SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
Seçimler ve “bizim taraf”           (gösterim sayısı: 13.914)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
ilkay
[ Mustafa ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 08.10.2013
İleti Sayısı: 417
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: ilkay
Konu Tarihi: 03.04.2014- 13:20


Seçimler ve “bizim taraf”
Can Soyer


30 Mart’tan hemen önce, seçim sonuçlarından bağımsız olarak, AKP’nin bu ülkeyi yönetme yeteneğinin ve ihtimalinin kalmadığını belirtmiştik. Bu saptamanın seçim sonuçlarından bağımsız olduğunu vurgulamanın nedeni, iddiayı garantilemek ya da yanlışlanmasının önüne geçecek bir hamle yapmak değildi. AKP hükümet yetkisini elinde tutmasına ve seçimlerle bunu tekrar kazanacağı belli olmasına rağmen, daha kökten ve daha derin bir meşruiyet krizinin içerisindeydi çünkü. Dolayısıyla, AKP’ye lazım olan şey bir seçim galibiyeti değil, toplum nezdinde icraatlarını ve otoritesini kabul ettirebileceği bir meşruiyetti.

Şimdi, bıraktığımız bu noktadan hareket ederek, seçim sonuçlarının ardından oluşan manzaraya çeşitli maddeler halinde eğilebiliriz.

1. 30 Mart’taki sonuçlar yukarıdaki tablonun devam ettiğini gösteriyor. AKP, hükümet yetkisini bir kez daha kazanmış olmasına rağmen, bunu toplumun yarısını karşısına almak pahasına başarabilmiştir. Diğer bir deyişle, AKP, hükümette kalabilmek için, meşruiyetini feda etmiştir. Bunun en doğrudan sonucu, ülkeyi yönetememe halidir. AKP bugün, kendisine oy veren toplumsallık dışında kalan geniş bir kesimi yönetememekte; ülkenin yarıdan fazlası üzerinde otorite ve yönlendiricilik gösterememektedir. AKP’nin kendi toplumsallığını yönetiyor oluşu ise abartılmamalıdır; Başbakan’ın mabadında kıl olmakla övünen bir topluluğu yönetmek için Hammurabi yasaları bile yeterlidir. Buna karşılık, kendi muhalefetini asgari ölçüde de olsa yönetemeyen bir iktidar, meşruiyet iddiasını terk etmek zorundadır. AKP’nin yönetememe krizi, her adımda meşruiyetini biraz daha kemiren bir hastalık haline gelmiştir.

2. Meşruiyet yitimi bir iktidar için ölümcüldür. Çünkü meşruiyet yitimi iktidarın toplumsal zeminini daraltmakla kalmaz, aynı zamanda iktidarın topluma yönelik enstrümanlarını da sıfıra doğru çeker. Geldiğimiz noktada, AKP’nin elinde kalan tek iktidar enstrümanı polis şiddeti ve sokak terörüdür. Ve daha ötesi, bu bir kısır döngüdür; şiddet ve terör meşruiyeti daha da azaltırken, meşruiyet yitimi de şiddeti ve terörü daha fazla kullanmayı gerektirir. AKP, bu kısır döngüyü aşacak hiçbir açılım potansiyeline sahip değildir.

3. Türkiye toplumu açık ve keskin bir biçimde parçalanmıştır. Bugün bu coğrafyada, siyasal ve ideolojik olduğu kadar, kültürel ve duygusal olarak da üç ayrı toplum yaşamaktadır. Türkiye toplumunu boydan boya ve tüm göstergeler açısından bölen bu ayrışma, suhuletle, tedrici yollarla ya da zamanın akışıyla kapatılabilecek bir boşluk değildir. Dahası, sosyalizm mücadelesinin güç kazanması dışında, Türkiye’nin siyasal dinamiklerinin hiçbiri böylesi bir kapasiteye de sahip değildir. Dolayısıyla, Türkiye ya sosyalist hareketin kılavuzluğu altında yeni bir toplumsallık biçimini inşa edecektir ya da son noktasında coğrafi olarak da tescillenecek bir parçalanmaya gidecektir.

4. Bu parçalanmanın içinde, en genel tanımla AKP tabanını oluşturan toplumsallık özel bir varlık biçimi halini almıştır. Öyle ki, zaman zaman tanık olduğumuz çarpıcı, inanılmaz ya da isyan ettirici örnekleriyle, karşımızdaki kalabalık “AKP türü toplumsallık” gibi bir kavramsallaştırmayı hak etmektedir. Diğer bir deyişle, “AKP türü toplumsallık”, kuşkusuz daha iyisi bulunana kadar, bir sıfat ya da betimleme olmanın ötesinde, siyaset bilimi ve toplumbilimleri açısından ayrıksı bir kavram olarak kullanılmalıdır. Bencillik, çıkarcılık, yalancılık, adaletsizlik, yolsuzluk gibi özellikler artık tekil birey düzleminde tanımlanamayacak ölçüde toplumsallaşmıştır. Bu sıfatlar, bir kişiliği, karakteri ya da tiplemeyi değil, kolektif olarak paylaşılan, yeniden üretilen ve örgütlü bir toplumsallığı tanımlamaktadır.

5. Sosyalist hareketin, öncelikle ya da eşzamanlı olarak bu toplulukla temas ve diyalog kurmasını öneren stratejiler tereddütsüz reddedilmelidir. Sosyalist hareketin görevi, AKP toplumsallığıyla ilişkilenmek değil, onunla mücadele etmek, bu mücadeleyi toplumsal bir dinamik haline getirmektir. Söz konusu topluluğun büyük ölçüde yoksul ve emekçi oluşu gibi özellikler yanıltıcı olmamalıdır. Derin bir cehaletle ve gericilikle sarmalanmış AKP toplumsallığı ile pozitif bir ilişki, ancak sosyalist devrim sonrasında bir aydınlanma hamlesinin konusu olabilecektir. Verili anda ise, sosyalist hareketle söz konusu topluluk arasında tanımlanabilecek tek ilişki biçimi reddiye ve mücadeledir. Bu reddiye ve mücadele, elbette, sokakta AKP’li seçmen avına çıkmak anlamına gelmemektedir. Reddiye ve mücadele, bizi ve onları birbirinden ayıran tüm parametrelerin daha da fazla vurgulanması, iki topluluk arasında ihtilaf yaratan tüm farklılıklara daha fazla sahip çıkılması anlamına gelmektedir. Empati, saygı, ötekileştirme gibi sözlerle yaratılan çekiniklik, AKP karşıtı mücadeleyi kötürümleştirmekten başka bir sonuç yaratmamıştır, yaratmamaya da devam edecektir.

6. Bugün sosyalist hareketin toplumsal ve siyasal zemini, AKP karşısında direnişine devam eden toplumsallıktır. Kentli, seküler, modern karakteriyle dikkat çeken ve sık sık sola açık bir pratik de sergileyen bu toplumsallığın, esasında “orta sınıf” niteliği taşıdığı iddiası ise, koca bir yalandır. Ezici çoğunluğu, birçok temel parametre açısından emekçi sınıfın üyeleri olan bu topluluk, içinde yaşadığımız ülkede solun kök salıp yeşerebileceği yegane somut kulvar haline gelmiştir. Üstelik, nitelikli ve eğitimli işgücünün önemli bir kısmını kapsayan söz konusu toplumsallık, bu özelliğiyle Türkiye sosyalist hareketine, emekçi sınıfın öncü unsurlarıyla doğrudan iletişime geçmek şansı da sunmaktadır. Dolayısıyla, sosyalist hareket, hiç tereddütsüz, kendisini bu toplumsallığın bir parçası saymalı, çizginin “bu” tarafında olduğunu idrak etmeli, elitizm gibi laflara ise hiç kulak asmamalıdır.

7. Yukarıda söz ettiğimiz reddiye ve mücadelenin temel koşulu, ayrım noktalarının altının çizilmesi, sınır çizgilerinin kalınlaştırılmasıdır. Bu ise, başlı başına ideolojik ve siyasal bir konsolidasyonu ifade etmektedir. “Bizim taraf”, AKP toplumsallığı karşısında, siyasal, kültürel ya da toplumsal taleplerinde herhangi bir tenzilata gitmek şöyle dursun, şimdiye kadar sergilediği ısrarın ve kararlılığın kat be kat fazlasını hayata geçirmek zorundadır. Özgürlük, adalet, baskıya karşı direnme, laiklik, yurtseverlik gibi başlıklarda direnç artırılmalı; tıpkı AKP toplumsallığının bazı kişilik özelliklerini kolektif bir varoluş tarzına dönüştürmesi gibi, ilerici ve özgürlükçü değerler de belirgin bir toplumsallık biçimi haline dönüştürülmeli, katılaştırılmalıdır.

8. Bu toplumsallığın azınlıkta kaldığı, dolayısıyla kendisini yalnızlaştırarak başarı şansını tümüyle yitirmiş olacağı düşüncesi ise temelsizdir. İlk akla gelen gösterge açısından, toplumun yüzde 50’den fazlası AKP’yi desteklemediğini açıkça beyan etmiştir. Ancak daha önemlisi, tayin edici gücün, matematik değerlerde değil, toplumsal dinamiklerde oluşudur. Daha açık bir ifadeyle, değil yüzde 50, yüzde 25’lik bir toplumsal kesit bile, harekete geçtiğinde ve belirgin bir toplumsal talebin savunucusu haline geldiğinde, toplumun geri kalanı üzerinde belirleyicilik kazanır. AKP toplumsallığının ürkütücü kalabalığı, etkin ve kararlı bir toplumsal hareketlilik karşısında yok hükmünde olacaktır. En yüksek rakamlar kabul edildiğinde bile, mevcut nüfusun yüzde 20’si kadar bir insan topluluğunun harekete geçtiği Haziran, bu iddianın en açık kanıtıdır. Üstelik, söz ettiğimiz topluluk, sadece hareketlilik potansiyeli açısından değil, kültürel, toplumsal ve düşünsel özellikleriyle de belirgin bir nitelik üstünlüğü sergilemektedir. İki toplumsallık arasındaki nicelik oranı, ancak durağan ve sabit bir karşılaştırmada anlam taşır. Toplumsal hareketlilik söz konusu olduğunda ise, nitelik açısından üstün olan taraf toplumun geri kalanını sarsar, dönüştürür ve peşine katar.

9. 30 Mart’ın en açık biçimde gösterdiği şeylerden biri de, AKP’yle ve sırtını dayadığı toplumsallık ile mücadelenin en geçerli ve etkili yolunun Haziran’dakine benzer bir toplumsal muhalefet biçimi olduğudur. Sonuçlar, AKP ile mücadelenin cemaatle, tapelerle, sandıkla ya da CHP ile başarılı olamayacağını ortaya sermiştir. Zira AKP’yi kesin olarak zayıflatacak hamle, kendisine payanda haline getirdiği toplumsallığın çözülmesi ve etkisizleştirilmesidir; bu ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi, “bizim taraf”ın etkin ve kararlı bir toplumsal muhalefet dinamiği haline gelmesiyle mümkündür. Dolayısıyla, AKP’ye direnmeye devam eden toplumsallık, tam da kararlı biçimde harekete geçirilmeliyken, seçim beklentileriyle pasifize edilmiş, devasa bir olanak sandığa zincirlenmiştir. Seçimlerden AKP’nin başarılı olarak çıkmasının göstergesi de, elinde tuttuğu toplumsal desteği koruyabilmiş olmasıdır. Tersinden söylersek, sandığa sıkıştırılmış mücadele stratejisinin başarısızlığı, oy oranlarının düşük kalmasında değil, AKP’nin toplumsallığını dağıtamamasında, oradaki bloku parçalayamamasındadır. Bir kez daha tekrar etmek gerekirse, zaten epistemolojik ve ontolojik olarak apayrı varoluş biçimlerini deneyimleyen iki toplumsallığın, birbirleri üzerinde etkide bulunması, aylarca bir sandığa zarf atmayı bekleyerek değil, toplumsal bir hareketliliği yaygınlaştırarak ve yükselterek mümkün olabilirdi.

10. Sonuç olarak, AKP’yi gerçek anlamda geriletecek, hatta belki düşürecek en gerçekçi alternatif, şimdilik, heba edilmiş durumdadır. Ancak seçim sonuçlarının AKP açısından mutlak bir zafer anlamına geldiği doğru değildir. Seçim sonuçları, AKP tehlikesinin boyutları ve gerçekliği hakkındaki tereddütleri ortadan kaldırdığı gibi, AKP’nin yönetememe krizini de kalıcılaştırmıştır. Çarpıcı potansiyeli bu seferlik seçim sandığında sönümlendirilmiş geniş bir toplumsallık, sinip geri çekilmek yerine, yeni ve kesin çözüm sunan bir alternatifi aramaktadır. Kesinlikten kasıt ise, tedrici ya da yavaş yavaş eritmek yerine, sert, hızlı ve kökten bir darbe ile un ufak etmektir. Bu alternatifin zemini “bizim taraf”taki toplumsallık, öncüsü ise, “bizim tarafı” örgütleyip harekete geçirmesi gereken sosyalizm mücadelesidir.

Sol



SOL CEPHE
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tekyoldevrim
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 17.12.2013
İleti Sayısı: 212
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: tekyoldevrim
Cevap Tarihi: 04.04.2014- 12:30


30 Mart ''bizim Taraf''ın kesin yenilgisi anlamına gelmektedir. Bu sonuçtan kaçınmanın anlamı yoktur. Solcular ulusalcı anlayıştan enternasyonal anlayışa sıçrama göstermedikleri sürece bu yenilgiler kaçınılmaz olacaktır. Ulusalcı sol dünyanın nereye gittiğini görememekte, toplumların beklentileriyle uyumlu davranış içine girememekteler. Bu yüzden marjinal kalmaktadırlar. Bu gerçeği göremedikleri sürece de hep marjinal kalacaklardır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Alisan
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: Alisan
Cevap Tarihi: 04.04.2014- 14:11


Kimse kusura bakmasin ama "bizim tarafimiz" bir hicten öteye gidemiyor. Kendilerini sirklerdeki aynalarin karsina gecerek ne kadar böyük ve karsisindakileirninde bir o kadar kücük olduklarini zannediyorlar. Bu tip aynalara bakarak görüs bildirmek basiretsizliginizi, bedavaciliginizi ve palavraciliginizi göstermektedir. Ulusalci Perincek'i secim öncesi dinleyen herkes minumum yüzde 15 oy alacak zannediyordu. Ama secim sonuclari ne kadar palavraci olduklarini, halki dogru algilayamadiklarini,...... gösterdi. Tüm sosyalist partilerin buna ulusalci IPve HKP'yide ekliyoruz ama genede binde birleri asamiyorlar. Bunun nedenlerini dogru irdelemeyen sosyalistler devamli hayal dünyalarinda yasamaya mahkum olacaklar.
Artik yanlislarinizi görme ve bu yanlislarinizdan cayma zamani gelmistir. Toplumsal muhalefet dediginiz olusumu sandigada götürebiliyorsaniz basaridan bahsedersiniz, aksi taktirde her protesto yapani kendinizden sayarak hayaller dünyasinda yasamaya devam edersiniz.




Bu ileti en son Alisan tarafından 04.04.2014- 14:14 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
ilkay
[ Mustafa ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 08.10.2013
İleti Sayısı: 417
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: ilkay
Cevap Tarihi: 04.04.2014- 14:35


Alıntı Çizelgesi: tekyoldevrim yazmış

30 Mart ''bizim Taraf''ın kesin yenilgisi anlamına gelmektedir. Bu sonuçtan kaçınmanın anlamı yoktur. Solcular ulusalcı anlayıştan enternasyonal anlayışa sıçrama göstermedikleri sürece bu yenilgiler kaçınılmaz olacaktır. Ulusalcı sol dünyanın nereye gittiğini görememekte, toplumların beklentileriyle uyumlu davranış içine girememekteler. Bu yüzden marjinal kalmaktadırlar. Bu gerçeği göremedikleri sürece de hep marjinal kalacaklardır.



Savunduğunuz görüşe göre başarısız olmamak için ulusalcılıktan enternasyonalizme sıçrama yapmak gerekiyorsa, bunun somut anlamı kürt siyasetine yedeklenmek mi? Böyle yapılırsa diyelim kürt siyaseti yüzde yediden yüzde sekize, ona çıktı; sosyalistlerin nasıl bir kazancı olacak bundan. Ülkedeki emekçiler sosyalist bilinç mi kazanmış olacaklar?



SOL CEPHE
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Alisan
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: Alisan
Cevap Tarihi: 04.04.2014- 15:01


Alıntı Çizelgesi: ilkay yazmış

Alıntı Çizelgesi: tekyoldevrim yazmış

30 Mart ''bizim Taraf''ın kesin yenilgisi anlamına gelmektedir. Bu sonuçtan kaçınmanın anlamı yoktur. Solcular ulusalcı anlayıştan enternasyonal anlayışa sıçrama göstermedikleri sürece bu yenilgiler kaçınılmaz olacaktır. Ulusalcı sol dünyanın nereye gittiğini görememekte, toplumların beklentileriyle uyumlu davranış içine girememekteler. Bu yüzden marjinal kalmaktadırlar. Bu gerçeği göremedikleri sürece de hep marjinal kalacaklardır.



Savunduğunuz görüşe göre başarısız olmamak için ulusalcılıktan enternasyonalizme sıçrama yapmak gerekiyorsa, bunun somut anlamı kürt siyasetine yedeklenmek mi? Böyle yapılırsa diyelim kürt siyaseti yüzde yediden yüzde sekize, ona çıktı; sosyalistlerin nasıl bir kazancı olacak bundan. Ülkedeki emekçiler sosyalist bilinç mi kazanmış olacaklar?

Sosyalist bilinc secimlerle kazanilamayacagi gibi emekcilerin ve halkin destegide bos laflarla kazanilmaz. Secimlere girip basari saglayarak ve topluma "sosyalist" düsünceye yakin insnlarin hizmetini sunarak ilerisi icin büyük kazanimlar saglanmis olunur. Bir veya iki milletvekiliyle, bir kac kücük beldelerde belediye baskanligi alinarak topluma halkin milletvekili nasil olunur, halkin belediyesi nasil olunur,...... gösterilebilinir. Sonuc olarak ileriki secimlerde emekciler ve halk sosyalistleri daha iyi tanimis   ve güvenmis olur. Böylece legal calismaninda geregi dogru düsürüst yapilmis olunur. Sadece karsit söylemlerle emekcilerin, halkin,... güveni saglanmiyor. Vatandaslarin bos laflara karni tok. Dürüst siyaset, dürüst belediyecilik,.... nedir halka o makamlari kazanarak gösterilir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 04.04.2014- 17:15


Alıntı Çizelgesi: tekyoldevrim yazmış

30 Mart ''bizim Taraf''ın kesin yenilgisi anlamına gelmektedir. Bu sonuçtan kaçınmanın anlamı yoktur. Solcular ulusalcı anlayıştan enternasyonal anlayışa sıçrama göstermedikleri sürece bu yenilgiler kaçınılmaz olacaktır. Ulusalcı sol dünyanın nereye gittiğini görememekte, toplumların beklentileriyle uyumlu davranış içine girememekteler. Bu yüzden marjinal kalmaktadırlar. Bu gerçeği göremedikleri sürece de hep marjinal kalacaklardır.



Türkiye'de senden başka ''enternasyonal solcu'' ya da enternasyonalist örgütler yok mu? EMEP kürt siyasetinin ardından gidiyor, sana göre herhalde enternasyonalist sol bir parti oluyor. Peki EMEP neden başarısız o zaman, nasıl açıklıyorsun bunu?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 04.04.2014- 17:28


Seçim sonrası
Kerem Esenoğlu


İktidar - Cemaat kapışması olmasaydı AKP yerel seçimlerden bu kadar güçlü çıkmazdı. Başından beri bu kavgadan iktidarın karlı çıkacağını düşünmüş biri olarak seçim sonuçlarının benim için bir sürpriz olmadığını söylemeliyim öncelikle. Bunu herhalde bir böbürlenme gerekçesi yapacağım düşünülemez, çünkü “görünen köy” karşımızda duruyordu hepimizin. Gerçekçi bakan görebilirdi.

Kavgayı izleyip, bunun seçimlerde iktidar zararına bir sonuca yol açacağına inanmış olanların hayal kırıklığı çok büyük haliyle. Doğru bir politik hattan yoksunluğun, “kaygan zemin” üzerinde siyaset yapmanın hayal kırıklığına yol açması normal tabii. Bu çatışma ortamında “biz de aradan sıyrılırız” diyenlerin hali pek acıklıdır bana sorarsanız. İktidar - cemaat kapışmasının taraflarının her ikisi de   “halktan yana” değildiler. Bu kapışma halkın hangi sorunu üzerinden sürdürüldü, bunu düşünmedi bile “aradan sıyrılırız”cılar. Aylardır, siyasi rantın üzerinde oturanla (yani iktidarla)   ticari rantın üzerinde oturanların (yani cemaatin), karşılıklı olarak birbirlerinin rant alanında da etkili olma kavgasıydı bu. İktidar ticaretin, cemaat siyasetin rantına göz dikti. Sosyalistler başından beri bunun farkındaydılar. O nedenle bu kavgadan, iktidar ya da cemaat aleyhine kimi sonuçlar çıktığında sevindirik olmadılar. Yani, “Silivri zindanını deldik, geliyoruz” garabetine pirim vermediler. İki gerici odağın kapışması olmasaydı, bu kapışmada taraflar birbirlerini, birbirlerinin hassas olduğu konularda vurmasaydı, o zindanın da “yıkılacağı” yoktu. Zindanın kapılarını açan, iki odağın “inatlaşması”dır. Silivri kapılarında günlerce direnenleri, bekleşenleri elbette saygıyla anıyorum. Ama bu kadar. Silivri, halkın gündemi olmadı hiç, darılmaca yok. “Silivri zindanını yıkan” halkın, iktidara seçimlerde “fiske” bile vurmayışını “halkın zindanları yıktığına” inananların nasıl açıklayabilecekleri merak konusudur.

Bu kapışma, iki odağın birbirlerine karşı son kozları gibi anlaşıldı. O nedenle yine birbirlerine kıyasıya vurdular. Bu aynı zamanda özellikle iktidar tabanının, iktidara daha sıkı sarılmasını da beraberinde getirdi. Çünkü iktidarın, cemaat dışındaki siyasi yapılar, laik/modernist kesimler karşısındaki seçim kaybı, sonradan toparlanabileceği bir kayıp olabilirdi. Ancak dini bir yapı karşısında kaybetmenin sonuçlarını hazmetmek kolay olmazdı. Aynı mahallenin iki rakibinin kazananı, seslenilen aynı taban açısından çok da önemli değildi. Dincilerin birbirlerine karşı kullanacakları “rakip dini bir retorik” yoktur çünkü. Burada genel olarak “dini rant”ın da iktidarca korunması, cemaatçe kazanılması çabası hakim olmuştur. İktidarın nimetlerinden doyasıya yararlanan AKP seçmeninin cemaat karşısında, aslında zaman zaman memnuniyetsizliğini de belirttiği AKP’de “sıkı sıkı kenetlenmesi”nin nedeni budur.

Malum çatışma olmasaydı, iktidarın, - özellikle Gezi Parkı süreciyle somutlanan bir “çöküş süreci”ne girdiği de hatırlanarak belirtiyorum- işi zordu. Yerel seçimler öncesi Ankara’da Melih Gökçek’in, İstanbul’da Kadir Topbaş’ın üstünü çizerek aday göstermeyeceği kesin olan Başbakan’ın, cemaat karşısındaki cepheyi genişletmeme kaygısıyla bu iki ismi yeniden aday göstermesi cemaatten ciddi anlamda ürktüğünü de kanıtıdır.

Cemaatin, değerler sistemimizde pekala “kalleşlik” olarak adlandırılacak olan mücadele(!) yöntemi de AKP tabanı ile seçmeni gözünde değer bulmamıştır. Ortalığa saçılan tapelerde, görüntülerde yer alan vahim iddiaları “din/millet yararına” zamanında açıklaması cemaati samimi kılabilirdi. Ancak “ticari rant”ın kesilmesi üzerine bu tür salvolar yaptığı inancı seçmen üzerinde etkili oldu.

Cemaat de iktidar da etkili oldukları devlet kurumları üzerinden mücadele ettiler birbirleriyle. Silivri’nin boşaltılması cemaat yargısının kararlarının iktidarca da reddedilmesi fırsatını doğurdu. Bunun iktidarın cemaatten “kurtarılmış” yargıyla yapıldığını da unutmamak gerekir.

Gezi Parkı Direnişi’nin, toplumda bu kadar da karşılık bulmuşken, sanki hiç yaşanmamış gibi görülmesinin nedenleri arasında “erken patlamış” bu kavganın büyük etkisi olmuştur.

CHP de, İP gibi yapılar da bu süreci doğru okuyamadıkları gibi, bu çatışma üzerine “taktik” inşa ettiler. Sosyalist sol, TKP’siyle, ÖDP’siyle bu kavgadan halk ya da sosyalistler yararına bir şey çıkmayacağını bilerek asıldılar seçime. Ovacık ile Mazgit’i başarı sayarım bu nedenle. Ama Hopa’daki rezaletin sorumlusu olan yapı da kendini herhalde eleştirecektir.

HDP projesinin çöktüğü, buna benzer projelerin ileride benzeri projelerin yaşama geçirilmesinin de önünü tıkadığını belirtmek şart oldu. Sadece seçim için “parti” kuran, kurduğu partiyle kendisi bile Kürt bölgelerinde seçime girmeyen BDP şahsındaki Kürt hareketi AKP ile ortaklık yapmıştır. Lamı cimi yok. Bu işbirliğinden BDP’nin kendisinin de zarar gördüğüne kanıt isteyenler Sırrı Sakık’ın Ağrı belediye başkanlığını AKP adayı karşısında sadece on oyla “kazandığını” görerek bulabilirler.

Cemaatin başlattığı kavga üzerinden giderek politika yapanlar ne yaparlar bilmem, ama TKP’siyle ÖDP’siyle sosyalist sol doğru olanı yine yapmaya devam edeceklerdir.

Önümüzde zorlu bir süreç var çünkü.

Sol



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 04.04.2014- 18:34


Alıntı Çizelgesi: umut yazmış

Alıntı Çizelgesi: tekyoldevrim yazmış

30 Mart ''bizim Taraf''ın kesin yenilgisi anlamına gelmektedir. Bu sonuçtan kaçınmanın anlamı yoktur. Solcular ulusalcı anlayıştan enternasyonal anlayışa sıçrama göstermedikleri sürece bu yenilgiler kaçınılmaz olacaktır. Ulusalcı sol dünyanın nereye gittiğini görememekte, toplumların beklentileriyle uyumlu davranış içine girememekteler. Bu yüzden marjinal kalmaktadırlar. Bu gerçeği göremedikleri sürece de hep marjinal kalacaklardır.



Türkiye'de senden başka ''enternasyonal solcu'' ya da enternasyonalist örgütler yok mu? EMEP kürt siyasetinin ardından gidiyor, sana göre herhalde enternasyonalist sol bir parti oluyor. Peki EMEP neden başarısız o zaman, nasıl açıklıyorsun bunu?



tekyoldevrim'in mantığına göre EMEP başta olmak üzere birçok sol örgüt kürt hareketini desteklediğine göre ülkede pek çok enternasyonal bilince sahip sol kesim var demektir. O zaman aynı mantığa göre sosyalist solun başarılı olması gerekmiyor mu:)



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 05.04.2014- 09:18


Seçimler, Haziran ve sol
Kemal Okuyan


AKP bu sonuçlarla yeniden “yönetebilir” bir parti haline gelmiş midir?

Hayır. Ancak “yaşayan” bir kurum kendini yenileyebilir. AKP’nin kendini yenileyebilme dinamikleri de kurumuştur. Seçim “zaferi”, ki bu da gerçek değildir, Türkiye’deki akıldışı anomaliyi kalıcılaştıramaz. Dolayısıyla “AKP bitti” saptamasında bir yanlışlık olduğu düşünülmemeli. Bu saptamayı çok dillendirdiğimiz için değil, “yanıldık galiba” düşüncesi, yanlışa sürükleyeceği için…

Hiç tereddütsüz şu söylenmeli: Hep zayıfladığını iddia ettiğimiz diktatör cephesi, onun karşısında duran ve bir koalisyon, ittifak, hatta yan yana gelişten bile söz edemeyeceğimiz toplamdan çok daha sağlam!

O toplama yakından bakalım.

ABD ve sermaye bir seçeneğin önünü açmaya çalışıyordu, hatta bayağı “risk” aldılar, angaje oldular seçimden önce. Öte yandan hep söylediğimiz gibi, AKP döneminin kazanımlarından kendi adlarına vazgeçmeye niyetleri yoktu. Diktatörün çılgınlıklarından paniklediler, zaman zaman bu nedenle sert işler yaptılar. Sokağı bile istediler. Ama gönüllerinde kızıl değil, turuncu, hatta turkuaz bir sokak vardı, bunu görmeyince vazgeçtiler.

Cemaat, bu kavgaya sürüklendi. Rant, paylaşım hesabı vardı zaten ama bunun çok ötesinde bir projenin parçası haline geldi. Bildiği yöntemler belliydi, bayağı etkili de oldu ama etkili oldukça diktatörün asıl belalısı olan halk kitlelerini soğuttu, o kitlelerin kaçınılmaz bir biçimde gözünü diktiği CHP’nin iyice kişiliksizleşmesine yol açtı. Sermaye ve ABD rahatladı ama diktatörün eli güçlendi.

CHP ise kendisine altın tepside sunulan “iktidar alternatifi olma”nın heyecanından, iktidar alternatifi olmak için gerekli toplumsal girdileri yapmayı unuttu. Cemaatin kaset ürettiği, CHP’nin ise meydanlarda tape okuduğu bir seçim kampanyasının sınırı belliydi. Hadi bu yapıldı, çoktan meşruiyeti bitmiş bir iktidarla “demokrasi” oyunu oynamak ne demekti! Şu demek: halk korkusu…

AKP’nin karşısında olup olmamak konusunda karar veremeyen bir BDP’ye ne demeli? Diktatöre bile notunu Kürt sorunundaki tavrına göre veren bir siyasi hareketin, bu tutuma itiraz edenleri Kürt sorununa duyarsızlıkla suçlaması zaten kaçınılmazdı. Ancak diktatörün karşısındaki toplamın en zayıf halkası aynı zamanda, o toplamın bir dizi nedenle en eli kuvvetli unsuru olunca, işler iyice karıştı. Öcalan’ın ve başka yöneticilerin söylediği doğrudur, diktatörü birçok kesitte kurtaran onlardır.

Onların nedeni var, Türkiye solunun?

Evet, AKP karşısındaki toplamın en net olması gereken unsurunun da kafası karışık. Netlik yok, toplumsal ağırlık da yok! Bu ikisi arasında elbette mutlak bir ilişki kurulamaz ama Türkiye solu ancak ve ancak kararlı, inatçı ve tutarlı olduğunda toplumsal güç elde edebilir. Sürekli olarak “bunu da denedik olmadı” diyen bir solu maymun ederler, rezil ederler. Bazı siyasi açılımların etki kazanabilmesi için zamana ve koşulların olgunlaşmasına gereksinim vardır. “Daha ne olsun, Gezi oldu ya…” sorusu yanlıştır. Haziran Direnişi, çok önemli bir fırsattır ama şunun için: Kararlı, bazı alışkanlıklardan kopmayı ve ilkelerinde yalnızlığı göze almış, geniş kesimlerle ve solun ana hitap kitlesi olmaya devam eden CHP tabanıyla rezonans tutturan bir hareket için.

Haziran Direnişi, bir devrimci yükseliş değildi. Israrla söyledik. Haziran, “yakalayalım, devrim kapımıza geldi” psikolojisiyle değerlendirilemezdi. Haziran solun devreye girip, yerleşebileceği koşulları hazırlamıştı. Birlikçilik, forumculuk, sürekli eylemcilik, kendi başlarına taşıyabilecekleri ve taşıdıkları anlama rağmen, bu dönemi kavramayı zorlaştıran olgulardı. Oysa, tarihte pek az toplumsal kalkışma, devrimcileri hiç hazır olmadıkları bir kavgaya sürüklemek yerine, onlara eşik atlama fırsatı sunar. Bu talihsiz ülkede, solun başına işte böyle bir talih kuşu konmuştu. Uçmuş değil henüz ama…

Seçimlere ilişkin değerlendirmelerde yine panik havasından kaçınmak gerekiyor. “Diktatör gitmiyor” bir panik türüyse, “böyle olmuyor” da bir başka panik türü. “Böyle” nedir? Söz gelimi, “birlik gerek” diyenler, ortada gerçek, tanımlanmış bir hedef olmaksızın birliğin olmayacağını görmüyorlar mı? Dersim’in iki ilçesinde elde edilen ve çok önemli sonuçları olan başarının “birlik”le bir ilgisinin olmadığını? Ne kadar birlik denebilir ama Ankara’da da bir “birlik” denendi, hedefte ortaklık kurulamadığı için insanlar somut hedefe kilitlendi: Gökçek’ten kurtulmak! HDP de bir birliktir. Başarı var mıdır?
“Böyle olmuyor”, tüketim kültürünün sol siyaset üzerindeki tahribatıdır. Doğru soruların sorulmasına engeldir. Elbette “böyle olmamalı”… Ancak “böyle olmuyor”, Türkiye solunu hep sağa çekti, hep ortalamacılığa yaklaştırdı. “Böyle olmamalı”, çünkü daha kesin, daha net, daha iddialı olmalı. Seçim başarısızlıklarından korkmamalı, inat etmeli. Diktatörden öğreneceğimiz bir tek bu var: Kapsayıcılık, illa esneyerek olmaz. Hedef göstererek, ufuk açarak, saflaştırarak, katarak, içererek ama kavganın taraflarını açık bir biçimde tarif ederek…

Bugün Türkiye’de iki çizgi bunu yapabiliyor. Her şeye rağmen diktatör ve avanesi ile Kürt siyaseti. Bu nedenle bazı kriterler açısından başarılılar. Diktatör kendi dışındakileri “düşman” olarak tanımlıyor. Kürt siyaseti ise, “çözüm” diye bir çizgi çekmiş, bir yandan çok karmaşık ama kendi hesaplarına olağanüstü net!

Solun çizgisi ne?

Diktatörün normalleşme sevdasıyla alt edilemeyeceği görüldüyse, tarih örgütlü bir halk hareketine rol veriyor demektir. Bunu istiyorduk, hatırlıyor musunuz?



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör “Birgün gelecek, zaman bizim olacak, bizim!” proleter 0 4872 02.06.2014- 20:58
Konu Klasör Bu halk bizim, bu vatan bizim. abbas 5 5518 17.10.2014- 23:09
Konu Klasör Emek örgütlerinden 1 Mayıs açıklaması: 'Emek bizim, gelecek bizim!' melnur 1 433 30.04.2023- 00:21
Konu Klasör TKH ve seçimler üzerine... melnur 4 3806 20.04.2019- 02:22
Konu Klasör Bir kez daha seçimler ve solumuz üzerine... melnur 12 10383 22.06.2019- 10:34
Etiketler   Seçimler,   “bizim,   taraf”
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS