlet gücü giderek zayıflaması gerekirken bunun tersi süreç yaşandı. Şubat Devrimi ile başlayan, Ekim Devriminin ilk günlerinde devam eden proletarya devrimi bundan sonra tüm Sovyetler Birliği tarihinde geriye doğru seyir izledi.

R. Luxemburg, Marksizm'in hazır şablonlar vermediğini söyler. Bu açıdan bakıldığında, Sovyetler Birliği deneyiminin de, bize neyin nasıl yapılmasından çok, ancak nasıl yapılmaması için yol gösterici olabileceğini unutmamak gerek. Bu bakımdan, Ekim Devrimi sonuçları çok zengin deneyimler içeriyor ve sosyalizme doğru giden yolda benzersiz yol gösterici niteliğe sahip. Sovyet deneyimi, bize bazı kavramların ilk bakışta yansıdığının ötesinde anlamlarla yüklü olduğunu gösteriyor. Bunların başında da belki Marksizmin en temel öğretisinin ne anlama geldiğinin bir kere daha ele alınması gerektiği ortaya çıkıyor: İşçi sınıfı ideolojisi ve proletaryayı temel almayan hiç bir anlayış veya eylemin Marksizm ile ilgili olmadığı ortaya çıkıyor.

Şubat devrimine proletarya damgasını vurmuş, daha sonra oluşturduğu Sovyetler ile ülkede burjuvazi vesayet altına alınmıştı. Ekim Devrimi barış, toprak) ve işçi kontrolü vaat etmişti. Ama, Ekim Devriminden hemen sonra proletaryanın sosyalizmi kurma girişimlerine set çekildi, işçi kontrolü anlayışından vazgeçildi. A. Kollontai’nin deyişi ile fabrikalarda kolektif yönetimin yerini burjuva anlayışına dayanan tek kişi yönetimi kabul edildi.

Bu Sovyetler Birliği’ ile ilgili ikinci gerçeği gündeme getiriyor. Sovyetler Birliği’nde her şey devlet kavramı ile bütünleşiyor. İktidar devletin, üretim araçları devletin, siyaset devletin, parti devletin ve ekonomi, ekonomik planlama aracılığı ile devletin. Buraya kadar yaygın olarak sanıldığının aksine, Marksizm ile devletin birbirine yakın olmaktan çok uzak olduğu ve devlet veya merkezi kavramlarının ve her bakımdan komünizme yabancı olduğu söylendi. Şimdi de, Marx ve Engels’in aktardıklarına ilave olarak, Sovyetler Birliği’nde yaşananların bunun doğruluğunu bir kez daha açıklıkla ortaya koyuyor. Yıkılışına yakın dönemde Sovyet toplumu, artık devlet içinde veya ona yakın olanlarla olmayanlar şeklinde birbiri ile bıçak gibi ayrılmış iki kesim ortaya çıkmıştı. Buraya kadar olan sürecin nasıl tanımlanması gerektiği konusunda birbirini tutmayan görüşlere şaşırmamak gerek. Bu süreç ne burjuvazinin, ne de proletaryanın inisiyatifinde veya güdümünde oldu. Buna yol açan süreci tümüyle devletin içinde yer alan asalak orta sınıflar oluşturdu. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, Rusya ve onun dışında eski sosyalist sistem içinde yer alan ülkelerde kapitalizm, aradan önemli bir zaman süresi geçmiş olmasına rağmen henüz kurulabilmiş değil. Hatta denebilir ki, eski sosyalist ülkelerde kapitalist unsurlar kadar sosyalist topluma has unsurlar da canlılığını korumayı sürdürüyor ve komünizmin dünya çapında yaygınlaşmasına paralel olarak bu sürecin güç kazanması bile beklenebilir.

Son olarak Sovyet deneyimi, Marksist ilkelerin ortaya konmasının yetmediğini, sosyalizmin inşasının bu ilkelerin somut koşullarda hayata geçirebilme becerisi olduğunu gösterdi. Sovyetler Birliğinde proletarya egemenliğinin merkezi otorite ile temsil edileceği düşünüldü. Oysa, merkezi otorite, tümüyle temsili nitelik taşır. Proletaryanın iradesi, bir merkezi yapı, yada devlet şeklinde örgütlenemez; bu tüm ülke çapında yayılmış ve somut hayatın yer aldığı birimlerde vücut bulmuş proletarya örgütleri aracılığı ile temsil edilir. Tüm ülke çapında dağılmış bulunan bu irade ve otoriteyi bütünleştiren, onun sınıf tavrıdır. Bu sınıfa özgü ortak tavır, ortak duygu ve düşünce proletaryayı merkezi otorite haline getirir.

Bunun gibi, sosyalist ekonominin kurulması sağlayacak olan ekonomik planlamanın Sovyetler Birliği içindeki anlaşılan biçimden farklı olabileceği, öteden beri söylenen merkezi planlamanın kavramının yanlış olduğu ya da yanlış anlaşıldığı, gerçekte merkezi ile anlatılmak istenen tek bir yerde yer alandan çok ortak ya da aynı amaca yönelmiş veya tüm toplumun yaranına olan olarak anlaşılması gerektiği ortaya çıkar. Ya da merkezi tanımında hiç de fiilen tek bir merkezde yer alan değil, ama tüm ülke çapında yayılmış olmasına karşın merkezi otorite olma özelliğini ortak ve özdeş bir amaca yönelmesinden kaynaklandığı anlaşılmalıdır. Ekonomik planlama ofisleri fabrika komiteleri toplantı salonlarına indirgenmelidir; ya da, A. Kollontai’nin dediği gibi, elleri ne kadar kaba da olsa, proletarya bir şekilde sosyalist ekonomiyi ve daha sonra sosyalist toplumu kuracaktır; yeter ki neredeyse bütün bir yüzyıl geçmiş olsa bile geri dönülecek ölçüde ciddi bir yanlışlıkla önü kesilmesin, tarihin akışına çomak sokulmasın.
___________________

[1] Willy Dickhut, Sovyetler Birliğinde Kapitalizmin Restorasyonu, Komün Yay., Bilim Dizisi.

[2] Antonio Carlo, Sovyetler Birliği üzerinde çok iddialı bir çalışma olan Sovyetler Birliğinin Sosyo Ekonomik Karakteri adlı çalışmasında, Sovyetler Birliğinin karakteri hakkında tartışmayı ilk kez dünya arenasına çıkarma başarısının Çin’e ait olduğu belirtilir. Çin’de çeşitli dönemlerde Sovyetler hakkında yapılan yorumlarda farklı görüşler dile getirilir. Sovyetlerin sınıflı toplum ve kapitalistleşme sürecinin yaşandığı toplum olduğu dile getirilir; ama kimi zaman da sosyalist ekonominin hakim olduğu söylenir. Lin Piao, 1966 yılında yaptığı bir konuşmada, Sovyetlerde sosyalizmin, Çin’deki Kültür Devrimi ile kıyaslanabilir bir geniş tabanı olmadığını belirtir ki, bu Sovyetlerin örgütleniş niteliği ile ilgili oldukça tutarlı bir saptamadır. Çin yetkililerince Sovyetler hakkında ileri sürülen bir görüş de, devrimin en başından beri etkin bir işçi demokrasisi oluşturulamadığı, Stalin döneminde de bunun hayata getirilememiş olduğudur. Antonio Carlo, Sovyetler Birliğinin Sosyo Ekonomik Karakteri, Kaynak Yay., No. 45.

[3] Marx’ın da dediği gibi, tarihi yapan insan olsa bile, bunu kendi iradesi doğrultusunda değil, ama kendisi için somut koşullar altında çizilmiş belli bir yönde yapar. Aynı şekilde, burada önemli olan Stalin’i bu yola iten koşulların ne olduğudur; bunu Stalin’in yapmış olması değil.

[4] Marx, bu konuda şunları söyler: “Her tarihsel çağda mülkiyet, değişik biçimlerde ve birbirlerinden tamamıyla farklı toplumsal ilişkiler içinde gelişmiştir. Demek ki, burjuva mülkiyetini tanımlamak, burjuva üretiminin tüm toplumsal ilişkilerinin açıklanmasından başka bir şey değildir.” K. Marx, Felsefenin Sefaleti, Sol Yay. S. 161.

[5] A. Carlo, a.g.e., s. 19.

[6] Antonio Carlo, a.g.e., s. 18.

[7] Marx, Luis Bonapart’ın 18. Brumaiere adlı eserinde, devlet ile burjuvazi arasında kaçınılmaz olduğu kadar, aynı zamanda burjuvazi için çok tehlikeli olabilecek birlikteliğinden söz eder. 1800 yılları Fransa'sında yarım milyonu aşkın memurlar ordusunu barındıran devlet, maddi çıkarların ve geçim olanaklarının muazzam bir kitlesini, sürekli olarak mutlak bağımlılığı altında tutmakta, en genel varlık biçimlerinden en ufak devinimlere kadar sivil toplumu sımsıkı tutmaktadır. Burjuvazi maddi olarak kâr, faiz, rant ve serbest meslek ücreti olarak cebine indiremediklerini devlet maaşı ile tamamlar. Öte yandan siyasi olarak iktidarını sürdürebilmesi için devletin gücünü ve memurların sayısını artırması gerekir; ama aynı zamanda da kendisi için tehlike yaratmaması için aynı zamanda onu kıskançlıkla sakat bırakmalı ve felce uğratmalıdır. Aksi taktirde, feodalizme karşı kendisinin yaptığı bütün silahların kendisine dönmesi an meselesidir; kendi yarattığı tanrılar, kendisini yüz üstü bırakır; aynen kendi yarattığı ve güçlendirdiği devletin Bonapartist nitelik kazanıp kendi iktidarına son verdiği Kasım 1849 Fransa’sında olduğu gibi. (K. Marx, e.g.e., Sol Yay., İkinci Baskı, s. 63-67, The Eighteen Brumaire of Napoleon Bonapart, Online Version: Marx/Engels Internet Archive (marxists.org) 1995, 1999)

[8] A. Kollontai bu konuda şunları aktarır: “Başlangıçta devrimi tümüyle reddeden, daha sonra mücadelemizin en zor aylarında “bekle gör” politikası izleyen, hatta Sovyetlerin iktidarına karşı açık bir düşmanlık besleyen kapitalist sistemin iş adamlarından oluşan bu toplumsal kategori, sermayenin bu iyi beslenmiş itaatkar uşakları, politikada günden güne giderek artan hatırı sayılır etkinlik ve önem kazanmaktaydılar.” A. Kollontai, Rusya’da İşçi Muhalefeti, Belge Yay., 1991, s. 56.

[9] Leon Trotsky, In Defense of Marksizm - The USSR in War Sept. 25,1939 , Pioneer Publishers in 1942,

[10] A. Carlo, a.g.e.

[11] E. Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl, Sarmal Yay., Ekim 1996, s. 544.

[12] Rosa Luxemburg, “The Russian Revolution, Problem of Proletariat Dictatorship”. www.marxist.org/ Rosa Luxemburg Arşivi.




Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör MARKSİZM nedir? melnur 10 7619 15.02.2021- 13:36
Konu Klasör Ulus devlet-kapitalist devlet farkı üzerine... melnur 4 3125 14.12.2019- 08:39
Konu Klasör Sovyetler ve Hacıbektaş munzur 5 5129 25.08.2015- 22:37
Konu Klasör Sovyetler birliği’nde kadının kurtuluşu munzur 3 3795 08.08.2015- 20:38
Konu Klasör 'Paralel yapıyı Sovyetler çıkardı!' dayanışma 6 5174 27.09.2014- 14:35
Etiketler   MARKSİST,   DEVLET,   KURAMI,   SOVYETLER,   BİRLİĞİ
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS