Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Dünyadan
yorum2006  |  Cvp:
Cevap: 17
24.01.2015- 21:35

Ali Şimsek tarafından yazılanlar tipik sosyal demokrat yaklaşımlardır. Syriza'yı eleştiren komünistlere yönelttiği suçlamalar da öyle. Bu yaklaşım burjuva düzenini ayakta tutmak için kullanılan Avrupa sosyal demokrasisinin açmazıdır, bunlar burjuva düzeninde hükümette yer alarak bir F 16 eksik almayı sosyalist mücadelenin yerine ikame etmeye kalkar. Aslında bunların hükümete girdikleri zaman bir F 16 eksik aldıkları bile görülmemiştir. Koltuğa oturunca baskılara dayanamazlar çünkü. O zaman da "normatif" olmayalım "pratik" olalım filan diye ahkam keserler.

yura  |  Cvp:
Cevap: 18
24.01.2015- 23:38

Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış

Ali Şimsek tarafından yazılanlar tipik sosyal demokrat yaklaşımlardır. Syriza'yı eleştiren komünistlere yönelttiği suçlamalar da öyle. Bu yaklaşım burjuva düzenini ayakta tutmak için kullanılan Avrupa sosyal demokrasisinin açmazıdır, bunlar burjuva düzeninde hükümette yer alarak bir F 16 eksik almayı sosyalist mücadelenin yerine ikame etmeye kalkar. Aslında bunların hükümete girdikleri zaman bir F 16 eksik aldıkları bile görülmemiştir. Koltuğa oturunca baskılara dayanamazlar çünkü. O zaman da "normatif" olmayalım "pratik" olalım filan diye ahkam keserler.



yazdıklarınıza türkiye için katılmam, Yunanistan için katılırım. bu yüzden doğru buluyorum. Yunanistan'da kapitalizmi revize etmeye gerek yok yıkmaya gerek var. syriza bu çapta bir parti değil.

Cevap: 19
25.01.2015- 05:13

Syriza iktidara geldiğinde

4 Ocak 2015   E. Ahmet Tonak

15 Eylül'de Alexis Tsipras'ın açıkladığı Selanik Programı Syriza'nın yaşanan derin bunalıma ilişkin neler yapmayı planladığının ipuçlarını veriyor (http://bit.ly/13OrSNj) .

Program iki parçalı:

AB ile ''kamu borcunun büyük bir kısmının silinmesini'' ve ''AB Yatırım Bankası'nın .. sağlayacağı'' kaynakları hedefleyen müzakereleri hemen başlatmak.

Müzakerenin sonucu ne olursa olsun, ''iktidar(ın) ilk gününden itibaren''   Ulusal Yeniden İnşa Planı'nı uygulamak.

Ulusal Yeniden İnşa Planı da dört ögeden oluşuyor:

1) İnsani krizle mücadele etmek;
2) Ekonomiyi yeniden harekete geçirmek ve vergi adaletini sağlamak;
3) İstihdamı yeniden sağlamak;
4) Demokrasiyi derinleştirmek için siyasi sistemi dönüştürmek.

Bu yazıda, Syriza'nın AB ile yürütmeyi planladığı müzakerenin muhtevasına, muhtemel sonuçlarına girmiyoruz. Sadece Ulusal Yeniden İnşa Planı'nın emekçiler açısından aciliyet taşıyan iki önemli unsurunu ele alacağız. Zaten, Syriza da Planı'nın AB ile müzakerenin sonuçlarından bağımsız olduğunu ve iktidara gelir gelmez uygulanacağını deklare etmiş durumda.

Kapitalizmin bunalımını emekçiler her zaman işsizlik ve ücret azalması şeklinde yaşarlar. Yoksulluk ve yoksunluk bu iki belanın sonucudur. IMF-AB-Avrupa Merkez Bankası'nın dayattığı program 2012 için işsizlik hedefini %15 olarak belirlemişti.   Hesapları tutmadı: sadece o yıl 400.000 emekçi işini kaybetti, işsizlik %25 oldu.   2013'te ise %27'ye fırladı! Şu sıralar tekrar %25'lerde. Toplam 1,3 milyon işsizden 900.000'den fazlası iki yıldan fazla işsiz. Asgari ücret ise yine aynı program bağlamında ayda 586 avro seviyesine kadar düşürülmüştür.

Syriza'nın Ulusal Yeniden İnşa Planı asgari ücret seviyesini hemen eski 751 avro seviyesine yükselteceğini söylüyor. Yukarıda kaydettiğimiz sorunlardan çözümü daha zor olanı tabii ki işsizlik. Kapitalizmin derin bunalımı sürerken şirketlerden istihdam seferberliği beklemek abesle iştigal olur. İşte bu noktada, literatürde İstihdam Garantisi olarak bilinen ve ünlü post-Keynesçi Hyman Minsky tarafından merkez bankalarının lender of last resort (son borç verici) rolünden esinlenerek, devletin yüksek işsizlik karşısında employer of last resort (son işveren) olarak davranabileceği görüşü devreye giriyor. Syriza'nın bu tür bir programla işsizlik sorununa da bir ölçüde çözüm arayacağı anlaşılıyor.

Ulusal Yeniden İnşa Planı'nda İstihdam Garantisi ifadesi geçmemekle birlikte programın bahsettiği istihdam hedefi ve maliyet miktarı, Syriza'nın istihdam politikasının ABD'deki Jerome Levy Institute'da bu konuda yapılan bir dizi çalışmaya dayandığını gösteriyor (http://bit.ly/1yjqUX0). Geçen Ekim'de yayınlanan o çalışmaların sonuncusunda, 2012 yılında 300.000 yeni iş için net maliyet 2,343 milyon avro olarak verilmişti. Ulusal Yeniden İnşa Planı'nda ise aynı miktarda istihdamın 3 milyar avroya mal olacağı belirtilmiş muhtemelen 2015 tahmini olarak.

Bu tür programlar önerildiğinde piyasacı iktisatçılar hemen ''kaynak nerede'' sorusu ile dikiliverirler. Bu konuda da aynı enstitü bünyesinde yapılmış bir başka çalışmada farklı kaynaklar tek tek sayılmış (http://bit.ly/1zK6Tek). Bahsedilen alternatifler arasında bana en gerçekçi ve piyasanın gidişatına en az bağımlı gözüken kaynak, dış borç faiz ödemelerinin askıya alınması ile istihdam programına yöneltilebilecek bütçe gelirleri. Yunanistan'ın yaklaşık yılda 7,5 milyar avro borç faizi ödediği düşünülürse bu alternatifin Syriza'ya Ulusal Yeniden İnşa Planı'nın diğer ögelerini gerçekleştirebilme için de manevra imkanı sağlayacağını öngörebiliriz.

Cevap: 20
25.01.2015- 05:20

Syriza, emekçiler ve sosyalistler

18 Ocak 2015   E. Ahmet Tonak

Syriza'nın sol bir parti olduğunda anlaşmazlık yok, siyasetin her kanadı anlaşıyor bu konuda. Oysa, nasıl ve ne kadar sol bir parti olduğu derin anlaşmazlıklara yol açıyor. Syriza, kimilerine göre aşırı sol, kimilerine göre reformist bile değil.

Genellikle, sol partiler iktidara yaklaştıklarında tasnif girişimleri artar. Bu hep aşina olduğumuz bir durum. Dolayısıyla, Syriza özelinde de ''o kutuya mı, bu kutuya mı yerleştirsek'' tartışmasının başlaması doğal. Bu yazı, bir partiyi hangi özellikleri sol yapar, solculuk dozu hangi kıstaslarla ölçülebilir yazısı değil. Bir bakıma, 4 Ocak'ta bu sitede yayınlanan ''Syriza iktidara geldiğinde'' yazımızın devamı. O yazıdan bu yana hem seçimler yaklaştı, ortam kızıştı hem de 40 yıllık dostum Sungur Savran Gerçek gazetesinin sitesinde benim yazıma da kısaca değinerek bazı eleştirilerini dile getirdi.

Aşağıda, ilkin Yunanistan'daki seçim sistemi ve partilerin olası performansları üzerine gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Ardından da, Sungur'un eleştirisine kısaca değineceğim.

***

Yunanistan seçim sistemi neredeyse bizimki kadar kötü. ''Neredeyse'' dememin nedeni, barajın bizdeki gibi %10 değil, %3 olması. Malum, barajın kendisi, tanımı gereği, seviyesi ne olursa olsun, temsiliyeti sınırladığı için anti-demokratik bir uygulama. Öte yandan, Yunanistan'daki baraj da bizdekilere benzer gerekçelerle tesis edilmiş. Amaçlananın Türk kökenlilerin kurduğu partileri meclis dışında tutmak olduğu söyleniyor. Tabii, bu gerekçe telaffuz edilebilir bir gerekçe olmadığı için, baraj uygulaması, yine bizde olduğu gibi ''biz bu koalisyon hükümetlerinden az mı çektik'' sızlanması ile meşru kılınmaya çalışılıyor.   Koalisyon hükümetlerinden çok çekmiş olmalılar ki (!), ayrıca seçimlerde birinci gelen parti grubuna adeta ''hediyesi bizden'' diyerek bir anda 50 milletvekili ekleniveriyor.

Seçimlerin pratiğine gelelim, iki hafta öncesinin fotoğrafını çekmeye çalışalım.   Meclis 300 milletvekilinden oluşuyor. Bu sayının 50'si sistem icabı ''hediye paketi'' misali kenara ayrıldığı için, sadece 250 milletvekili oy oranlarına göre partilere dağıtılıyor. Dolayısıyla, Syriza'nın hangi oy oranıyla birinci parti olduğu, hükümeti tek başına kurup kuramayacağını belirlemesi bakımından önem taşıyor. Kısmen diğer partilerin de alacağı oy oranlarına bağlı olarak, eğer Syriza seçimlerde %36-38 arası destek bulursa, ek 50 milletvekili ile birlikte 151'e ulaşacak ve hükümeti tek başına kurma imkânını yakalayabilecek (son kamuoyu yoklamaları Syriza'yı %28-32 bandına yerleştiriyor).

Aksi halde, Syriza hükümeti kurabilmek için koalisyon ortağı bulmak zorunda kalacak. Bu arada, ikinci partiye de hükümeti kurma şansı tanınacak vs. Hiçbir parti tek başına veya koalisyon oluşturarak hükümet kuramazsa seçimler tekrarlanacak.

Diğer partilerin durumu ise şöyle. Düşen hükümet, bilindiği gibi ikinci parti durumunda olan Yeni Demokrasi ve giderek eriyen eski anlı şanlı sosyal demokrat Pasok koalisyonu idi. Seçim öncesi   nabız yoklamalarında Yeni Demokrasi %27, Pasok ise %3 civarında oy alacakmış gibi gözüküyor. Yani, yılların muktediri Pasok baraj yüzünden meclise girememe tehlikesi ile karşı karşıya. Liderlerinin önemli bir bölümü hapishanede olan faşizan Altın Şafak'ın ise 2014'teki %9'luk desteği yakalaması zor görünüyor; şu sıralar desteği %5-7 arasında gibi.

Syriza'nın dışındaki sol örgütlenmelerden daha büyük olan Yunanistan Komünist Partisi (KKE), Syriza'ya dışardan bile destek vermeyeceğini açıklamış durumda. KKE'nin oy tabanı da son yıllarda bir hayli küçüldü (2004'te %10'a yaklaşmış idi). Bu seçimlerde KKE desteğinin %5'in altına kadar düşebileceği bekleniyor. Daha küçük olan sol örgütlenme ise bir dizi parti ve grubun oluşturduğu Antarsya (İsyan), 2009'da kurulmuş anti-kapitalist bir cephe.   Bu kesim Syriza'ya dışardan destek vereceğini belirtmiş olmasına rağmen   meclise girebilme ihtimali neredeyse yok. Şu anda destekleri %1'in altında. Sungur'un yazısında adı, bizim yerli DİP'in ''kardeş partisi'' olarak geçen Troçkist EEK'nin (Devrimci İşçi Partisi) desteği ise %0.1 dolaylarında.

Seçimlere iki hafta kala tahminler ve siyaset yelpazesinde konumlanış aşağı yukarı böyle. 25 Ocak yaklaştıkça sıralama ne kadar değişir, beklenmedik neler olabilir kestirmek zor. Ama hem Yunanistan'ı hem de ilk ağızda Avrupa'nın güneyini, daha sonra da tamamını etkileme ihtimali olan kritik bir seçim sürecine   girdiğimiz kesin. Biraz da bu heyecanı yerinde yaşamak, gözlemlerimizi aktarmak üzere 23-27 ocak arası Yunanistan'da olacağız.

***

Sungur'un ''Syriza tuzağı'' yazısı aslında seçim sonrası muhtemel gelişmeler üzerine siyasi bir değerlendirme. Benim yazıma ilişkin getirilen eleştiri ise şöyle:

''Çipras ve Syriza''dan düzeni zorlayacak bir politika beklemek ciddi bir politik yanlış olur. Bu bağlamda yakın çalışma arkadaşımız E. Ahmet Tonak'ın Syriza programını dikkatli bir incelemeye tâbi tuttuğu yazısında ulaştığı sonuca hiç katılmıyoruz. Tonak, Syriza'nın ekonomik büyüme ve sosyal hizmetlerin yeniden güçlendirilmesi çabasına destek olarak ''en gerçekçi ve piyasanın gidişatına en az bağımlı gözüken kaynak'' (vurgu bizim) olarak dış borç faiz ödemelerinin askıya alınmasını gösteriyor. Bu ekonomik bakımdan ''gerçekçi'' olabilir ama politik bakımdan Syriza hükümetini derhal AB ile karşı karşıya getirecektir.''

Bu eleştiri üzerine bir iki hususu açmamda yarar var. Önce Sungur'la anlaştığımız bir noktadan başlayayım, ortak dostumuz, yoldaşımız Nail Satlıgan'ın şu görüşü ile:

''Solun krizde yapması gereken, elbette soyut bir kapitalizm reddiyesi ve soyut bir sosyalizm propogandası değil, sistemin sınırlarını zorlayan, sistemin içinde tamamıyla yerine getirilmesi mümkün olmayan ve dolayısıyla sistem sorununu gündeme getiren bir ''geçiş önlemleri'' paketiyle ortaya çıkmaktır.'' *

''Syriza iktidara geldiğinde'' yazımda çok açık ve seçik bir ifade ile Syriza'nın Selanik'te deklare ettiği programının sadece emekçilerin en önemli iki sorununu (düşük asgari ücret ve işsizlik) nasıl çözmeyi planladığına eğileceğimi belirtmiştim. Yazıya bakıldığında, gerçekten o konulara eğildiğim görülecektir. Nitekim, yazımda Syriza'nın asgari ücreti eski 751 avro seviyesine yükselteceğini ve devletin bizzat kendisinin 300,000 işsizi işe alacağını açıkça yazmış, söz konusu politikaların finansmanı için ''dış borç faiz ödemelerinin askıya alınması''nın düşünülebileceğini söylemiştim. Bu alternatif Syriza'nın programından değil, ABD'de bir araştırma enstitüsünün çalışmasından idi.

Durum böyle ise, benim ''en gerçekçi ve piyasanın gidişatına en az bağımlı gözüken kaynak'' ile kasttetiğimin, Sungur'un belirttiği ''Syriza'nın ekonomik büyüme ve sosyal hizmetlerin yeniden güçlendirilmesi çabası'' ile herhangi bir ilişkisi olmadığı, sadece ve sadece emekçilerin en yakıcı iki sorununu acilen çözmeye dönük ücret ve istihdam politikalarının uygulanabilmesi için olası bir kaynak olduğu açıktır.

Kaynak ihtiyacının neye ilişkin olduğunu netleştirdikten sonra, bu alternatifin gerçekçi olup olmadığına bakalım. Sungur, nedense önerdiğim kaynak alternatifini ekonomik bakımdan gerçekçi bulmakla birlikte ''Syriza hükümetini derhal AB ile karşı karşıya getirece(ği)'' için politik bakımdan sorunlu buluyor.   Oysa, Syriza hükümetinin AB ile karşı karşıya gelmesi tam da Nail'in dediği türde ''sistemin içinde tamamıyla yerine getirilmesi mümkün olmayan'' bir politikanın tercih edildiğini göstermez mi? Bence gösterir ve de göstermekle kalmaz, bizzat bu yüzden ''sistem sorununu gündeme getir(me)'' potansiyelini de taşır. Bir başka deyişle, ''soyut bir kapitalizm reddiyesi'' değildir, yaşandığında kavranabilecek kapitalizmin sınırlarını somut bir biçimde idrak imkânıdır.

Gerisini yaşayıp, göreceğiz.   Atina'dan yazışmak üzere...

*   Barış A. Özden, Bekir Tarık, Stefo Benlisoy. 2008. Nail Satlıgan'la Söyleşi: Solun Bunalıma Cevabı, ''Geçiş Önlemleri Paketi'' Olmalı. Mesele. Kasım.

umut  |  Cvp:
Cevap: 21
25.01.2015- 17:28

Galip Munzam Yunanistan seçimlerini yazdı: Yarın bizimdir yoldaşlar!

Seçimler gelir geçer. Batı medyasının, sermayenin bir bölümünün, Batılı tuzu kuru aydınların gübresi ile yeşeren, açtığında da leş gibi kokacak olan bu köksüz çiçek solar.

Resim Ekleme


Devam etmekte olan ve ilgiyle takip edilen Yunanistan seçimleri esnasında bir "pazar yazısı" yazmak, küçük bir anımı paylaşmak istedim soL portal okuyucuları ile.

Yunanistan’daki 2012 seçimleri esnasında araştırma yapmak amacıyla Atina’daydım. Bir Cumartesi akşamı telefonum çaldı. Telefonda tanıdık bir ses "Yoldaş, yarın biz gazete satacağız mahallelerde. Gelir misin?" diye soruyordu. Saat 9:00 için randevulaşıyorduk yoldaşlarla.

Ertesi gün Atina’da Anadolu’dan giden Rumlar tarafından kurulan Nea Filadelfia (Yeni Alaşehir) isimli mahallede Yunanistan Komünist Partili (KKE) yoldaşlarla ev taramasına çıkmak üzere buluştuk. Bildiri dağıtacak, KKE’nin 1916’dan bu yana çıkan günlük gazetesi Rizospastis’in (Radikal) seçimler için özel basılmış olan sayısını satacaktık. Bu arada yoldaşlar merakla soruyordu:

"Siz de Türkiye’de böyle mi çalışıyorsunuz?"

Evet, dememe   şaşırıyorlar, sonra ekliyorlardı emekçi halka karşı görevlerini yapıyor olmanın gururuyla: "Yunanistan’da yalnızca biz böyle çalışırız. Avrupa’da da başka yok sanıyorduk..."

"Selanik’i size kaptırdıktan sonra biz Avrupa sayılmayız..." diye takılıyordum.

Bir küçük ortaklık daha adlı adınca yoldaşlık hissiyatını perçinliyor, bir sevinç vesilesi oluyordu aramızda.

Evleri geziyorduk Rizospastis’le.   KKE Merkez Komitesi’nin Yunan halkına yaptığı çağrı vardı gazetelerin arasında. Gazete almayan evlere bu çağrı bırakılıyordu. Pazar günü saat 9:30’da başlamıştı ev taraması... İş öğretiyor gibi olmamak için "Pazar günü sabahın köründe kapı mı çalınır dayak mı yemek istiyorsunuz?!" diyemiyordum ama bu da aklımdan geçmiyor değildi. Ancak dayanamayıp sordum: "E, insanlar kilise de olmayacaklar mı şimdi?" Kopan kahkahanın büyüklüğü başka yanıta mahal bırakmıyordu.

Belediye otobüsleri kiliselerin yanından geçerken bile Yunanların topluca istavroz çıkarmaları nedense Pazar ayinine katılımın çok olacağı gibi bir intiba yaratmıştı bende...

Kapılarını açanların büyük kısmı uykulu gözlerle ve yeni uyanmış olmanın mahmurluğuyla yanıtlıyordu yoldaşların ısrarlı sorularını. Bir bölümü zaten KKE’ye oy verecekti. Kemik sağcı seçmenler hariç insanların çoğunluğu dinliyor, kimi zaman itiraz ediyor, çoğu zaman ise katıldıklarını söylüyor ve cümlenin sonuna ekliyorlardı: Ama...

İşin "ama"sı şuydu: Ama sorunlar acildi, ama sol bir hükümet kurulabilirdi, sosyalizm çok güzeldi ama olur muydu... Yoldaşlar uzun uzun yanıt veriyorlardı. Sosyalizmin neden gerekli olduğunu, tekeller ve emperyalizm ülke üzerinde tepinmeye devam ederken acil sorunların hiçbirinin çözülemeyeceğini, ehven-i şerin en büyük şer olduğunu anlatıyorlardı. «Ama»ların çözümünün mücadeleden geçtiğini, mesih bekleyerek bir yere varamayacaklarını ısrarla vurguluyorlardı. Birkaç kişinin fikrini değiştirmeyi, birkaçının kafasını karıştırmayı başardık, başardılar.

Herkese söylenen şey seçimlerden sonra KKE’nin mahallelerinde, mücadele etmek isteyenlerin yanında olacağıydı.

Günün sonuna doğru uğradığımız derme çatma evlerden birinin kapısını hayli yaşlı bir teyze açtı. Eşini kaybetmiş hemen hemen tüm yaşlı kadınlar gibi o da baştan ayağa kadar siyah giyinmişti. Gözleri çok iyi seçmiyordu anlaşılan. Elimizde Rizospastis olmasına rağmen biraz aksi bir şekilde ne istediğimizi sordu. Yoldaşlar KKE’den geldiklerini söyleyip teyzeye seçimler konusunda ne düşündüğünü sordular. İsmini şimdi hatırlayamadığım bu yaşlı kadının gözleri KKE der demez doldu. İçeri gitti. Cüzdanını getirdi ve içinden 20 Euro çıkarıp bizimkilere uzattı. Yoldaşlar para üstü çıkarmaya çalışırken "kalsın, kalsın" dedi. 20 Euro, krizden inleyen Yunanistan’da büyük para... Hele ki bir kaç yüz Euro’ya inmiş olan emekli maaşlarını düşününce.

Sohbet başladı. Teyze,   "tabii ki"   KKE’ye oy vereceğini söyledi. O kısmı garantiye aldıktan sonra sohbet koyulaştı. Koyulaştıkça bir hüzün bulutu kapladı kapı eşiğini. Teyze, eşini 1948’de kaybetmişti. İç Savaş’ta ölmüştü. Yunanistan Demokratik Ordusu saflarında savaşırken... Yani Yunanistan’ın isimsiz kahramanlarından biriydi. Eşi KKE’li değilmiş ama ülkenin geleceğinin sosyalizmde olduğunu düşünen binlerce militandan biriymiş. Bunları anlatırken sesi titriyor ve gözlerinden yaş süzülüyordu. Kendisi de KKE’yi gönülden destekleyenlerden biriydi... Ayrılırken eskiden her haftasonu gazete getirdiklerini, bir süredir gelmediğini hafiften azarlayarak ekledi ve yoldaşlara gazetesini düzenli getirmelerini söyledi. Kapı kapandı, bizim ekibin yirmili yaşlarının başındaki sorumlusu cebinden not defterini çıkardı, sokağın ve evin numarasını not etti. Yanına da Yunan gençlerinin bir notun çok önemli olduğunu belirtmek için yazdıkları şekilde S.O.S. yazdı.

Bu tablo bir kaç gün önce Atina’da KKE’nin yaptığı büyük seçim mitingindeki manzaralarla birleşiyordu aklımda. Yediden yetmişe on binlerce insan kızıl bayraklar ile Pedion tu Areos Meydanı’na yürüyorduk. En önde işçilerin arasında geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz yoldaşımız Haralambos Angurakis vardı. İşçilerle birlikte basın açıklamasında polis saldırına uğradıktan birkaç gün sonra hayatını kaybeden Angurakis...

Demek istediğim şu ki:

Seçimler gelir geçer. Batı medyasının, sermayenin bir bölümünün, Batılı tuzu kuru aydınların gübresi ile yeşeren, açtığında da leş gibi kokacak olan bu köksüz çiçek solar.

Ancak bu tarihsel kök kalır.  

Evet, bugün seçimler var.

Evet, bugün SYRIZA son on günlük medya bombardımanının da etkisiyle muhtemelen %35 civarında oy alacak.

Evet, bugün büyük tantana kopacak.

Evet, bugün bir hayal dünyasına adım atılacak. İskambil kağıtlarından inşa edilmiş bir hayal dünyasına...

O nedenle "bugün" bir simge. Koltuk hesaplarını, AB ile pazarlıkları, ABD ile ortaklıkları, patronlarla el sıkışmayı, emperyalist düşünce kuruluşlarının onayını almak için taklalar atmayı anlatan bir simge.

Ve bizim bu simge ile, "bugün"le işimiz yok! İşimiz yarınla...

O nedenle KKE’li yoldaşlarımız gibi yapalım...

2012 seçimlerinden sonra yazmıştım: Yunan parlamentosundaki tüm partiler cumhurbaşkanının ofisinde hükümet pazarlığı yaparken, KKE greve çıkan işçilerin yanında eylemdeydi.

O nedenle biz de ‘SYRIZA’nın bizi de kurtaracağını sananların aksine gericiliğe karşı örgütlenen eğitim boykotuna odaklanalım, metal işçilerinin sermayeye karşı grevinin sesini yükseltelim.

KKE’nin mücadelesinin bizim, bizim bu mücadelelerimizin KKE’nin mücadelesi olduğu bilinciyle.

Bugün değil...

Ama yarın bizimdir yoldaşlar!

Kaçak  |  Cvp:
Cevap: 22
26.01.2015- 09:54

Yunanistan seçim sonuçları sevindirici. Solun yeniden canlanması umut verici. Elbette Syriza zaferinden gerekli dersler çıkarılacaktır. Ama bugün bir gazete yorumunda gördüğüm ilk dikkat çekici cümle şuydu: bu hareketin dersini çalışmış olduğu, ekonomik konulara hakim kişilerden oluştuğu, işlerini ciddiye alarak yaptıkları anlatılıyordu.

Tabii bir de Elen halkının demokratik ve ilerici geleneğinin güçlü olması da var. Hareketin lideri ateist olduğunu gizlemiyor ve sevdiği kadınla evlilik bağı olmadan birlikte yaşıyor. Ama Elen halkının gözünde bu bir sorun olmuyor. bu onun özel hayatı, biliyor.

Bizde ise Selahattin Demirtaş'ın elleri havada, dua eder pozisyonları geliyor gözümün önüne. Tabii onu eleştirsem de, pek de suçlayamıyorum. Aradaki farkı biliyorum.

Sadece Midilli ile Dikili arasındaki farka bakmak yeterli.

umut  |  Cvp:
Cevap: 23
26.01.2015- 13:00

Tsipras: Chavez mi, Ufuk Uras mı?
Osman Çutsay


Yunanistan seçimlerinden Syriza’nın çıkması sürpriz olmadı. Ama galiba bu çıkıştan çok daha önemli bir mesele var. Şu: Fazlasıyla Kerenski’yi andıran Alexis Tsipras’ın sonu nasıl olacak? Soğuk Savaş Kerenskilerinin mi kaderini, yoksa 1970 yılında New York’ta 89’luk bir ceset olarak terk-i dünya eyleyen Alexander Fyodoroviç Kerenski’nin mi kaderini paylaşacak? Hazret, iktidarı devrimcilere bırakmak zorunda da kalabilir. Kalamaz mı? Yani Tsipras, acaba Soğuk Savaş ile pişirilen Kissinger-Bonn-Berlin merkezli bir antikomünist siyasetin figürü, insan hakları ideolojisi üzerinde yükselen ve “komünizme iktidar devreden değil, komünistlerin iktidar şansını gömen Kerenskilerden biri” olabilir mi?

Bilemiyoruz. Tsipras’ın, sosyalist bir ülke kurmak isteyenlere iktidar bahşetmeye hiç niyeti olmadığını, ilkgençlik yıllarını “Komünist Gençlik” içinde geçirmesine rağmen tutarlı ve ilkeli komünistlerden hiç hoşlanmadığını, siyasi biyografisinden çıkarmak zor değil. Kuşkusuz, önceden ve ağır suçlamalarda bulunmak doğru olmayabilir. Yalnız...

Yalnız bir şey kesin: Avrupa’yı sarsan bir seçim sonrasında tüm kartlar açık.

Başka ve tarihten değil de, günümüzden örneklerle devam ederek soralım: Türkiye solu ya da kendisini -haklı veya haksız- solda sayan kesimler, eğer geçmişteki reel sosyalizm karşısında hâlâ süren hastalıklı bir düşmanlığın esiri değillerse, şu soruya bugünden itibaren bir yanıt vermek zorunda: Alexis Tsipras, birkaç hafta içinde hangi rolü üstlenecek? Chavez’in mi rolü olacak bu, yoksa Ufuk Uras türü karikatürlerin ağababaları sayılan Blair-Schröder-Renzi’nin mi? Hadi daha “âmiyane” tabirlerle bizden örnekle soralım: Tsipras hükümeti ile Ufuk Uras veya “Yetmez ama evetçiler”+“Boykotçular” koalisyonu arasındaki farkı ne zaman göreceğiz?

Syriza ve Tsipras’ı da bizdeki oluşum ve politikacılarla karşılaştırmaya meraklı bazı dostlarımız tuhaf bir durumda kalabilir. Öveceğim derken hakaret etmek gibi...

Bakalım, çok beklemeden göreceğimiz anlaşılıyor.

Söylemek istediğimiz başka bir şey, biraz uzunca ve Soğuk Savaş bayağılığının damgasını taşıyor: Komünist hareketi, hele de Yunanistan Komünist Partisi (YKP) gibi tarihsel gücü bilinen, ülkede belli bir kitle ve aydın tabanına yerleşmiş bir parti, sosyalizmin temel ilkelerinden vazgeçmiyor, ülkeyi çökerten reformistler veya sosyal demokratlarla işbirliğine girişmiyorsa, onun bu ısrarını tüm argümanlarını göz ardı edip komünist dar kafalılıkla suçlamak, bir dönem Willy Brandt-Helmut Schmidt, Bülent Ecevit-Erdal İnönü veya Atina’daki on yıllar süren PASOK rezaletlerini öngörememekle bağlantılı bir şey. Komünistler, ülkelerini sıfırlayacağına inandıkları reformist güçlerle aralarına mesafe koydukları anda “daralmakla” suçlanıyorlar.   Tez ve önerileri dinlenmiyor bile.

Acı olan şu: YKP’nin ısrarla “Hayır!” dediği Syriza’ya Türkiye solu, elbette soL hariç, neden ve nerelerde “Evet!” diyor, bunu soruşturan yok.

O zaman, açıkça söyleyelim: Bu haliyle Alexis Tsipras ve partisinin, YKP’nin reddettiği politikalarla sadece kaosu yeniden ve yeniden tetikleme, böylece ülkedeki her türlü gerici gücün kanını bitlendirme dışında bir şansı yok. Syriza’nın kucağına bırakılan hükümet macerası, muhtemelen Yunanistan’ın paralizasyonuna mal olacak. Ayrıca Yunan ordusunda, Mısır’daki Sisi operasyonundan beri yeniden güçlenen, askeri çözüm hesaplarının da bu kaosta baş göstermesi hiçbirimizi şaşırtmayacak.

Bu kaos öncekilere benzemiyor, doğru.

Peki Tsipras, Chavez’e veya diğer Latin Amerika liderlerine benziyor mu?

Kerenski’ye bir açıdan benzemediğini ileri sürebiliriz.

Yaklaşık bir asır önce Kerenski, çok büyük bir ülkede bakanlık ve başbakanlık koltuğuna 36 yaşında oturtuluvermişti ve ardından da iktidarı bolşeviklere kaptırmıştı. Tsipras ise 40’layalı çok oluyor, iktidarı devrimci bir hükümete kaptırmamak için elinden geleni ardına koymayacağı yolundaki işaretler AB hegemonlarıyla aylar öncesinden başlattığı gizli pazarlıklardan bile çıkarılabilir. “Atinalı kurtarıcının”, Berlin ve onun Avrupa Merkez Bankası’na, SPD’ye, en son da müsteşar olarak federal hükümete oturttuğu korkunç politik bir figür Jörg Asmussen ile ilk “gizli görüşmeleri” basına sızdırıldı.

Bu Yunanistan’ın bu politikalarla hiçbir şansı yok. Kaos daha da derinleşecek. Sosyalizm dışında çözüm arayanları ve emekçi yığınları büyük kırımlar bekliyor.

Ama bizim Türkiye soluna önerimiz, Yunan komünistlerinin bu Tsipras ile araya mesafe koyma ısrarını iyice bir anlamaya çalışması.

Devrimciler, devrimci durumun derinleşmesine yönelik planlar yaparlar ve bunu anlamak zorunda kalırlar; kaldı ki, fırtınayı önceden görmek gibi bir yetenekleri olduğu da biliniyor. İnandırıcı olamamaları, geniş yığınların her zaman tam desteğini alamamaları, onların yanlışta durdukları anlamına gelmiyor.

Geçen hafta tarihin en büyük para banyosunu veya “tsunami”sini hazırlayarak büyük krize karşı elindeki son barutu da tüketen Avrupa, büyük bir çıkmazın içinde. Resmen çatırdıyor. Böyle bir ortamda bir devrimci parti, anlaşılan, “Bu tür cilvelerle yoksul halkımızın dertlerine çare bulunamaz, sadece yeni Rasputinlere hükümet teslim edilir” diyor ve -şimdilik- yalnız kalıyor.

Öyle mi?

Kaos içinde görüşürüz. Tsiprasçıları görmek istemeyen bir solun solluğunu da görürüz. Haziran’daki kardeşlerimize sadece hatırlatmış olalım: Siz Yunan komünistlerini yine de ciddiye alın ve Lenin Okulu’ndan yüz çevirmeyen o insanların ürettiği siyaseti ve analizleri elinizin tersiyle itmeyi solculuk sanmayın.

Chavez,   Venezuela Komünist Partisi’nden kaçtı mı? Komünistlerin desteği, Bolivarcı çıkışta bir başarı faktörüdür.

Peki, Avrupa’ya gelelim: Tsipras’ın bir Chavez veya Maduro, Evo Morales, Rafael Correa, Jose Mujica olacağı yolundaki sinyalleri kim nerede aldı? Nedir bu sinyaller? Neden YKP tam tersi sinyaller aldığını iddia ediyor?

Dirençli aydın, ilkeli işçi sınıfı siyaseti, anlık modalardan çok daha tutarlı ve kalıcı damgalar basar emekçi sınıfların kaderine.

Dönmek üzere, tekrar edelim: Hükümet koltuğuna oturacağı, ama bu programsızlığıyla iktidar falan olamayacağı anlaşılan Tsipras, Kerenski’den daha yaşlı. Anlatırız meramımızı yakında. Bakacağız.

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 24
27.01.2015- 09:28

“Bu sevinç boşa çıkarılmamalıdır”-Metin Çulhaoğlu  

Önce geçmişe dönelim:

CHP 1977 Haziran seçimlerinden yüzde 41’in biraz üzerinde oy oranıyla birinci parti olarak çıkmıştı. Böylece CHP, gene birinci parti olduğu 1973 seçimlerindeki yüzde 33’lük oy oranını 8 puan artırmış oluyordu.

1977 seçimlerine Türkiye İşçi Partisi de belirli illerde katılmış, beklenenin çok altında oy alarak düş kırıklığı yaşamıştı.

O dönem TİP’in “gayrı resmi” yayın organı durumundaki haftalık Yürüyüş dergisi, seçim değerlendirmesine “CHP aldığı oylara sahip çıkmalıdır” başlığı atıyordu. Değerlendirmenin yer aldığı sayfalarda CHP’nin seçim zaferini sokaklarda eğlenerek kutlayanların fotoğrafına yer veriliyor, fotoğrafın altına şu not düşülüyordu: “Bu sevinç boşa çıkarılmamalıdır…” (Yürüyüş sayı 114, 14 Haziran 1977).

Denecektir ki 38 yıl öncesiydi…

Türkiye nere, Yunanistan nere…

O zamanın CHP’si neydi bugünün Syriza’sı nedir…

Evet, gerçekten büyük farklılıklar var; ama gene de tekrar etmekte sakınca yok: “Syriza, aldığı oylara sahip çıkmalıdır” ve elbette sirtaki oynayanların “sevinçleri boşa çıkarılmamalıdır…”

***

Bir siyasal oluşumun aldığı oylara sahip çıkması ve onun zaferini kutlayanların sevinçlerinin kursaklarında bırakılmaması, siyasette, ama daha çok sol siyasette önemli bir gerçeğe işaret eder: “Tepedeki”, yönetimdeki kararsızlıklar, tereddütler, yalpalamalar vb. bir şeydir, geniş kesimlerin tepkileri, umutları, beklentileri ve verdikleri işaretler başka bir şey. Bu anlamda,   Yunanistan seçimlerinin ardından aynı önerileri dile getirmekte sakınca yoktur: Syriza aldığı oylara sahip çıkmalıdır ve Syriza’nın seçim başarısını sol adına kutlayanların bu sevinçleri boşa çıkarılmamalıdır…

Son seçimlerle birlikte Yunanistan’da bir döneme nokta konmamış, ülke farklı yönlere evrilebilecek, çeşitli olasılıklarla dolu kritik bir döneme açılmıştır.

Hemen söylemek gerekirse, odaklanma noktası az sayıda, hatta tek denebilecek keskin saflaşmalar, belirli bir safın kendi içindeki muğlaklıklara ve tereddütlere rağmen iyidir. Yunanistan, son seçimlerde böyle bir saflaşmanın varlığını ortaya koymuştur. Şimdi, “iktidar aritmetiği” ne olur tam bilemesek bile siyaset bu keskin saflaşma üzerinden yürüyecektir: Kemer sıkma devam edecek mi etmeyecek mi? Yunan halkı ve emekçileri AB’nin paryası olmayı içine sindirecek mi sindirmeyecek mi?

Syriza siyaseti bu bağlamda üzerinde üçlü bir basınç hissedecektir: Bir, kendisine oy verenlerin tamamı olmasa bile büyük bir kesiminin haklar-geçim temelli basıncı; iki, AB ve aynı anlama gelmek üzere sermaye çevrelerinin basıncı ve üç, kendi solunun, komünistlerin yani KKE’nin basıncı…

AB-sermaye çevrelerinin basıncının çok daha ağır basacağını peşinen ilan edip bir köşede “çuvallasınlar, insanlara düş kırıklığı yaşatsınlar ki biz güçlenelim” diye beklemenin siyasette fazla bir anlamı olacağını sanmıyoruz.   Mehmet Karaoğlu dün bu sitede yazmıştı: “Ayrı olmakla düşman olmak arasında fark vardır...”

En iyi olasılık, Syriza’nın ABD-AB eksenine yakın durmakla daha sola açılmak arasında yaşayacağı gerilimlerde yukarıdakilerden birinci ve üçüncü basıncı daha fazla hissetmesi ve buna göre hareket etmesidir. Ancak, özellikle “üçüncü basınç” söz konusu olduğunda “ayrı olmakla düşman olmak” arasındaki farkın pratiğe yansıtılması gerekecektir.

***

Hegel’e ait olup Lenin’in sevdiği bir deyişi hatırlamanın zamanıdır: “Yaşamın kendisi tarihten hiçbir şey öğrenmez…”

Anlamı şudur: Kitleler söz konusu olduğunda her yeni uğrak, kendi ön belirlenimsiz özgüllüklerini, ucu açıklıklarını ve denenip zorlanması gereken yollarını beraberinde getirir. Dolayısıyla,   peşin konuşmaktan, hemen don biçmekten ya da “bu iş şuraya varır” yargılarından görece uzak durup yeni uğrağın özgüllüklerinden yeni görevler çıkarmak gerekir…

Gelgelelim, “yaşamın kendisi” tarihten hiçbir şey öğrenmezken bir de tarihten çok şey öğrenmiş, bu “öğrenimi” kafasından silemeyecek siyasal özneler vardır.   Yaşamın kendisine kusur atfedemeyeceğimiz gibi, bu öznelere de “öğrendiklerini hepten unut, bak ortada yepyeni bir durum var” diyemeyiz.

Ortadan kaldırılması mümkün olmayan bir gerilimdir ve tek yol “tarihten öğrenmiş” olanların, kendi siyasal kurgularında yeni durumlarda yapılabilecek yeni işlere de belirli bir yer ayırmalarıdır.

Sonrasına elbette bakılır, ama şu aşamada söylenebilecek olan baştakidir: Syriza aldığı oylara sahip çıkmalıdır ve yaşanan sevinç boşa çıkarılmamalıdır…  

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]