SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 29.03.2014- 07:26


Seçimin arifesi, siyasetin devamı
Aydemir Güler


Seçim atmosferinin hiç oluşmadığı bir seçime dayandık. Aslında bundan en son şikayet edecek olan biziz.

Seçimleri siyasetten, yani sınıf mücadelesinden ayrı bir vaka durumuna getirmek burjuva siyasetinin tarzıdır. Hayat duracak ve onun dışında bir platform oluşacak ki, kitleler kendilerini sadece oy vermek açısından özne hissetsinler. Seçim dolayımının dışında bir güçle donanmasınlar. Gündelik ve aynı anlama gelmek üzere toplumsal kaderleri için ayrı bir makam olarak “siyaset kurumuna” vekalet versinler...

Aydınlanma sayesinde kaderini, tanrıya ve onunla akraba gözüken hükümdara teslim etmekten, yani teba olmaktan çıkan yurttaşın “geriye sarılması”dır bu. Sadece oy verirsin ve ötesine karışamazsın!

Sosyalist siyaset yurttaşın ve insanın üstüne, kapitalizm ile birlikte yeniden çizik atılmasına direnmeden devrimci bir değişim gerçekleştiremez. Seçimi ayrı bir platform olarak tanımlamak bir boyun eğdirme operasyonudur.

Dolayısıyla seçim atmosferinin oluşmamış olması, bir bakıma kitlelerin, düzen standartları açısından fazla dahil oldukları siyaset sahnesinden çıkmamaları anlamına gelebilir. Hele kitlelerin güçlü referansları varsa ve yaşıyorsa.

Var: Haziran direnişi!

Burjuva siyaseti seçimi yaşamdan kopartabilseydi, bütün umutların bağlandığı ve ötesinde bir enerji kaynağının ve müdahale alanının var olamayacağı bir yapay sahne inşa edilebilseydi, seçim kitleler için deşarj işlevi görürdü. Görevini ve yapabileceği biricik işi yapan kitleler kaderlerine razı olmak üzere resmi sonuçların açıklanmasını beklerlerdi. Halktan tebaya geri dönüş...

Türkiye’de Haziran sonrasına biçim vermek isteyen güçler var. Öyle karanlık ve bilinmeyen birileri değil. Bildiğiniz egemen güçler. Aralarında her boy sermaye fraksiyonu, emperyalist odaklar, düzen kurumları ve burjuva partileri var. Aradıkları biçimlendirme, bunlar arası itiş kakışın, pazarlıkların sentezi olarak karşımıza çıkacak.

Tablo basit. Eğer çok küçük olan ihtimal gerçekleşir de, Erdoğan çetesi “yenilmedik ayaktayız” diyebileceği bir başarı elde ederse, bunun meşruiyeti olmayacak. Her şey gibi bu da yalan ve hırsızlık olarak kabul edilecek. Resmi sonuç yönetme ehliyetinin yeniden edinilmesi anlamına asla gelmeyecek. Üstelik bu altı boş mevziyi şiddetli bir saldırıya dayanak kılmak isteyeceği kesin olan Erdoğan saldıracak ve halk isyan edecek.

Tersi olduğunda AKP’nin boşalttığı alanda, bu haliyle CHP veya MHP veya Cemaatin yeni bir hegemonya kurma şansları pek zayıftır. Boşluğu halk doldurur. Kitlenin kafasının türdeş olmadığı, çelişik fikirlerin havada uçuştuğu doğru. Ama hareketin kendisi doğurgan ve aydınlatıcıdır. Aydınlanma her zaman soldur. Bağnazlık ve bağnazlıkla uzlaşma çizgisinden bugünün Türkiye’sinde yeni, kalıcı, dengeli bir statüko çıkmaz.

Tamamen imkansız değil kuşkusuz bu. Ama doğurgan kitle hareketinin önce mutlak bir kaosla dağıtılması, önüne konacak her menüye fit hale getirilmesi gerekir. Oysa egemen güçlerin toplamı bu anlamda risk istemiyor: “Aman bir şey olmasın!” Sloganları bu.

Zaten tam da bu nedenle üstüne ve etrafına benzini boca edip elinde çakmakla ordan oraya koşturan Erdoğan bunca zamandır, meczup değil iktidar sahibi olarak varlığını sürdürmüyor mu?

Resmi sonuçların son olasılığı, bir denge durumunun oluşmasıdır. Tayyipçiler ve karşıtları diye bölünen bir siyaset tablosunda dengeden sadece çatışma çıkar. Bu durumda “aman bir şey olmasıncılık” kısa süreli riskleri göze alıp kılıç atmak zorunda kalır. İstiyorsan çak çakmağı! Çakarsa önce kendi yanar. Berkin’in cenazesine eşlik eden provokasyonları hiç zorlanmadan boşa çıkartan halk bununla da başa çıkar; hiç kuşkum yok.

Seçim atmosferi hiç oluşmadı. Seçim halktan vekaletin alınıp gaspı anlamına gelmeyecek. Haziran direnişi seçimle örtülemeyecek, söndürülemeyecek.
O halde üç yol var.

Bir: Yakarım ulan!

İki: Aman bir şey olmasın...

Üç: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

Bu seçimi kim kazanır, dersiniz?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 29.03.2014- 07:30


Fırsatın farkında mısınız?
Ender Helvacıoğlu


Artık 30 Mart sonrası önemli. Yozlaşmış bir çete diktatörlüğüne dönüşmüş iktidarın yıkılış sürecini yaşayacağız.

Artık yakınındaki herkes bir Brütüs’tür Tayyip için…

Diktatörün giderek yalnızlaşacağını, en yakınından bile şüphe duymaya başlayacağını, dolayısıyla daha da pervasızlaşacağını ve saldırganlaşacağını göreceğiz (görüyoruz).

Türkiye faşizme gitmiyor. Faşizmden çıkış sancıları çekiyor. Tehlikeler ve tuzaklarla dolu, zorlu, ama emekçiler açısından ciddi fırsatlar da barındıran bir süreç bu.

En azından bizim kuşak ve bizden sonraki kuşaklar ilk kez yaşıyoruz böyle bir süreci. Yıkılmaya yüz tutmuş bir diktatörlük, restorasyon potansiyeli oldukça zayıflamış bir sistem, enkaza dönüşmüş bir devlet ve ayağa kalkmış ama kendisini iktidara taşıyacak politik aracı henüz yaratamamış bir halk… Tam bir siyasal kriz durumu; bunu katlayacak bir ekonomik kriz de kapıda.

Kriz sözcüğü, kökeni itibarıyla hem “tehlike” hem de “fırsat” anlamına geliyor. Bin yıllar ötesinden gelen, ne kadar derin anlamları olan bir sözcük…

Bir zamanların ünlü sloganıydı: “Tehlikenin farkında mısınız?” Demek tam farkında olamadık veya farkında olsak bile önleyici tedbirleri alamadık ki, o musibet başımıza geldi.

Olsun… Bir musibet bin nasihatten yeğdir. Bedelini ödedik, ödüyoruz.

Ama devran döndü, artık slogan değişti. Günün sloganı sosyalistler ve emekçi kitleler için daha umut verici: “Fırsatın farkında mısınız?”

Tehlikenin farkında olmak bir şey ifade etmiyor artık. Bugün önemli olan fırsatın farkında olmak.

Ama henüz farkında olduğumuz söylenemez. Çünkü o fırsatı değerlendirebilecek konumlanışı alabilmiş değiliz hâlâ. Oysa değerlendirilemeyen fırsat tehlikeye dönüşür. Diyalektiğin gereği…

Biz sosyalistler, tehlikeye karşı direnişi -büyük bedeller ödesek de- sonuçta becerebiliyoruz, altından kalkabiliyoruz; tarihimiz bunu gösteriyor. Ama fırsatı değerlendirme deneyimimiz hemen hemen yok gibi. Bu nedenle ilk kez yaşayacağımız bir süreç diyorum.

Önümüzdeki dönem göz önüne alındığında, artık “örgütlenin” demek yetmiyor. Bu artık malumun ilanı gibi bir şey. Çeşitli kitlesel pratiklere girmiş ve sol düşünceden şu veya bu şekilde etkilenmiş olan herkes örgütlenmek gerektiğinin bilincinde.

Artık kritik soru şudur: Nasıl bir örgüt?

İlk kez yaşayacağımız bu sürece uygun örgütlenme biçimini ve çalışma tarzını yaratmak durumundayız.

Mevcut ve alışılageldik biçim ve tarzların, bugüne kadar kendi başımıza yürüdüğümüz yolların yeterli olmadığını görmek için daha kaç musibet yaşamamız gerekiyor?

Bir muhalefet örgütü değil, iktidar örgütü yaratmak zorundayız. 31 Mart’tan itibaren başlayacak yakıcı tartışma (ve pratik) bu olacaktır. Seçimler dolayısıyla şu an rölantide olan Sol Cephe de bu tartışma bağlamında bir anlam bulabilir ancak.

***

30 Mart seçimlerini, 31 Mart’ta başlayacak bu süreci dikkate alarak değerlendirmek gerekiyor. Ergin Yıldızoğlu dostumuz, sosyalistlere daha olumlu koşullar sağlayabileceği için CHP’nin desteklenmesi gerektiğini yazmış. Üstelik bir fırsat değerlendirme ustası olan Lenin’e dayandırmış bu önerisini. Bari bunu yapmasaydı…

Yıldızoğlu dostumuz tehlikenin farkında. Ama fırsatın farkında değil. Hangi koşullarda daha rahat muhalefet edebiliriz diye düşünüyor. Nasıl iktidar olabiliriz sorusunu ufkuna alamıyor bir türlü. Dertlerimiz farklı…

Ben iki büyük metropolde şahsen tanıdığım ve takdir ettiğim iki aday önereceğim. Ankara’da solun ortak adayı olan Kaya Güvenç ve İstanbul’da TKP’nin adayı Aydemir Güler. İkisi de Sol Cephe Yönetim Kurulu’nda birlikte mücadele ettiğim, kazanabileceği söylenen diğer adaylarla kıyas kabul etmeyecek kalitede kişilikler.

Kazanamazlar mı diyorsunuz? An itibarıyla haklı olabilirsiniz. Peki, süreç itibarıyla?

Başlayan bu zorlu süreçte kime ihtiyacınız olacaksa seçimlerde onu güçlendirin.

sol



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Seçim sonrası yazıları... melnur 1 11 30.03.2024- 08:29
Konu Klasör Hüseyin Aygün: "Hala tek gündem Apo, Apo yazık çok yazık" melnur 1 2074 05.12.2020- 08:30
Konu Klasör Bir Pervin Buldan yazısı... melnur 0 1216 11.03.2021- 10:04
Konu Klasör Aysel Tekerek'in bir yazısı üzerine... melnur 0 225 14.10.2023- 20:35
Konu Klasör 75. ölüm yıldönümünde bir 'Hitler yazısı'... melnur 0 1538 29.04.2020- 10:32
Etiketler   Seçim,   yazıları
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS