Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Dünyadan
proleter  |  Cvp:
Cevap: 33
18.02.2015- 19:24

Syriza nedir, ne değildir

Syriza homojen bir parti değildir. Sosyal-demokatından euro komünistine, troçkistinden ekolojistine, her türden eğilimi bünyesinde toplayan bir koalisyon, daha uygun bir ifade ile bir şemsiye partidir. Kesinleşmiş, herkesin üzerinde ortaklaştığı bir programı da bulunmamaktadır. Yeni dönem liberallerinin deyimi ile bir yeni dönem halk hareketidir.

İkincisi, Syriza sistem karşıtı bir haerket değildir. O tüm söylemlerine rağmen kendi yerini yine de sistem içinde tarif etmektedir. Olduğu kadarıyla programı, örneğin “Selanik Programı” sistemi aşan bir içeriğe ve niteliğe sahip değildir. Örneğin, en iddialı vaadlerinden biri, AB karşıtlığıydı. Nedir ki, seçimlerden zaferle çıkacağının az-çok bilinir hale geldiği bir aşamadan sonra, tüm keskinliklere son verildi. Program da, kullandığı parolalar da yumuşatıldı. AB karşıtı keskin söylemlerden geri dönüldü. Troyka’ya olan borçların ödenmeyeceğinden, bir kısmını ödemeyecekleri noktasına gelindi. Keza AB’nin muhatap olduğu ve onunla borçlar vb. konusunu yeniden ele alacaklarını söylemeye başladılar. Ve nihayet buna Avro dışına çıkmayacaklarını eklediler.

Nereden bakılırsa bakılsın, Syriza bir sistem partisidir. Onun temelde kapitalizme bir itirazı yoktur. Bu anlamda devrimci de değildir, doğal olarak da anti-kapitalist bir nitelik taşımamaktadır.

Syriza bir sınıf partisi değildir. İşçi sınıfı merkezli olarak dünyayı yorumlamamaktadır. İşçi sınıfı onlar için herhangi bir sınıftır ve ancak diğer herhangi toplum kesimlerinden biri gibidir. Sınıf siyaseti değil, yeni dönem halk hareketlerinin tümüne egemen “kimlik siyaseti”ni esas almaktadır. Tüm sorunları kimlik siyaseti ile çözecekleri inancındadırlar. Sınıf mücadelesi onların kitabında yoktur. Ya da bu ancak aldatıcı bir dolgu malzemesi olarak vardır. Sonuç olarak Syriza tastamam sosyal-demokrat bir koalisyondur. Onun İspanya'daki yeni hareketle, ÖDP, HDP ve Alman Sol Partisi ile kardeşliğinin gerisinde bu ortak eksen vardır. Ki bu, öyle gelip geçici bir durum olmayıp ideolojik bir çakışmanın ifadesidir. Kaldı ki, Syriza temsilcilerinin kendileri de zaman zaman kendi ağızlarından komünist, hatta solcu olmadıklarını dile getirmişlerdir. Bu politika gereği değil, bir gerçeğin açıkça anlatımıdır.

Syriza hükümet koltuğuna oturunca pek çok şey ona farklı gelecektir. Tıpkı kardeş partisi Alman Sol Partisi örneğinde olduğu gibi. O, en fazlasından klasik tüm sosyal-demokrat partilerin yaptığı gibi, kapitalizmin aşırılıklarının törpülenmesine, sömürünün bir parça sınırlandırılmasına, bu çerçevelerde bazı iyileştirmeler için çalışacaktır. Tüm kardeş partileri gibi ileri sürdüğü vaadleri gerçekleştiremeyecek, onlar hayal olarak kalacaktır. Syriza da toplumsal gerçeklere teslim olacaktır.

Son bir nokta, devrimci bir sınıf hareketinden ve onu hazırlayacak bir devrimci partiden yoksunluğun burjuvazi de farkındadır. Bu büyük tehlike, onun avantajıdır ve o günümüzde bundan en iyi biçimde yararlanmaktadır. En görkemli sınıf ve kitle hareketini dahi eninde sonunda dizginlemekte ve denetim altına alabilmektedir. Tek başına Tunus ve Mısır ayaklanmasının dersleri, bunu fazlasıyla doğrulamaktadır. Ancak o bunu yaparken kirli manevralara başvurmadan edemez. Örneğin, yığınların bilincinin hamlığından da yararlanarak, onların dikkatini yüzeydeki sorunlara çekmekte, onların bilincini bulandırıp hedef şaşırtmaktadır. Bugün Syriza konusunda da bu aynı kirli ve aldatıcı manevrayı devreye sokmuştur. Syriza’yı sistem karşıtı bir tehlike olarak propaganda etmektedir. Bu maksatlıdır ve tüm amaç sistem karşıtı tepkileri Syriza kanalına akıtmaktır. Bunu başarması demek, yığın hareketinin dinamizmini dizginlemek ve onu zaman içinde denetim altına almaktır. AB, AMB ve IMF ile Syriza arasındaki zıtlaşmanın gerisindeki önemli bir gerçek de budur.

Son söz yerine…

İçinde bulunduğumuz dönem bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemidir. Her yerde kapitalizm karşıtlığı çoğalıyor. Düzene karşı hoşnutsuzluk ve tepki had safhada. Tüm kapitalist metropoller, özellikle de Akdeniz şeridindeki ülkeler dur durak bilmeyen proleter kitle hareketleri ile geri ve yoksul ülkeler ise, gittikçe çoğalan halk isyanlarıyla çalkalanıyor. Sınıflar arasındaki çelişkiler yumuşamak şöyle dursun, gitgide daha da keskinleşiyor. Toplumlar tam bir gerilim hattı üzerinde duruyor. Fay hatlarında sürekli enerji, aynı anlama gelmek üzere patlayıcı maddeler birikiyor. Her şeye rağmen olayların akışı yeni sınıf mücadelelerinden yanadır. Devrim sözcüğü yavaş yavaş yeniden günlük dile yerleşiyor, devrimler yeniden güncelleşiyor.

Sadece sistemin zayıf halkalarında değil en gelişmiş ülkelerde, örneğin Avrupa’da da sosyal patlama korkusu var. Eninde sonunda bu kendisini dışa vuracaktır. Merkez ülkelerde kendi periferisinden gelecek bir yeni ve büyük sarsıntı beklentisi de var. Neo-liberal politikalar çökmüştür. Globalizm masalına artık çocuklar bile inanmıyor. Şimdi yeni politikalar, araçlar ve Syriza gibi aldatıcı ve yanılsama yaratma şansı yüksek partiler gerekiyor. Yeni barikatlar gerekiyor. İşte Syriza gelmekte olan sınıf mücadelelerini önlemenin, eşdeyişle Yunanistan'da sistem dışına taşma tehlikesi yüksek sınıf ve kitle hareketini dizginleme ve denetim altına alıp, yeniden düzene bağlamanın yeni adıdır, bir yeni barikattır.

Kızıl Bayrak

umut  |  Cvp:
Cevap: 34
18.03.2015- 11:08

“Böyle iyiyiz” için üç ayak
Ergun Çağlayan  


Bir kez daha gördük. Birleşince çok güzel oluyoruz. RTE’yi seçtiğimiz rektörümüzü atamak zorunda bırakırsak daha da güzelleşeceğiz. Ancak bir taraftan da çok parçalılığın gerekçelendirilmesi tüm hızıyla devam ediyor! Kürt ulusal hareketi ile nereye kadar, Syriza ne kadar sol, Maduro böyle dayanabilir mi? vs. enerjimizi tüketmekteyiz.

İlk ayak “örgütlüyüz, haklıyız, kazanacağız” kısmı. Elbette örgütle, elbette tarihsel haklılıkla ilgili bir sorun yok. Sorun, bunun sık tekrarının, bir tür totoloji olarak siyasi çalışmayı ikame eder hale getirilmesi:

İnsan okumaya, kapitalizmin gelişimini, işleyişini öğrenmeye başlayınca ilk önce bu gayrı insani düzenin uzun süremeyeceğini düşünür. Sonra her nasılsa bir şekilde sürebildiğine ikna olunca, bir ‘kaldıraç’ fikrini yakın bulur. Nihayet en sonunda devrimcilikte ve okumakta çok ısrar ederse, kapitalist ekonominin yasallıkları, genişleyen yeniden üretim dinamikleri, krizlerin içselliği, krizlerde kendini yenileme gücü, vs. üzerine bir algı sahibi olabilir. Pek çoğumuz “Bu iş zor Yonca” der gider. Kalanlarda gri bölgenin çok olduğu, tarihsel, sınıfsal ve coğrafi faktörlerin devreye girdiği bir siyasi düzlem kavrayışı olgunlaşır.

Kaldıraç, suni dengeyi bozan, veya acil durumlarda çaresiz insanoğluna ışığı gösteren sihirli bir manivela olmaktan çıkar. Siyaset yapan, krize evrilen süreçte büyüyen, rüştünü kitlelere ispatlayan, defalarca ayrışan - bütünleşen ve krizle açılan iktidar mücadelesinde yeniden doğan bir siyasi partiye evrilir…

Burada bir uzun parantez açıyorum: E. Ahmet Tonak, yanıtı zor, ama yanıt vermekten kaçmanın imkansız olduğu bir ikilem tarif etmiş. Özetle, örgütler öncülük ettikleri toplumsal kesimlerin gerçek sorunlarına acil yanıtları inandırıcı biçimde üretebildikleri ölçüde popülerleşirken, aynı anda düzenle daha barışık mı olurlar? Henüz daha çok yolu olan Yunanistan deneyimini ayrıntılı bir şekilde incelemek gerekiyor. Yazar, bu konuda uzun olmasına rağmen bence satır satır okunması gereken bir röportaja da bağlantı vermiş. Röportajı hem alan, hem de veren açısından çok cesur buldum.

Daha Syriza iktidarının ilk gününde, düzenle barışık ne kelime!, onların düzenin-egemenlerin kendi icatları olduğunu duyurmak zorunda hissedenler vardı. Meğer biz ne beyhude çarpışıyormuşuz şu emperyalizm üç başlı ejderhasına karşı!

Ben devrimci umudumu hiç kaybetmedim. Syriza, bir çekirdek öncü örgüt değil, bir Avrupa sosyalist partisi bile değil. Syriza, AB emperyalizmine çarpa çarpa halkçı bir iktidarı kurma fırsatı bulabilecek bir güçbirliği partisidir. Malesef Yunanlı komünist yoldaşlarımız tarafından düşman ilan edildikleri için bu fırsatı bulmaları ihtimali biraz daha azalmıştır.

Burjuva demokrasilerinde iktidara yürürkenki popülerleşmeyle düzenle hesaplaşma gücü arasındaki sürtünmeye bulabildiğim yanıtın çoğu, siyasi krizin muhtemel yükselen seyrini temel almakta: 2000'lerin Latin Amerikasında ve günümüzde Yunanistan'da emekçilerin aç kalmamasını sağlamaya çalışmak kitlesel meşruiyetin başlangıç noktasıdır. Düzeltiyorum: Bugün Yunanistan’da sadece insanların beslenme, barınma ve çalışma hakkından mahrum kalmaması için çalışmak, bir ihtimalle - dünyanın en büyük emperyalist odaklarına ve ülkenin egemen mülkiyet düzenine karşı devrimci bir başkaldırının kitlesel destek bulmasını sağlayabilir.

Örneğin bugün Yunanistan halkı aç kalmamak için bankaların devletleştirilmesini, devalüasyonu, sermaye kontrollü yeni para birimini destekleyebilir. Ama Almanya’yı (borç konsolidasyonuna) ikna etmek için oy vermiş bir çoğunluk için bu destek, çok özel koşullar ister.

Marksizm, sermaye devletinin biz insancıklara bu tür konjonktürleri şu veya bu sıklıkta yaşatmak zorunda olduğunu, bu kaderi bağrında taşıdığını söyler. Bir sermaye devletini yıkıp işçi devletini kurmanın reçetesini vermez.

Peki yapılması gereken, devrimci-sosyalist olmayan solcuların kapitalizmin kriz bölgesinin kaotik sınırlarında savaşırken yaptıkları "yanlışlar"ın çetelesini tutmak mıdır? Örgütlü ve haklı olmakla tarihi değiştirecek bir siyasi parti olmak arasındaki açıyı güncelleştirmeye çalıştığım parantezi kapatıyorum.

Üç ayaklı apolojinin ikinci ayağı bir sıfat seti: Yaşlılık, yorgunluk, tembellik, huysuzluk ve bezginlik. Bunlar birbirini ikame edecek veya tamamlayacak şekilde tekli, ikili, üçlü setler halinde kullanılır.

Sanki kiloyla eylem yapılıyor, yayınlanan sayfa sayısıyla ideolojik mücadele veriliyor, uykuya ayrılan zamana göre ilerici olunuyor. Artık açıkça yazılmalı. Yorgunluk, pasiflik, eylemsizlik basit birer insani reflekstir. Bu, bir devrimcinin, aslında ne yapıldığını anlamadığı veya anlayıp da benimsemediği ama tartışamadığı için pasifleştiği anlamına gelir. Anlatmak, anlamlandırmak, farklılıklar belirginse ortak noktalarda bir verimlilik aramak, bunlar doğaldır. Doğal olmayansa etiketlemedir. Bol etiketleme yaparsanız sadece sorgulamadan icra edenler kalır, rahat edersiniz.

Türkiye'de güncel gelişmelere duyarlı, eşitlikçi, dayanışmacı, özetle solcu çok kalabalık bir insan malzemesinin ezici çoğunluğu, bu süreçte gerçekten de yorgun, bezgin, yaşlı veya tembel olduklarına inandırılmıştır. Örgütsüzlükleri veya ataletleri büyük ölçüde sol örgütlerin suçudur.

Üçüncü ve son ayak ise kasıtlı ve ısrarlı iyimserlik-karamsarlık saptırması. Gezi'nin yaydığı iyimserlik, bu toprağa ilişkindir. Karamsarlıksa, Gezi’de kabak gibi ortaya çıkan siyasi kavrayış eksiklerinin hesabının verilmemesine ilişkin.

Ama bahsetmek istediğim esas saptırma iyimserlik kaynağı olarak seslendirilen “haklıyız kazanacağız” fikrinin ve bunun türevi bir siyasi kültürün hakim olmasıyla ilgilili. Tabii ki haklıyız, tabii ki kazanacağız. Ama gelecek halkçı-eşitlikçi cumhuriyet kaçınılmazsa neden solun 30 senedir patinaj yaptığı da açıklanmalı, bu noktadan   kötümserleşmeye izin verilmemelidir değil mi? Çünkü bu gerilim – yani karşılığı olmayan kurgulanmış iyimserlik – siyasetten düşürür. Düzene tabur tabur devrimci teslim eder.

Marksizmin işçi sınıfının iktidarının mümkün ve gerekli olduğunu anlatması, kapitalizmin krizlere mahkum olduğunu göstermesi, sınıf mücadeleleri tarihi, sermaye düzeninin ülkemizi tek parça tutma imkanının bile kalmamış olması (bu nedenle devrimci yükselişte potansiyel müttefiklerin çok zenginleşmiş ve aktive olmuş olması) ...   Bunlar ve benzerleri, iyimserliğimizin kaynağıdır.

Ama bu düzenin üflemeyle veya barikatla veya daha çok insanın sokağa çıkmasıyla yıkılmayacağını, orta sınıfların ihanete ne kadar hazır olduğunu, işçilerin siyasi greve, yaygın dayanışma eylemlerine ne kadar uzak olduğunu, vs. hesaba katmayan bir iyimserlik, regresyona yol açacak, başta bahsettiğim suni dengeciliğe veya “üç başlı emperyalist ejderha”yı bir gün sihirle yenecek bir manivela kavrayışına dönüşecektir.

Bitirirken başlığa döneyim: Yanlış siyasi kavrayışın temelinde yatan bu üç ayaklı kurguyu yıkmadıkça, böyle iyi değiliz!

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]