Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Dünyadan
şibusa  |  Cvp:
Cevap: 9
23.09.2013- 20:09

Pazar, 1 Eylül 2013 - 08:33
Sesimizi duyacaksınız!
Sevra Baklacı

Türkiye’deyim, Suriye’ye bu kez Türkiye’den bakıyorum… Medya, Suriye’ye karşı yürüttüğü yoğun savaş propagandasına devam ediyor... Türkiye’yi tarihsel bağlarının bulunduğu bir komşusuyla durduk yere kanlı bir boğazlaşmanın içine itmeye kalkan gazeteler, akıl almaz bir şekilde ABD’yi Suriye’yi işgal etmeye davet edip, onu gönülsüz olmakla suçlayacak kadar ileri giden manşetler atıyorlar.

Yandaş gazetelerin hepsinin benzer manşetlerle çıktığını görüyorum. Sanki iktidar partisinde sorumlu bir birim var ve günlük ulusal basında hangi haberlerin, hangi yorumlarla çıkacağını denetliyor, belli bir süzgeçten geçiriyor...

Gazetelerde durum böyleyken görsel medyada da farklı değil. Ana haber bültenlerinin haber sıralamaları bile aynı. Haberlerin bir yarısında bir başka kanalın haberlerine geçtiğinizde, aynı haberi hemen hemen aynı yorumla sunduklarını görüyorsunuz...

Haziran Direnişi’nde alanları dolduran yüzbinleri görmeyen medyanın Suriye konusunda da nasıl haber yaptığı artık tahmin edilebilir. Savaş çıksın diye var güçleriyle harcadıkları çaba çirkin ve utanç verici…

Suriye’de “muhaliflerin” elinde sarin gazının bulunduğuna dair bilirkişi raporlarına, Rusya’nın kimyasalları “muhaliflerin” kullandığına dair uydu görüntülerine, Birleşmiş Milletler yetkilisi Carla del Ponte’nin Suriye’deki şiddet olayları kurbanlarının ifadelerinin, muhaliflerin sinir gazı (sarin) kullandığını gösterdiğine ancak Suriye yönetiminin kimyasal silah kullandığına dair kanıt bulunmadığına yönelik açıklamalarına, Adana’da El Kaidelilerin üzerinde yakalanan sarin gazlarına ve TV kanallarının görüntülediği kimyasal silah üretilen kendilerine Özgür Suriye Ordusu adını veren grubun laboratuvarların varlığının herkesçe bilinmesine rağmen hâl⠓kimyasalı Esad kullandı” demek, insan aklıyla alay etmektir… Hem iktidar hem de medya bizlerle alay ediyor...

Başbakanı TV’lerde görmemenin imkanı yok. Kanalların birinde karşınıza çıkıyor mutlaka. Başbakan Tayyip Erdoğan bu kez canlı yayında ve ağlıyor. Onun ağlama sebebi tam olarak Suriye’de yapılan hesap hatası ve iktidarı kaybetme korkusu... O ağlamasın da kimler ağlasın… Her şeyi Devlet Başkanı Beşar Esad’ın gideceği hayaline göre planladı ve alternatifleri bile düşünmek istemedi. Esad gidecek dedi, gitmedi. Üç saatte Şam’a gireriz dedi, 3 yıl oldu giremedi. Emevi Camisi’nde namaz kılarız dedi, kılamadı. Kimyasalı Suriye ordusu kullandı dedi, muhaliflerin kullandığı ortaya çıktı.

Muhalifler kimyasal gaz kullanmış, hadi bakalım, verin cezalarını diyeceğim ama zaten kimyasalı da onlara veren sizsiniz... Suriye sorununun barışçıl bir şekilde çözülmesini engelleyenler de sizden başkası değil...

“Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden” der Einstein. Bu sefer durup seyretmeyecek, sesimizi çıkaracağız... Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü... İktidarda kalma adına komşu ülkeye savaş açıp ülkenin geleceğini tehlikeye atanlara, Ortadoğu coğrafyasını üç kuruşluk çıkarları için kan gölüne çevirenlere gerekli tepkiyi göstereceğiz... Eğer göstermezsek, olan bu güzel ülkeye ve halka olacak.

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 10
23.09.2013- 20:22

Pazar, 8 Eylül 2013 - 08:24
Gem vurulmamış bir hırs
Sevra Baklacı

Dünya liderlerini Rusya’da bir araya getiren G20 zirvesine katılan ülkelerin çoğunun BM kararı olmadan yapılacak bir müdahaleye sıcak bakmadığı ortaya çıktı. Peki, Türkiye savaşa girmeğe hala neden bu kadar meraklı?

Zirve sonrası bir basın toplantısı düzenleyerek özellikle Suriye ile ilgili yaptığı görüşmeleri değerlendiren Başbakan Erdoğan, Şam’a operasyonun şart olduğunu tekrar etti. Ne Suriye’deki kararlı direniş, ne diğer ülkelerin müdahale konusundaki çekimserliği ne de Türkiye’deki savaş karşıtı halk onu vazgeçirmiyor. Başbakanımız savaş istiyor!

Bir zamanlar ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, Erdoğan’ın karakteriyle ilgili yaptığı analizde şu ifadeyi kullanmıştı: “Tanrı’nın onu Türkiye’yi yönetmek için hazırladığına inanmasından kaynaklanan gem vurulmamış bir hırs.” Evet, öyle büyük bir hırs ki bu Suriye’de yüzbinlerin canına mal oldu.
AKP’nin savaş ısrarı, bir insanın suçlu duruma düşmemek için yaraladığı birini öldürüp kurtulmak istemesine benziyor. AKP iki buçuk yıldır yaraladığı Suriye’yi tamamen bitirmek istiyor ki, ortada delil de kalmasın. Savaşa girmediği takdirde işlediği suçlar nedeniyle kendisinden hesap sorulacağını iyi biliyor.

Erdoğan, “Kimyasal silahla binlerce insan ölüyor. Bazıları Esed değil muhalifler yaptı gibisinden bir hava yaratmaya çalışıyorlar. O silahların kimler tarafından atıldığı da malum ortada. Bunu görmeyenlerin tarih karşısında hesap vermesi gerektiğini hatırlatıyoruz. İnsanlığa karşı da suç işlediklerini hatırlatmak istiyorum.” diyor. Bir insanın bir başka insana tokat attıktan sonra “ben atmadım” diye inkâr etmesi çok zor değildir ama o insana hem tokat atıp hem de “bana tokat attı” diye suçlayabilmek zor ve ayrı bir olaydır. Başbakan aynen öyle yapıyor…

Erdoğan Suriye konusunda olmayanı kanıtlamak için büyük çaba harcadı ve bu çaba ülkemizde bazı kesimler üzerinde maalesef karşılık buldu.
Suriye halkını korumaya çalıştığını iddia eden başbakanın Suriye’de bugüne kadar yapılan her anti-emperyalist eylemde, her cenaze töreninde, her bombalı eylemden sonra kulaklarının çınlatıldığına şahit oldum hep.

Nusrayı kastederek Suriye halkının bu tarz aşırı uçlara prim vermeyeceğini söylerken başbakan, Nusralı iki kişi dün sabaha karşı Suriye’de değil; İstanbul’daki Gazi Karayolları Cemevinde bir kişiyi yaralayıp Cemevinin eşyalarını tahrip ediyor. Merak ta ediyor insan, bu aşırı uçlar Suriye’de “görevlerini” tamamladıktan sonra buharlaşıp yok mu olacaklar?

Savaşlar hep Ortadoğu’da, bu coğrafyada ortaya çıkıyor. Emperayal güçler bölgemizde kendilerine kukla bulmasalardı bunu gerçekleştirmeleri mümkün olabilir miydi? Bu savaş, özellikle Ortadoğu halklarını birbirine kırdırmak için tezgâhlanan bir savaştır. Çıkarsa bu savaş tüm Ortadoğu’ya yayılacaktır. Kimsenin kendini bunun dışında tutma şansı kalmayacaktır. Bu savaşta masumlar ölecek; kin ve düşmanlık nesiller boyu sürecektir. Uluslar parçalanacak, doğal zenginlikler bölge halkının elinden gasp edilecektir. Amerika ve Batı, bölgenin efendisi olacak; Ortadoğu halkları zelil yaşamaya mahkûm edilecektir… Bölgedeki devlet otoritelerinin zayıflaması durumunda etnik ve mezhep çatışmaları kışkırtılacak, bölgede büyük acılar yaşanacaktır…

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 11
23.09.2013- 20:25

Pazar, 22 Eylül 2013 - 08:19
AKP neyin bedelini ödetiyor?
Sevra Baklacı

Dünyanın gündemine, kurtlar sofrasının tam ortasına oturmuş güzel ülkenin kalbine, Şam’a geldim yeniden…

Hani duvara sıkıştırdığınız küçük bir kedi en son noktada size döner, kendini şişirir, tırnaklarını çıkartır ve kendini cesurca savunur ya, buna benzetiyorum Suriye’yi...

Ülkeye Lübnan üzerinden karayolunu kullanarak geldim çünkü Şam Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki yolda, uzun zamandır geçen araçlara ateş açarak insan avlayan El Nusra’ya tabi keskin nişancılar vardı. Ancak bu yolun da son günlerde düzenlenen ciddi operasyonlar sonucunda keskin nişancılardan tamamen arındırıldığı haberleri geldi birkaç gün önce. Güzel haberler geliyor...

Sınırdan itibaren yol da tamamen ordunun kontrolünde, güvenli. Yol boyunca sık aralıklarla askeri kontrol noktaları bulunuyor, askerler araçları didik didik arıyor...

Sahadaki kazanımlar sürerken dışarıdan askeri bir operasyon ihtimalinin tamamen rafa kalkmasıyla insanların yüzü biraz daha gülüyor… ABD ve müttefiklerinin hedeflerine ulaşmak için her dümeni devreye sokabilecekleri akıllarının bir köşesinde dursa da halk, Rusya’nın diplomatik zaferinden sonra batılı ülkelerin frene basmasıyla biraz daha rahatlatmış durumda…

Batılı ülkeler bastı da, frene basamayan tek ülke bizimki oldu … Savaş için elinden geleni yapan ancak başaramayan AKP, Suriye’de destek verdiği eli kanlı örgütlerin gerçekleştirdiği “başarılar” ile veya helikopter düşürerek kendini tatmin etmeğe çalışıyor... Suriye’ye ait helikopterin düşürülmesiyle atılan intikam naraları ilkel ve çirkin olduğu kadar, helikopterin düşmesinin ardından pilotların nusralı haydutlarca vahşice katledilmeleri AKP – Nusra işbirliğini bir kez daha gözler önüne seriyor ...

Peki, AKP Şam’a neyin bedelini ödetiyor?

Çok değil, birkaç gün önce İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez, Suriye’de kullanılan kimyasal silah konusunu yorumlarken açık açık şu cümleyi kurdu “Şam, bugün İsrail ile barışı reddetmenin bedelini ödüyor”. Suriye krizinin özü budur aslında.

Hatırlarsanız Irak savaşından önce o zamanki ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell da, Esad’a ‘Arap davasını, Filistin davasını, Kudüs’ü ve Aksa’yı kurtarmayı kafasından atmasını, İsrail ile barış yapıp Golan’ı almasını teklif etmişti… Bizim sizinle sorunumuz kalmaz, biz İsrail’in güvenliğini istiyoruz, demişti…

Evet, Şam diğer Arap ülkeleri gibi Filistin davasından vazgeçseydi, bugün yaşananların hiçbiri olmayacaktı… Ama Amerika’nın bu taleplerini yerine getirmedi.

Söyleyecek başka şeyleri olmadığı için Suriye halkının Esad tarafından zalimce katledildiği yalanına sığınmak zorunda olanlara inananlar, lütfen uyanın! Suriye’de kriz sona yaklaştıkça krize giren AKP; ABD ve İsrail menfaatlerinden başka bir şeye hizmet etmiyor.

2011 yılına kadar Şam ile yakınlaşıp bir anda duruş değiştiren; insanların kafalarını kesen, topluca katleden, yol kesip hırsızlık yapan haydutları desteklemekten geri durmayan, Büyük İsrail Projesine hizmette sınır tanımayan ancak tüm çabalarına rağmen yürüttüğü siyaset iflas eden AKP, şimdi Ortadoğu çukurunda debeleniyor…

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 12
30.09.2013- 02:27

Pazar, 29 Eylül 2013 - 10:38

Suriye'ye kimyasal geçisiyle ilgili tek zanlı ülke Türkiye

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Suriye’deki muhalif güçlere kimyasal madde sevkiyatı konusunda komşu ülkeleri uyardı. Türkiye, kimyasalların geçişiyle ilgili tek zanlı ülke konumunda.

(soL - Haber Merkezi) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Suriye’deki kimyasal silahların güvenli bir biçimde alınıp yok edilmesi kararını oy birliği ile onayladı. Kararda, Suriye’deki kimyasal silah kullanımının uluslararası hukuk açısından ciddi bir ihlal anlamına geldiği vurgulanırken, kararın muhatabı olarak Suriye devleti kadar bu ülkedeki gayrıresmi güçler ve komşu ülkeler de gösterildi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi karar metninin 3 ayrı maddesinde, Suriye’ye komşu ülkelerden yapılan kimyasal silah veya silah yapımında kullanılacak madde sevkiyatına atıfta bulunuldu. Bu maddeler, soL gazetesinin de ayrı günlerde manşetlerine taşıdığı, gayrıresmi yollarla Suriye’ye sokulan sarin gazı iddiaları nedeniyle Türkiye’yi işaret ediyor.

Şüpheler Türkiye’de toplanıyor

Türkiye Suriye’yle en uzun kara sınırına sahip komşu ülke olarak, Suriye’deki silahlı muhalif unsurları destekliyor ve Adana’daki sarin gazı davası iddianamesinin de ortaya koyduğu gibi, kimyasal silah yapımında kullanılan maddelerin Türkiye üzerinden aktarıldığı iddiaları uluslararası kamuoyunda uzun süredir konuşuluyor. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, üç gün önce Washington Post gazetesine verdiği röportajda, Şam’daki kimyasal saldırıda ev yapımı sarin gazı kullanıldığına ve bunun Mart ayında Halep’te kullanılanla aynı olduğuna dair ellerinde kanıt olduğunu söylemiş, 21 Ağustos saldırısının arkasında Türkiye’nin olabileceği imasında bulunmuştu.

Kararların cevapladığı sorular

Suriye’deki kimyasal silahların yok edilmesiyle ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı, nihai olarak onaylanmadan önce üzerinde en çok durulan başlıklar; herhangi bir ihlal durumunda doğrudan bir askeri yaptırım öngörüsü olup olmayacağı, Birleşmiş Milleter Antlaşması’nın 7. bölümünün nasıl işletileceği, Suriye devletinin tek muhatap olarak anılıp anılmayacağı ve daha önce ertelenen Cenevre Konferansı’na bir atıf olup olmayacağıydı.

Oy birliğiyle onaylanan metinle birlikte, bütün bu soru işaretleri de netleşmiş oldu. BMGK kararında, Suriye’de kimyasal silahların imha edilmesiyle ilgili bir ihlal durumunda doğrudan askeri güç kullanımını gerektiren bir hüküm bulunmuyor. Rusya devlet televizyonuna röportaj veren Lavrov, bu konuyla ilgili şunları söyledi: “Tasarı güç kullanımını içermiyor. Eğer Suriye’deki taraflardan biri hükümet ya da muhalefet, BM denetçilerinin işini engellerse ya da kimyasal silah kullanırsa bu durum Güvenlik Konseyi’ne rapor edilecek. Eğer kimyasal silah kullanıldığı açık bir şekilde ispat edilirse, BMGK 7. bölümü devreye sokarak harekete geçecek.”

Onaylanan karar tasarısı, Suriye devletini de tek muhatap olarak görmüyor. Hatta, gayriresmi örgütlenmelere yapılan atıflar, Suriye’de muhalif askeri güçlerin elinde de kimyasal silah bulunduğuna ilişkin bir uluslararası kabul olduğu şeklinde yorumlanabilir. Dahası, 18 ve 19 numaralı kararlar, kimyasal silah veya silah yapımında kullanılan maddelerin sevkiyatı konusunda komşu ülkelerin sorumluluklarını hatırlatıyor. Bu konuda en ciddi hüküm 21. maddede yer alıyor ve gayriresmi sevkiyat yapılması durumunda 7. bölümün devreye sokulacağı belirtiliyor. Metinde komşu ülkelere yapılan atıfla ilgili Lavrov, BM’nin, Suriye’deki kimyasal silahların muhalefetin eline geçmesine müsaade etmemesi gerektiğini söyledi ve “Tasarıda, BM’ye üye tüm ülkelerin, özellikle Suriye’ye komşu devletlerin, kendi topraklarının muhaliflere kimyasal silah tedariki amacıyla kullandırılmaması için tüm önlemleri alması gerektiği özellikle vurgulandı” dedi.

BM’den Cenevre Konferansı çağrısı


Kararlarda dikkat çekici bir başka madde ise Suriye’deki karışıklıkla ilgili uluslararası bir konferansın acilen toplanmasını öngören 17. madde. Bu maddede Suriye’deki tüm tarafların Cenevre Konferansı’na yapıcı bir şekilde katılmaları çağrısı yapılıyor. Bilindiği gibi Suriye’deki silahlı muhalif güçler, büyük oranda, Suriye hükümetinin de dahil olacağı böylesi bir konferansa karşı. Türkiye ise benzer gerekçelerle bu konferansa soğuk yaklaşıyor.

soL hatırlatıyor

Türkiye’nin Suriye’deki kimyasal saldırıdan sorumlu olabileceği, uluslararası kamoyunda ilk olarak Rusya tarafından dile getirilmişti. Rusya, Adana’da sarin gazı hammaddeleriyle yakalanan kimyasal çeteye işaret ederek, saldırının çevre ülkelerden destek alan muhalifler tarafından gerçekleştirildiğini öne söylemişti. Bu hamle, diploması çevrelerinde “Ankara kimyasaldan yargılanabilir” söylentilerine yol açmıştı. Eskİ Pentagon görevlisi F. Michael Maloof ise Suriye’de kullanılan Sarin gazının Irak’ta üretildikten sonra El Kaideciler tarafından Türkiye üzerinden Suriye’ye sokulduğunu öne sürmüştü. El Kaidecilere kimyasal maddeleri sağlayan ismin Adana sarin gazı iddianamesinde de adı geçen Halit Usta olduğunu söyleyen Maloof, kimyasalcı çetelerin Suudi sermayesi tarafından finanse edildiğini belirtmişti. Adana’da gözaltına alınan çetenin kilit ismi Usta, daha sonra serbest bırakılmıştı. Adana’da sarin gazı hammaddeleri ele geçirmeye çalışırken yakalanan Heysam Kassab’ın da para akışı konusunda Ebu İyad isimli Suudi bir tüccardan yardım aldığı, iddianamede belirtilmişti. Davanın tek tutuklu sanığı Kassab’ın Şam’daki saldırının sorumlusu olduğundan kuşkulanılan Liva el İslam örgütüyle bağlantılı olması da kimyasal saldırıda şüpheleri AKP hükümeti üzerinde yoğunlaştırmıştı. Rusya istihbaratı, daha önce, 21 Ağustos’taki saldırıda füzelerin atıldığı düşünülen bölgenin Liva el İslam’ın kontrolünde olduğunu açıklamıştı.

‘Komşular desteklemezse iç savaş biter’


BM Güvenlik Konseyi kararından sonra konuşan Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim; Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi komşu ülkelerin terörist gruplara silah ve para yardımını kesmeleri halinde, iç savaşın birkaç hafta içerisinde biteceğini belirtti. Muallim, komşu ülkerin teröre yardımı kesmeleri halinde Cenova görüşmelerinin başarıya ulaşacağını ekledi. Reuters’e verdiği röportajda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e teşekkür eden Muallim, Suriye’de diyalog yoluyla gerçekleşecek bir politik çözüme inandıklarını belirtti. Muallim, silahlı grupların Suriye’deki Hristiyan nüfusa yönelik saldırıları hatırlattı ve Suriye’de yaşayan Hıristiyanlara, ülkenin parçası olma kararlılıklarından dolayı teşekkür etti. Suriye’nin Birleşmiş Milletler Temsilcisi Beşar Caferi ise kararın Şam’ın kaygılarının çoğuna cevap verdiğini söyledi. Caferi, silahlı çeteleri destekleyen Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Fransa ve ABD’nin de karara sadık kalması gerektiğini vurguladı.

7. bölüm neden önemli?


Suriye’deki kimyasal iddiaları üzerine alınan Güvenlik Konseyi kararında, 7. bölüme atıfta bulunulması, askeri müdahale seçeneğinin doğrudan önünü açmıyor. Suriye devletinin, muhalefetin ya da komşu ülkelerin Güvenlik Konseyi kararını çiğnemesi halinde uygulanacak yaptırımın belirlenmesi, yeni bir karar alınmasını gerektiriyor. Güvenlik Konseyi üyeleri, alınacak bu kararla ilgili olarak veto yetkilerini kullanabilirler. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın Güvenlik Konseyi’ne barışı ve güvenliği korumak ve iyileştirmek için geçici önlemler alma yetkisi tanıyan 7. bölümünde, alınabilecek önlemler olarak ekonomik yaptırımlardan uluslararası askeri harekatlara kadar, geniş bir liste sıralanıyor. 7. bölüm uyarınca çatışmanın tarafları arasında arabuluculuk çalışmalarının başarısızlığa uğraması durumunda, Güvenlik Konseyi daha sert önlemler alma yetkisine de sahip.

Fiyaskoyu başarı gibi pazarladı


Türkiye’ye yönelik uluslararası yaptırımların önünü açan Güvenlik Konseyi kararını sevinçle karşılayan Davutoğlu, AKP’nin Ortadoğu politikası için yenilgi anlamına gelen kararı, Türkiye’nin başarısı gibi göstermeye çabaladı. Katıldığı televizyon programında konuşan Davutoğlu, “ABD ve Rusya’nın, Suriye’nin kimyasal silahlarının imhasını öngören karar tasarısı önemli. Tasarı, geçmiş suçları yok saymıyor. Tasarı ayrıca siyasal süreci de içeriyor. İnsani boyut konusuda ayrı tasarı istedik. İnsani boyuta ilişkin ayrı tasarıya destek var” şeklinde konuştu. Mimarı olduğu Suriye politikasının fiyaskoyla sonuçlanmasının ardından Esad’ı suçlamaya devam eden Davutoğlu, “Esad’ın yeni yapıda yeri olmamalı. Tünelin ucu görünmeye başladı. Suriye halkının daha fazla acı çekmesine izin verilmemeli” dedi.


SoL


şibusa  |  Cvp:
Cevap: 13
30.09.2013- 02:52

Pazar, 29 Eylül 2013 - 08:17
Suriye’de örgüt-örgüt savaşı başlıyor
Sevra Baklacı

Suriye’de krizin başlamasından bu yana üçüncü defa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne gelen karar tasarısı, nihayet kabul edildi. Bu önemli bir gelişme. Anlaşma, Suriye’deki kimyasal ve biyolojik silahlarının imhası ve Cenevre müzakerelerinin devamını içeriyor.

Yani bundan sonra askeri müdahale değil, müzakereler ve kimyasalların nasıl imha edileceği konuları gündeme gelecek.

Uzun pazarlıkların ardından varılan anlaşma, dış müdahale için ellerini ovuşturan ve işgal için bahaneler yaratanlara karşı kazanılan diplomatik bir zafer olup, dinamikler artık Suriye’nin lehine çevrilmiştir.

Tabii bu plan sadece kimyasal silahlarla ilgilidir. Bu, Suriye’deki savaşı sona erdirmeyecek, çatışmalar uzun bir süre daha devam edecektir. Silahlı çeteler, Suriye toprakları üzerinde hâlâ mevcutlar... Ancak son günlerde bu gruplar arasındaki anlaşmazlık ve buna bağlı olarak meydana gelen çatışmalar da epey gündemde…

Anlaşmazlıkların en önemli sebebi ele geçirilen bölgelerin hakimiyeti. Para ve silahların paylaşılması sırasında yaşanan anlaşmazlıkların yanı sıra, zaman zaman aralarındaki şahsi anlaşmazlıklar da çatışmayla sona erebiliyor.

Bu çatışmalarda her türlü silah hatta bomba kullanıldığı gibi, karşı grubun elemanları idam da edilebiliyor…

Suriye’nin olmaktan çıkmak üzere olan bu savaşta “muhalif cephe”ye birçok yeni figürlerin eklendiğini biliyoruz... Onlardan biri de El Kaide bağlantılı “Irak ve Şam İslam Devleti”.

Bu örgüt için, rejimin devrilmesi asıl hedefe ulaşmak için küçük bir adım sadece. Asıl amaç, Suriye’de devleti ele geçirerek bir İslam devleti kurmak... Örgüt, ülkeyi kafasındaki yönetime taşımak için ya bugün Suriye ordusuna karşı omuz omuza savaştığı diğer ‘muhalif’ gruplarla da savaşması ya da yeni bir birliktelik kurması gerektiğini biliyor. Ancak bu örgütün ÖSO ile beraber savaşsa da bir noktadan sonra kendi hedeflerini gerçekleştirmeğe çalışacağını ÖSO da biliyor. O yüzden birlikte hareket etmeleri artık mümkün görünmüyor.

Fransa’nın birkaç hafta önce; ÖSO’ya gönderdiği Fransız silahlarıyla yüklü araçlardan oluşan bir konvoya “Irak ve Şam İslam Devleti”nin el koyması sebebiyle Selim İdris’e öfkesini ifade etmesi de aradaki mücadeleyi gözler önüne seriyor.

ÖSO’ya bağlı taburlarda ise “Nusra” ve “Irak ve Şam İslam Devleti”ne karşı Suriye Ordusu’ndan yardım seslerinin yükseldiği söyleniyor. ÖSO’ya yakınlığıyla bilinen “Al-Zaman Al Wasl” sitesi ise yakın bir gelecekte ÖSO’nun Halep’te “Irak ve Şam İslam Devleti” örgütüne karşı “Nehrevan Savaşı” adı altında bir savaş ilan edeceğini aktarıyor.

Öte yandan “Irak ve Şam İslam Devleti” örgütüne bağlı El Şerri Ebu Abdullah kod adlı militan, yine dış güçlerle ilişkileri sebebiyle örgütten ayrılıp ona karşı savaş ilan etti.

ÖSO’nun kendi içerisinde de anlaşmazlıkları var. Cumartesi günü Şam Radyosu, Militanlarının ÖSO Birleşik Komutanlığı Genelkurmay Başkanı olarak adlandırılan Selim İdris’i tanımadıklarını açıkladıklarını duyurdu.

Halep kırsalının kuzeyinde ise ordunun müdahil olmadığı “Nusra” ile “PKK” arasında çatışmaların sürdüğü bilgileri var.

İlerleyen günlerde muhalif taraflar arasındaki bu çatışmalar artacak, Suriye sahasında ordu-örgüt savaşından çok, örgüt-örgüt savaşını izleyeceğiz gibi görünüyor...


http://haber.sol.org.tr/yazarlar/sevra-baklaci/suriyede-orgut-orgut-savasi-basliyor-80301

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 14
19.10.2013- 00:42

Pazar, 6 Ekim 2013 - 08:19

Çünkü...

Sevra Baklacı



Bir İngiliz siyasi analist, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad için “iğne ile kuyu kazabilecek bir sabra sahip” değerlendirmesinde bulunmuştu. Halk TV’ye verdiği röportajı izlediyseniz, Esad’ın gerçekten de ülkesinin maruz kaldığı tüm komplolara, ihanetlere, yağmaya, kıyıma, yalana, talana rağmen ne kadar soğukkanlı, sakin ve seviyeli konuşup hâlâ inatla barıştan, kardeşlikten söz ettiğini görmüşsünüzdür.

Suriye halkının Esad’a yakıştırdığı sıfatlardan biri “muallim” yani öğretmendir. Halka nedenini sorduğunuzda Esad’ın kendilerine düşmanı, düşmana karşı nasıl dik durulması gerektiğini, birlik ve beraberliği öğretip kendi davranışlarıyla da göstererek örnek olduğunu söylerler. Esad her konuda eleştirilebilir ama üslubu, seviyesi, konuşurken seçtiği kelimeler ile ilgili eleştirilecek bir tarafı olmamakla birlikte bu özelliğinin düşmanlarında bile hayranlık uyandırdığından hiç kuşkum yok. Esad’ın vatandaşlarından birine “ananı da al git” dediğini tasavvur edemiyorum mesela… İmkansız…
Yılmaz Özdil’in de “Başbakan’a eleştiri yapılmasına izin vermem” dediği televizyon programı süresince başka bir ülkenin devlet başkanı olan Esad’a “Ortadoğu Hacivatı, kasap, cellat” gibi hakaretlerde bulunduğunu izlemişsinizdir. Sahip çıkıp eleştirilmesini kabul etmediği başbakan ise iki buçuk yıldır her yerde, her fırsatta Esad’a yönelik hakaretler yağdırdı, tehditler savurdu…

Başbakan her ağzını açıp Suriye ile ilgili konuştuğunda, utandım ben.

Utandım; çünkü emperyalizmin bölgemize girmek için seçtiği kapıyı İslami kılığa bürünmüş emperyalist uşakları aracılığıyla zorlayan bir Başbakanımız var.

Utandım; çünkü ülkeyi kan gölüne çeviren “muhalefet” dedikleri haydutların güzel İstanbul’da ağırlandıklarını, o “muhalif”lerin TV kanallarında arkalarına boğaz manzarasını alarak kin ve nefretlerini nasıl kustuklarını seyrettim.

Çünkü Filistinli, Iraklı mülteciler Suriye’ye geldiklerinde onları kendi evlerinde ağırlayan Suriyelilerin Hatay’da kar altındaki çadırlarda, İstanbul, İzmir, Ankara sokaklarında nasıl yaşadıklarını, kız çocuklarının tecavüze uğradıklarını, satıldıklarını izledim.

Çünkü korkunç bir patlamadan sonra yerden aldığı insan etini olay yerine gelen kameralara gösterip “bu mu senin demokrasin ey Erdoğan!” diye çığlık atan bir babayı işittim…

Çünkü Şam’ın caddelerinden birinde kulakları delen sesleriyle arka arkaya ambulanslar geçerken birbirlerini tanımadıkları halde birbirleriyle konuşan, suratlarını asmış bir topluluğa yaklaştığımda “nereden geliyor bu silahlar, Türkiye’den!” dedikten sonra Türkiyeli olduğumu öğrendiklerinde, “Türkiye derken, hükümeti kastediyoruz, sakın yanlış anlama kızım” diyen insanların masumiyetini gördüm.

Çünkü annesi keskin nişancılar tarafından vurulduktan sonra karıncaya bile kıyamayacak bir insan olduğu halde doktorasını bırakıp silah taşıyan; ailesinin tüm fertleri katledildiği için bu dünyada yapayalnız kalan; yirmili yaşlarında kaçırılıp gördüğü işkenceler sonucu felç kalan arkadaşlarım var benim. Çünkü yapılan işkenceleri bildiği için kayıp çocuklarının kaçırılmamış, ölmüş olması için dua eden anneler tanıyorum…

AKP’nin Suriye’ye yönelik politikasını eleştirdiğinizde “Baasçı” veya “şebbihacı” diye suçlayan veya etiketleyen, meseleyi bize sadece Esad ve haklarını isteyen “muhalifler” meselesi gibi gösterip “Zalim Esad” propagandasıyla yola çıkan cahil “aydın”lar konuştukça utandım ben…

Yüzü Batı’ya dönük olduğu için medeni(!) olduğunu düşünüyor ve Batı’nın kanlı yüzünü göremiyor birçok gazetecimiz. Söylediği sözlerden, yaptığı eylemlerden sorumlu olduğunu bilmektir iyi gazeteci olmak; vicdan azabı denen, insanları geceleri yatağında uyutmayan o duygudan uzak, huzurlu bir yaşama sahip olmaktır…




soL

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 15
19.10.2013- 00:45

Pazar, 13 Ekim 2013 - 08:10


‘Bir bidon yağ’

Sevra Baklacı



İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) , Suriyeli muhaliflerin Ağustos ayında Lazkiye’deki Alevi köylerine düzenledikleri saldırılarda 190 sivili öldürdüğünü ve 200’ü aşkın kişiyi de rehin aldığını yazmış son raporunda.

Bazı gazeteler “HRW’nin raporu, kendilerine Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adını veren silahlı çetelerin Suriye’deki Alevilere yönelik katliam iddiaları ile sarstı.” gibi başlıklarla duyurmuşlar haberi… “İddia” kelimesi durumdan hala emin olmadıklarını, “sarstı” kelimesi ise ÖSO’nun tertemiz bir geçmişi varmış da ilk kez katliam yapıyormuş gibi duruma şaşırdıklarını ifade ediyor… Alevi katliamlarıyla geçen yaklaşık 3 yıla rağmen…
İngiliz ve Amerikan kayıtlarında, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olan Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Arap Alevileriyle (Nusayri) ilgili araştırma yapan misyonerlerin notları aynen şöyledir:

“Nusayrilere olan ilgimiz pek fazla değildir, aslında ne oldukları, gizemli soyları veya gizemli dinleri de pek önemli değildir. Medeniyet ve modern ticaret için önemleri yoktur. Suriye’den yok edilirlerse dünya çok büyük bir kayıptan mustarip olmayacaktır. Toplumsal değer açısından Kuzey Amerika Kızılderililerinden bir kademe üsttedirler ve kuşkusuz aynı kadere mahkûmdurlar”

O yıllarda yok edilmelerinin kayıp olmayacağı dile getirilip kaderleri Kızılderililerle ilişkilendirilen Arap Alevilerinden biriydi Banyaslı Nidal Cennud… Suriye’de olayların başlamasıyla birlikte sırf Alevi olduğu için katledilen ilk Alevi. Yüzünde ve vücudundaki derin balta yarıkları ile arkasında kan izleri bıraka bıraka yürütülmüştü Banyas sokaklarında… Gücü tükenip yere yığıldığında elinde el bombası ve silah olan “muhalifler” onu ayağa kaldırıp zorlamışlardı yürümeye… Nidal ilkti, devamı geldi sonra…

Yabancı İslamcı militanların ülkede sayılarının artmasıyla birlikte daha da radikalleşen çatışma ortamında şifre ise “bir bidon yağ”dı. Nasıl mı? Diyelim ki Halep’teki bir caddede barikat kuran silahlı çeteler geçen otobüsü durdurup şoföre “ne var yanında” diye sorduklarında onlarla işbirliği yapan şoför işlerini kolaylaştırmak için “iki bidon yağ” diyordu. İki bidon yağ… Yani iki Alevi… Otobüse çıkan militanlar iki Alevi’yi indirip yanlarına alıyor, sonra infaz ediyorlardı… Bunu yapanlara AKP’nin sınırsız desteği ise hiçbir zaman sır olmadı.

AKP’nin Alevilere yaklaşımının hiçbir zaman dostça olmadığını biliyoruz ama son zamanlarda düşmanlıklarını çok daha rahat ifade ettiklerini görüyoruz…

Bundan bir yıl önce cemevlerinden biri için “ucube” lafını kullanan Erdoğan’dan sonra AKP Milletvekili Mehmet Metiner de cemevlerine “terör yuvası” demiş en son.

Camilerden çıkıp galeyana gelenler tarafından Alevilerin diri diri yakılmasından sonra camiler için de kullandı mı acaba aynı tabiri milletvekilimiz? Bence kullanmasın... AKP açıkça bölücülük yapıyor ve bu giderek daha da tehlikeli bir hal alıyor.



http://haber.sol.org.tr/yazarlar/sevra-baklaci/bir-bidon-yag-80978

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 16
19.10.2013- 00:49

Perşembe, 17 Ekim 2013 - 16:04


‘Akrep Türkiye’yi sokmaya başladı’

Rus siyaset bilimci Stanislav Tarasov’ın kaleme aldığı yazıda, Türkiye’nin Suriye’de desteklediği El Kaide gibi dinci örgütlerin hedefi haline gelmeye başladığına dikkat çekildi.


(soL - Dış Haberler) Rusya’nın Sesi tarafından yayınlanan siyasetbilimci Stanislav Tarasov imzalı analizde, Rusya ve ABD arasında varılan ve Suriye’deki kimyasal silah stoklarının tasfiyesini öngören anlaşmanın yürürlüğe girmesinin ardından “Türkiye’nin mevcut pozisyonunu değiştirmesi gerektiği, Türkiye’nin, bu konu hakkında pek çok devletin ve uluslararası kuruluşun da baskısını yakından hissettiği” öne sürülüyor.

Türkiye reddediyordu ama...
Yazıda Türkiye’de Bakanlar Kurulu’nca alınan bir kararla El Kaide’yle ilişkisi bulunan gerçek ve tüzel kişiliklerin Türkiye’deki tüm finansal aktiflerinin dondurulmasına dikkat çekildi. Rusya medyasında bu karar, “Akrep’in sokmaya başladığı”nın göstergesi olarak yorumlandı.

'Beyaz Saray şiddetli baskı yaptı'
Analizde, Türkiye’nin BM Güvenlik Komisyonu tarafından Taliban El Kaide ile ilişkisi bulunan kişiliklerin finansal aktiflerinin dondurulmasını öngören karara uymadığı için “Mali Eylem Görev Gücü’nün kara listesinde bulunduğu” belirtildikten, Türkiye’nin bu kararı almasında Beyaz Saray’ın baskısı olduğu öne sürülerek şöyle deniyor: “Yine de Türkiye, Suriye’deki muhalif radikallere yardımı kesmesi yönündeki önerileri ağırdan alarak reddetmeye devam etti. Fakat şimdi durum değişmekte. Suriye’ye doğru fırlatılan bumerang Türkiye’ye dönüyor.”

Tarasov, Türkiye’de alınan söz konusu karar ve önlemler için “Sadece Suriye’deki mevcut krize neden olan olayların akışından daha fazla radikal grupların Türkiye’nin güvenliği için ciddi birer tehdit unsuru haline gelmelerinden dolayı alındıkları yönünde hakim bir görüş de mevcut. Eğer bu gerçekten doğruysa, o zaman eğitimli akrebin artık kendi sahibini sokmaya başladığı söylenebilir” iddiasında da bulunuyor.

Türkiye’ye yine El Kaide uyarısı
El Kaide bağlantılı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgütün “sınırların kapatılmasına misilleme olarak yüzlerce savaşçıyı Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye doğru konuşlandırdığı” öne sürüldü. Stratfor’un yakın dönemde yayımladığı bir analizi haber yapan FoxNews, örgütün Türkiye’ye yönelik bir tehdit oluşturduğuna dikkat çekti.

Üst düzey bir İsrail güvenlik görevlisi Yusi Melman’ın “Türkiye orta vadede olmasa bile uzun vadede ISİD’in hedefi haline gelebilir. Ben Türk yetkililerin yerinde olsam, kaygı duymaya başlardım” dediğine dikkat çekildi.

Cihatçıların sınırdaki Türk birlikleriyle savaşmaları halinde ağır kayıplar vereceği ve bunu tercih etmeyecekleri öne sürülürken, daha çok terör tehdidi üzerinde duruldu.

IŞİD daha önce Ankara’nın sınır kapılarını kapatması üzerine Türkiye’ye saldırı tehdidinde bulunmuştu.


soL

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]