SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 18 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   9   10   11   [12]   13   14   15   >   son» 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 09.12.2014- 12:05


Evet, reel sosyalizm!-Metin Çulhaoğlu  

Resim Ekleme  

AKP karşıtlığı konusunda geniş ve sağlam bir mutabakat sağlanmış durumda.

“Asıl hedef sermaye düzeni olmalı, AKP bu düzen için sadece bir araç” diyenlerin sesi artık fazla duyulmuyor.

“Yaptıkları iyi şeyler de var” diye düşünenler hâlâ olsa bile bunu şimdi pek söyleyemiyorlar.

“Asker vesayeti”, “merkezi bürokratik elit” edebiyatı ömrünü doldurmuş gibi.

Evet, artık tam bir mutabakat var.

Dahası da var: İş neredeyse açık artırmaya binmiş gibi:

Siz “kötü” dediğinizde, “ne kötüsü, beterin de beteri” diyorlar.

“Rezalet” diyorsunuz, “Türkiye’yi geçtik, dünya ölçeğinde bir pespayelik” tespitiyle karşılaşıyorsunuz.  

“Dincilik”, “gericilik” gibi kavramlar da insanları kesmez oldu: “Adamlar resmen ve alenen şeriatçı kardeşim, var mı ötesi?”

“Dikta rejimi”, “otoriterleşme”, “totaliter demokrasi”, “teokratik düzen” dediğinizde el cevap: “Lafı hiç dolandırma, buna adıyla sanıyla faşizm derler…”

Şimdi, insanlar AKP lafını duyduklarında burunlarından solurken, AKP karşıtlığı bu kadar keskinleşip pekişmişken böyle bir kararlılığın üzerine limon sıkmak olur mu?

***

Limon nasıl, ne dendiğinde sıkılmış olur?

Bu keskin ve ödünsüz AKP karşıtlığı ortadayken tutup “sosyalizm” derseniz işe limon sıkmış olursunuz…

Böyle dediğinizde, AKP konusundaki net düşünceler bir anda bulanıklaşır. Önceleri kararlılık ifade eden gözler bu kez tereddüt kaçamaklarıyla yukarıya, havaya bakmaya başlar. Sıkılı yumruklar gevşeyip çözülür; eller, derin bir tefekkürün alameti olarak şakağa gider:

“Sosyalizm iyi de, tek ülkede olabileceğinin garantisi var mı?”

“Üretim paradigmasını sorgulamadan olur mu?”

“Ya bürokrasi tehlikesine karşı önlemler?”

“Sosyalizm de bir iktidarı öngörür; oysa bizlerin en başta iktidar kavramını ve pratiğini sorgulamamız gerekmez mi?”    

Bu durumda, sosyalizm gibi bir davası da olanlar ne yapacak?

Kalkıp bu insanlarla sosyalizm konusunda ağız dalaşına mı girecek?

***

Hemen söyleyelim: Bütün bunlar normaldir ve ortada bize, Türkiye’ye, Türkiye solcusuna özgü bir tuhaflık yoktur.

Sorun, ilk bakışta basit gelebilecek, ama aslında temel bir “metodoloji”   hatasından kaynaklanmaktadır. Hata şudur: Zamanında Marx’ın bile ayrıntılarına girmekten özellikle kaçındığı “mutasavver” (tasarlanmış) bir toplum düzeninden günümüze bakmak, bu düzene özgü “mükemmellikleri” bugünden aramaya başlamak…

Es geçilmesin; gerçekten “teorik” bir mevzudur: Evet, sosyalist mücadelede güncelliğe gelecekten, geleceğe ilişkin bir kurgudan hareketle müdahale edilir. “Devrimin güncelliği” ya da “iktidar perspektifi” denilen şey de budur. Gelgelelim, bu müdahalenin kalkış ya da çıkış noktası, toplumun “kapitalizmin doğum lekelerinden” arınıp kendi öz dinamikleriyle yol aldığı ileri evre olamaz.

Çünkü aradaki mesafe, günümüz gerçekliklerinin yarına bağlanmasını, yarının ölçülerinin ise bugünden karşılık bulmasını olanaksız kılacak kadar büyüktür.  

O zaman?

O zaman en iyisi Manifesto’ya bakmaktır.   Burada, “Tüm sermayeyi burjuvazinin elinden adım adım söküp almak” vardır; hemen ardından, yeni siyasal iktidarın alması gereken “on önlem” sıralanır.

Kuşkusuz, bunları güncellemek, günümüze ve Türkiye’ye uyarlamak gerekecektir.  

Ama özüne sadık kaldıkça ne yaparsanız, nasıl uyarlarsanız uyarlayın hiç de soyut ya da afaki kaçmayacaktır.

“Ne yani, sen şimdi ‘reel sosyalizm’ mi diyorsun?”

Evet, tam da öyle; çünkü siyasal iktidarın alınmasından başlayıp “ileri evreye” kadar uzanan, kapitalizmin doğum lekelerini henüz üzerinde taşıyan bir evreye verilebilecek ad ancak “reel sosyalizm” olabilir.  

Elbette “gerçek sosyalizm” anlamında değil; verili koşullarda var olabilecek, yaşayıp kendini geliştirebilecek, daha ileri evreye taşıyabilecek sosyalizm anlamında…

… diye düşünüyorum (bu da zamanın söylem tarzına uyulabildiğinin ve tartışmaya açık olunduğunun nişanesi sayılsın)



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 09.12.2014- 21:39


Yalnızlık güzellemesi
Orhan Aydın

Bu ülkenin solcuları, sosyalistleri her eyleme çıkışlarında sanatçıları yanlarında görmek isterler.

İmza kampanyalarında, eylem çağrıları için hazırlanan filmlerde, eylem kürsülerinde sanatçılar olmazsa olmazdır.

Sizler de bilirsiniz, mümkünse etimizden-sütümüzden yararlanmak için ne gerekirse yapılır!

Hani şahsen benim şu geldiğimiz günlere kadar bu durumdan şikâyetim filan olmadı.

Çağrılmadan gittiğim yüzlerce eylem var, öyle olmaya da devam edeceğim. Bunun insan olmanın bir gereği olduğunu da kimseyle tartışacak filan değilim.

Bu bardağın bizim açımızdan dolu tarafı, boş tarafında ise ülkem solcularının bizim yaşadığımız sorunlara ve düşmanlıklara karşı duyarsızlığı var.

Heykellerimiz yıkılır desteğe çağırırız 50 kişi gelir, salonlarımız yıkılır 150 kişi gelir, AKM ağlatılır 200 kişi gelir, yargılanırız 10 kişi gelir, sansür yeriz çıt çıkmaz, yasaklanırız ‘vah vah yazık’ denir, dövülürüz üç kişi ‘geçmiş olsun’ demez, sövülürüz susulur, şimdi ‘yok ediliyoruz’ diye yırtınıyoruz 200 kişi desteğe geliyor!

Vahim değil mi?

77 milyonluk ülkenin topu topu 10 bin sanat yaratıcısı var tamamı düşman ilan ediliyor, üretim alanları budanıyor, iç ediliyor, ötekileştiriliyor, yok ediliyor ama karşı duruş için destek vereni yok.

Yalnızca bu yüzden önümüzdeki süreçte, ‘nerde bu sanatçılar, aydınlar’ nutku atanların inanın artık hiçbir kıymeti yoktur, çünkü yanıtımız hazırdır: ‘Biz buradayız ya siz nerdesiniz?’

Bu bahis her açıldığında laf çeviren aymazlarımız da varlar, ‘her sanatçı desteğe gelmiyor, kovuklarından çıkmıyorlar siz kendinize bakın.’

Sanki ne yaptığımızı bilmiyoruz ve kimlerle yola çıktığımızın ayırdın da değilmişiz gibi dönüp biz suçlanıyoruz.

Hayır, bu böyle gitmemeli, buradan çıkış yok.

Ellerimizin içinden sökülüp alınan tüm değerler hepimizindir ve eğer hepimiz bu dipsiz kuyu da yok edilmek istemiyorsak, birlikte davranışın bir yolunu bulmalıyız.

Daha önce yazdım, bugünlerde Anadolulun dört bir yanında Birleşik Haziran Hareketi toplantıları yapılıyor.

Adaletsizlik, hukuksuzluk, eşitsizlik ve talan ve katliamlar için Haziran güzellemeleri ile dolu binlerce konuşma duyuyor, okuyoruz. Hiç kimse ama hiç kimse, sanat ve sanatçı düşmanlığını dillendirip ne yapılması gerektiğine ve aklı kuşatan faşizme karşı birlikteliği örmenin gerekliliğine değinmiyor, yazmıyor, çizmiyor.

Ne yapacak bu arkadaşlar söyleyeyim.

Kuruluş aşaması tamamlanacak ve sonra büyük etkinliklerle ‘biz buradayız’ diye ortaya çıkışı ilan edecekler.

Peki kimlerle?

‘Zorunlu destekçi’ olan bizlerle.

E öyle ya şarkıları kim söyleyecek, şiirleri kim okuyacak, afişleri kim yapacak, filmleri kim çekecek?

‘Örgütlenmiş cehalet en tehlikeli düşmanlıktır’ bilinir.

Ülkece fazlasıyla yaşıyoruz, ama doğru akılla örgütlenmemiş solun bundan ne farkı var?

Ne dersiniz, oturup bunu tartışalım mı, yoksa biz yalnız, siz yalnız bir kara aklın bataklığında dibe mi vuralım?

Sözü tüketmeyeceğiz evet ama bilinsin ki, günü gelecek bugün bizi yalnız bırakanlar geleceğin peşinden koşan çocuklarımıza hesap verecekler.

Resim Ekleme

* Kıymetlim Rasih Nuri İleri ağabeyim, sizinle aynı ırmağın sularında yıkanıp, aynı güneşin altında ısınmış olmaktan mutluyum.

Hiç ama hiç unutulmayacaksınız.

Söz verdiğimi yapacağım, duyduğunuzu bilerek sizi Nâzım yoldaşın şiirleriyle uğurlayacağım.

Selam olsun size ve bizlere bıraktığınız o ışıklı yola.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: dayanışma
Cevap Tarihi: 10.12.2014- 20:17


Anladın Sen Onu- Önder İşleyen

Haziran Hareketi, ülkenin dört bir yanındaki forumlarla Meclis kurma çalışmalarını sürdürüyor. Bin bir emekle yüzlerce ipek böceği kozası örülüyor, yürümeye hazırlanıyor.

Kelebeğin ömrü üç gündür derler ama kelebek kozaları kendini yeniden ürettiğinden doğadan hiç eksik olmaz. Haziran da öyle.

Hayatımızdan hiç eksik olmayacak, kendini yeniden üretebilecek ve çoğaltacak kozalarını örüyor.

Yüzlerce kelebek birlikte kanat çarpmaya başlıyor, hazırlanıyor!

***

O yüzden Haziran, bir umut ilkesine dönüştüğü oranda, devlet kayıtlarına ‘makul şüpheliler’ olarak kaydediliyor.

‘Zalimlerin köhnemiş düzenlerini başlarına yıkacağız’ cümlesi nedeniyle Haziran çağrısı yasaklanıyor. Böylece zalimler zalimliklerinin altına imza atıyor, Haziran’ın yola çıkış nedenlerini teyit ediyor.

Evet, onlar Haziran direnişinden öğrenerek hızlıca iç savaş pozisyonu aldılar. Yeni TOMA’ları, makul şüphelileri, silahlı gerici çeteleri ile hazırlıkların hızlandırıyorlar.

Haziran’ı yeniden üretecek yeniden üretildiği her yerde yeni Haziranlar yaratacak yürüyüşe karşı şimdiden önleyici müdahaleler gerçekleştiriyorlar.

***

Satılmış jurnaller gazete köşelerinde Haziran’a uyarılar yapmayı görev sayıyor. Hani bir TBMM var siz ne Meclisi kuruyorsunuz diyorlar!

Evet, siz anlamışsınız onu!

Bir Meclisiniz var. Çoğunluk diktasına dayanarak, diktatörün ağzından çıkanın onay merkezine dönüştürülmüş, faşizme geçişin aparatı haline getirilmiş bir Meclisiniz var sizin. Hırsızlıklarını akladığınız, her şeyi kendinize bağladınız bir Meclisiniz.

İşte o Meclisiniz var ya, sizin olsun. Tepe tepe kullanın.

Ama artık o çoğunluk diktasını tanımayanlar kendi Meclislerini kurmak için yola koyuluyor.

Dini tevekkülle, faşist baskılarla susturmaya, sesini kaybettirmeye çalıştığınız halk artık kendi söz ve karar hakkını bu Meclisler aracılığıyla fiilen hayata geçirecek.

Bundan gayrısını siz düşünün!

Rahatsızlığının farkındayız. Birkaç kelime daha söylemek de isteriz hakikaten. Ama şimdi burada Haziran’da, Bergama Forumu’ndayız. Arkadaşlar, fazla söze gerek yok, daha Ayşe Teyzenin narları toplanacak diyor. Bizimkiler geçen gün Bergama’nın köylerini gezerken Ayşe Teyze’nin narlarının dalda kaldığını görmüş, hani hep birlikte el atıp biraz toparlamışlar. Ama daha dalda narlar duruyor.

Yolumuz uzun...

Fazlasını merak edenler Abdülkadir Selvi’ye sorsun..



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 11.12.2014- 14:04


Çapulcuların Hasan Sabbah’laşması-Ender Helvacıoğlu  

Eğitim Şurası’ndan sonra Din Şurası da başladı ve Tayyip Erdoğan burada da bir açış konuşması yaptı. Son derece kışkırtıcı ve laiklik ilkesine savaş açan bir konuşma.

Atatürk’ün “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” sözüne gönderme yaparak “Akıl ve bilim tek çıkış yolu değildir” diye buyurdu. “Siyaset ilmin hizmetkârı olur” dedi ki, dincilerin “ilim”den “dinsel düşünce”yi kastettikleri bilinir. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması biçimindeki klasik laiklik tanımını “Yurttaşlık dini diye bir şey çıkardılar”, “Helvadan put yaptılar” gibi laflarla eleştirdi, kul ideolojisini savundu.

Bu konuşma, Türkiye halkının en az yarısının kırmızı çizgilerinin net bir ihlalidir. Bir savaş ilanıdır. Bir karşı-devrim yaşanıyor ve bu karşı-devrimin sözcüleri programlarını pervasızca açıklıyorlar.

Buraya kadarı bildik şeyler. Konuşmanın içeriğindeki çeşitli unsurları tek tek ele almanın, örneğin bilimsel düşüncenin yol göstericiliğini vurgulamanın veya laikliğin ne olduğunu tartışmanın fazla bir anlamı yok. Çünkü hem çeşitli platformlarda bunları çok yazdık ve konuştuk, hem de onlar savaş açtıkları şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorlar.

Erdoğan’ın konuşmasının asıl ilginç yönü, bu karşı-devrim programının uygulama aşamasına yönelik söyledikleridir:

- “Son derece zor bir süreçten geçiyoruz.”

- “Defanstan çıkın, ileri koşun. Ofansif olmanın zamanıdır.”

Erdoğan’ın pek de rahat olmadığı, kritik bir sürece girdiklerinin bilincinde olduğu, dolayısıyla kadrolarına rehavete kapılmamalarını, hatta “safları sıklaştırma”yı ve aktif olmayı öğütlediği anlaşılıyor. Henüz güçlüyken ve karşı taraf toparlanmamışken acil bir saldırı talimatı veriyor. Geleceğe ilişkin kaygıları ve acelesi vardır Erdoğan’ın. Bu konuşmanın hemen ardından, karşı-devrimin medyadaki temsilcileri de yazılarında benzer vurgular yaptılar.

Peki, kimden çekiniyor Erdoğan?

Ordudan mı? “Laik generallerin” bir gece ansızın omuz darbesiyle iktidarını alaşağı etmesinden mi korkuyor? Hiç sanmıyorum. Böyle bir ordu ortada gözükmüyor.

Parlamentodaki muhalefetten mi, CHP ve MHP’den mi? Ne gezer! Erdoğan, parlamentodaki lokum gibi muhaliflerine teşekkür etmelidir ancak.

“Paralel yapı”dan mı? “Küresel sermaye”den mi? Batılı emperyalistlerden mi? Hadi canım sende!

Aslında Erdoğan kendisini tedirgin eden gücü de konuşmasında açıkça söyledi: “Hasan Sabbah’larla üzerimize gelecekler.”

Kimdir bu “Hasan Sabbah’lar”?

Çocuğuna modern eğitim alacağı bir okul bulamadığı için telaşlanan anne-baba… Zeytinliği kesilmesin diye kendini ağaca zincirleyen köylü… “Fabrika vatandır, satılamaz” diye diklenen işçi… Özgür ve güvenli bir gelecek isteyen genç…

Yani sen, ben, biz, siz… 2013 Haziran’ında bir akşam ansızın ayaklanan halk!

Erdoğan’ın uykularını kaçıran olasılık Haziran’ın bu kez örgütlü bir biçimde sokağa çıkmasıdır.

Dikkat edilirse, Erdoğan eskisi gibi “çapulcular” dememiş, Hasan Sabbah’lar demiş. Korkusu çapulculardan değil Hasan Sabbah’lardan…

Ama gerek karşı-devrimciler gerekse biz devrimciler, iki taraf da, halkın henüz “Hasan Sabbah’lar” kıvamında olmadığını biliyoruz. Henüz “çapulcu”yuz; mesele çapulcuların Hasan Sabbah’laşması.

Erdoğan’ın acelesi ve telaşı bundandır; halk henüz Hasan Sabbah’laşmadan keskin virajı almak peşindedir. “Allah’ını seven bir an önce ofansa gelsin!” diye bağırması bu yüzden.

***

Peki, halkın öncüsü olma iddiasında bulunanlar ne yapmalıdır?

Erdoğan korkmakta haklı. Hiç olmadığı kadar güçlüyüz bugün. Sosyalistler ve devrimci öncüler hiç olmadığı kadar geniş güçlerle birleşebilirler bugün. Öte yandan bu mücadelenin önderliğini yapmak ve arzu ettiğimiz yönelimi vermek için de büyük fırsatlar var ve toplumsal koşullar uygun.

Halkın moralinin bozuk olduğu söylenerek itiraz edilebilir. Doğrudur, ama halkın moralinin bozulmasının nedeni karşı-devrimin saldırıları değil, bu saldırıya karşı saflarında kararlılıkla mücadele edebilecekleri güvenilir bir örgütlülüğün henüz oluşmaması. Halk kendiliğinden çapulculaşır belki, ama Hasan Sabbah’laşamaz.

Parti, cephe, birlik, hareket… kırk çeşit örgüt kurduk dağıttık. Örgüt konusunda engin bir deneyimimiz var. Cesaret desen, o da fazlasıyla var. Kritik mesele hangi mevzide örgütleneceğimiz. En az karşı-devrimin kurmayları kadar, nereye yığınak yapılması gerektiğini bilmemiz.

Yığınaktaki hata savaşı kaybettirir. Mücadele hangi mevzide veriliyor? Kafamız karışıksa Erdoğan’ın konuşmasına bakalım. Karşı-devrim nereye saldırıyorsa kritik mevzi oradadır.

Ya bağımsız, özgür, aydınlık, laik bir Emekçi Cumhuriyeti ya da emperyalizmin taşeronu bir “Kullar Monarşisi”.

Bu mevzide yığınak yapan Hasan Sabbah’lar, arkalarında milyonlarca fedai toplanacağını göreceklerdir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 12.12.2014- 11:39


Haziran: AKP'nin miladı
Aydemir Güler


2013 Haziran'ı önemliydi.

Tayyip Erdoğan arada hiç böyle bir şey yaşanmamış gibi davranıyor olabilir. Hakikaten de adamın Taksim'e Topçu Kışlası/AVM dikme kararını ilan ederkenki efelenmesiyle “Osmanlıca öğrenmenize karar verdik” deklarasyonu üslup, vurgu ve kalıplar itibariyle aşağı yukarı aynıdır. Kemal'in soL portalda başlıktan dediği gibi sonuç da benzer olacak: Bu iş patlayacak...

Ben de daha önce yazdığım noktadayım: Haziran Direnişi olduğu gibi tekrar edecekse hiç olmasın!

İsterseniz şöyle de diyebiliriz: Eğer ders alınmayacaksa ve hayatınız o dersler doğrultusunda değişmeyecekse, yaşananlar “deneyim” sayılmaz. Hiç yaşanmamış kabul edilebilir. Bu durumda söz konusu olayın, ilerde tarihçilerin bile dikkatini çekmeyecek kadar önemsizleşeceğine emin olabilirsiniz.

Haziran Direnişinin tarihe nasıl geçeceği sorusunun yanıtı kendinde gizli değil. Bu sorunun “objektif” bir yanıtı yok. Ne olacağına, nasıl yazılacağına bugün biz karar vereceğiz. Dersimizi çıkarıp hayata geçireceğiz ve Haziran Direnişini yaşanmış kılacağız.

Ya da patlama Erdoğan'ın kontrolünde gerçekleşecek.

İkincisi daha küçük bir olasılık, bana sorarsanız. Bir kere, biz varız ve bu işi yaparız!

Ayrıca, Türkiye AKP düzenine sığmamaya, sığmadığını kanıtlamaya devam ediyor...

Varsın, Erdoğan ve arkadaşları bir şey olmamış gibi davransınlar. Aslında onların dünyasında da çok temel bir farklılık var.

*           *           *

Bunlar özellikle 2011 seçimleriyle birlikte geri dönülmez bir noktaya ulaştıklarına inandılar. Daha önce mücadeleler vardı. “Ergenekon” direniyordu (!) mesela. Ergenekon'u tırnak içine alıp direnişlerinin de sonuna parantez içinde bir ünlem koymak kaydıyla elbette. Çünkü ne öyle bir şey vardı, ne de direndiler. Kendilerini iktidarda zanneden, ama dünyayı, bölgeyi, memleketi anlayamayan bir kalabalıktan söz edilebilirdi yalnızca...

Ama akademi, yargı, medya... daha düşmemişlerdi ve AKP'yi çelmeleyebiliyorlardı.

Sonra Davutoğlu'nun tuğla kitabından da görülebileceği gibi, AKP emperyalizmi anlamıyordu bir türlü ve bunun sonucunda ne zaman okşanıp ne zaman sopalanacağını kestiremiyordu. Yalvar yakar olmuşlardı önce; Erdoğan bir dediğini ertesi gün yalayıp yutmak zorunda kaldı yıllarca. Suriye'ye arkadan itilmiş, üç beş ay sonra savaş suçları mahkemesi tehdidi paçalarına yapışmıştı!

Ve kriz. Önceki yılların büyümesini, refahını silip süpüren kriz...

21. yüzyılın ilk on yılı tamamlanırken AKP havlu atamayacak kadar suça batmıştı. Geri dönüşü yoktu artık. Ya iktidarın bütünü ya hapis, sürgün...

AKP 2011 seçimlerinde bunu kırmıştır. Muhalefet “biz adam olmayız” deyimine geri dönmüşken Erdoğan'ın ağzından çıkana samimi biçimde inanmaması için bir neden olabilir miydi? “Ne yaparsanız yapın, biz karar verdik” derken ne mahkeme kararının, ne sokaktaki insanın sökmeyeceğine inanıyordu. 12 Eylül generallerinin memlekette bir daha solcu yeşermeyeceğine, hatta eski partilerin geri dönemeyeceğine inanmalarından daha fazla dayanakları vardı Erdoğangillerin!

*           *           *

Şimdi mevsimlerden Haziran sonrası; ve aynı topluluğun inanarak konuştuğuna inanmak imkansızdır. Türkiye böylesine hayal dünyasında yaşayanlarca yönetiliyor olamaz. Bunlar o sokağa dökülen on milyon kişinin göç ettiğini, hapse konduğunu, tövbe ettiğini falan düşünüyor olamazlar. Bu kadarını düşündürtecek bir uyuşturucu madde icat edilmedi daha! Hem olsa bile, o kafayla veya öyle bir hayal dünyasıyla bakkal dükkanı bile çalıştıramazsınız. Bunlar ülke yönetiyorlar.

Hayır. Erdoğan'ın Haziran öncesi efelenmesiyle Haziran sonrası efelenmesi arasındaki benzerlikler biçimseldir. Birinciye “ezer geçeriz, gıklarını çıkaramazlar” tezi yön veriyordu. Şimdi kaçınılmaz patlamayı provoke etmek, engellenemez hesaplaşmaya inisiyatifi elde tutarak girmektir emelleri.

Başarılı olurlarsa eğer, Haziran yaşanmamış olur.

Haziran Direnişi halkın ve solun yaşamını değiştiren bir girdi olacaksa, o halde şu kaçınılmaz dediğim hesaplaşmada taraf olmaya bakacağız.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 13.12.2014- 18:26


Birleşik Haziran Hareketi   AKP'ye karşı birbirinden kopuk muhalefeti açıkladığı ilkeler yönünde biraraya getirmeye çalışıyor, kuyrukçular bu hareketi kürt hareketine karşı ortaya atılmış örgütlenme olarak gösteriyorlar. Bu adamların akıllanacakları yok. Türkiye'de solun biraraya gelmesi ve halkı örgütlemeye çalışması en acil bir görevken buna bile karşı çıkmaları sosyalist mücadeleden koptuklarını gösteriyor. Onlar karşı çıksınlar, Birleşik Haziran Hareketi yürümeye devam etsin. Sol çıkardıkları el ilanında ne güzel yazılmış:
Gericiliği ve Faşizmi Yeneceğiz!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 14.12.2014- 11:07


Haziran Hareketi ve mekana dair ödevler-Esra Sert  


“Zor, yeni bir topluma gebe olan her eski toplumun ebesidir.”[1]

Zor gücü kullanımıyla ayakta tutulmaya çalışılan bir işleyişin içindeyiz. Öyle ki düzenin uygulayıcıları cephesinden bakıldığında herhangi bir şeyi gerçekleştirmek için, örnek olsun bir binayı inşa etmek, bir yerden bir yere ulaşmak ve bir ağacı kesmek için kolluk kuvvetine, gaz kapsüllerine, gücünüz yetiyorsa gelin, engelleyin şımarıklığına artan bir biçimde ihtiyaç duyuluyor. Yukarıda Kapital’den alıntıladığım “zor”un bu topraklarda da bugün yeni bir toplumun bir anlamda muştucusu olduğunun altını çizmek gerekiyor. Söz konusu zorun en yakıcı örneklerinin önemli bir kısmı kent peyzajına dönük müdahalelerde karşımıza çıkıyor ve beraberinde yeni bir toplum bilinci ve arzusunu da müjdeliyor. Tam bu noktada söz konusu bilincin nüvelerini dikkate almak ve doğru kanala odaklamaya yardımcı olmak konusunda Birleşik Haziran Hareketi’ne ödevler düşüyor.                      

Bizler, Türkiye nesnelliğinde özellikle AKP ile anılan dönemle birlikte, kentlerin çok hızlı, yoğun ve radikal bir biçimde talan ve tahribine tanıklık ettik. Kapitalist Türkiye’nin kentsel dönüşüm uygulamasının bugün ulaştığı nokta, nefes alınacak yaşanabilir şehirlerin emekçi sınıflar açısından giderek daralan sınırlarının kavranmasını dayatıyor. Şehir ölçeğinde bugün yürüttüğümüz kentsel mücadelelere sebep olan maddi zeminin tarihi kapitalizmin tarihi kadar eski. Öte yandan tahribatın yakıcılığının katmerlenerek arttığını, çeşitli açılardan bugün artık belli bir eşiğe gelindiğini söylemek yanlış değil. Türkiye’deki sol/sosyalist mücadele tarihinde son birkaç yıldır şehir ölçekli karşı koyuşlar ile ilgili hareketliliğin dikkate değer oranda artmasının belli nedenleri var. Söz konusu sorunların yakıcılığının tek tek yaşamlarımızda, kolektif etkinliklerimizde daha fazla hissedilmesi,halk nezdinde tutunulacak en naif mücadele biçimi olarak algılanması ve gösterilen karşı koyuşun, öfkenin kamusal alanda da görünür olmasını başlıca nedenler olarak sıralayabiliriz.

Güncel sol/sosyalist karşı koyuş pratiği açısından, “..bujuvazinin mekana hakimiyetindeki zaaflar göz önünde bulundurulduğunda, toplumsal iktidardan önce düzenden ‘mekan koparmak’ mümkün görünmektedir”[2]. On yıl önce yapılan bu tespitin anlamı Haziran’dan sonra ve bugün Birleşik Haziran Hareketi ile dikkate değer bir niteliğe bürünüyor. Hatta bugün “mekan koparma” eyleminin kendisi olanaklı olmanın ötesine geçen, gerçekleşen, neoliberal ve İslami muhafazakar hegemonyayı ciddi boyutlarda sarsıcı, ilerici özellikler taşıyan ve aydınlanma mücadelesinin parçası olan çok önemli bir kavga konusu haline geldi. Kamusal alan mücadelesinde Kuzey Ormanları, Haliç Tersanesi, Validebağ Korusu, Akün ve Şinasi Sahnesi, Haydarpaşa başlıkları ve daha nice tehdit altındaki ortak değer ve mekan kolektif, örgütlü ve bütüncül mücadeleyi bekliyor.

Birleşik Haziran Hareketi’nin temsil ettiği topluluk bağlamında kentsel karşı koyuşlar açısından birincil hedef ve sorumluluk, kentsel ve kırsal peyzajda mekana ve müştereklerimize dair sorunların hem birbiriyle hem de daha genel ölçekte işçi sınıfı sorunları ve mücadelesi ile bağının görünürlüğünü artırmak. Bunu yaparken hem daha fazla pratiğe hem de sosyalist mücadele açısından mekana dair bütüncül olarak örülmüş teorik bir çerçeveye ihtiyaç bulunuyor.

Özetlersek, tarih boyunca değiştirdiğimiz, değiştirirken birlikte dönüştüğümüz “kent mekanı”, kapitalizm tarihindeki en şiddetli dönemini yaşıyor ve Birleşik Haziran Hareketi için de çok özel uğraklardan birisini oluşturuyor. Bugün şehir ve mekanın sol/sosyalist mücadele açısından yadsıyamayacağımız bir önemi var ve bu bir tesadüf değil. Tarih boyunca iyiye, güzele ve yaşanılası olana dair yönelimlerin hepsinde mekan önemli bir yer tuttu ve bundan sonra da böyle olacağa benziyor.



[1]Karl Marks, Kapital 1. Cilt, YordamKitap, s.719.


[2]MetinÇulhaoğlu, SınıfOluşumuveBüyük Kent Mekanı: Güncel Durum veOlasılıklar, Gelenek 80, 2004



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 15.12.2014- 12:12


Saflaşma, cepheleşme, hesaplaşma
Aydemir Güler



AKP, 2013 yazında “kendiliğinden halk hareketini”, izleyen kış aylarında Cemaati, 30 Mart ve 10 Ağustos'ta da diğerlerini yenip meseleyi kapattığını düşünmüyor... Öyle olsa bu gerginliğe sokar mıydı ülkeyi? Kendileri de gerginler, belli.

Hayır, AKP nihai hesaplaşmanın yaşanıp tamamlanmadığını gayet iyi biliyor. Kontrollü bir tasfiye süreci tasarlamaya çalışıyor olmalıdır. Toplum mühendisliğinin sonu yok! Hayata geçirdikleri tasarımın eşyanın doğasına uymamasının yarattığı sonuçları bile tasarlayacaklar, akılları sıra.

Tasarlayamayacaklar. Bizim iddiamız bu olmalıdır. Dayanağımız ise asıl toplum mühendisliğinde de başarısız olduklarıdır. Ülkemizdeki gericileşmenin AKP modelinin oturması biçiminde varacağı bir son nokta yok, olamaz. Bu süreç çökecek.

Neyse; bunu göreceğiz. Bakıp da değil, mücadele edip de göreceğiz.

Yukarıda yazdığım şundan önemli. Her gündelik mücadelenin bir “tarih tezi” olur. Türkiye'de sol, AKP'nin memleketi, buraya kadarki kırılma ve patlamalarla dönüştürdüğü, dönüştürmeyi başardığı kabulünden yola çıkarak sağlıklı ve sonuç alıcı bir gündelik mücadele veremez. Böyle bir yaklaşım bizi “onur mücadelesi”ne götürür. Onur önemlidir kuşkusuz. Ama yalnızca onurunu kazanmak için kitlelerin ödemeyi göze alacakları bedelin sınırı olur. Adı üstünde, bu bir aydın tavrıdır.

AKP buraların organik unsuru, doğal sonucu değildir. Yapaydır, bir urdur ve yapı bu uru atacak!

Saraydan bakıldığında hesaplaşma, İkinci Cumhuriyeti hâlâ benimsemeyenlerin burnunun sürtülmesiyse, sokaktan bakıldığında Türkiye'nin halkın dediğine, hissettiğine gelmesidir.

Bunun tek bir moment mi yoksa bir çatışmalar zinciri mi olacağını bilemeyiz. Müneccim değiliz.

Ancak bilmemiz, ayırt etmemiz gereken şey hangi güçlerin nerede konumlanacağıdır. Pazar operasyonuna konu olan Gülen tayfası, hesaplaşmanın içinde, neredeyse göbeğinde. Bizim cepheleşmemizdeyse yerleri yoktur.

Bunlar kontradır. Gericiliğin dik alası bunlardadır. Emperyalizm yardakçılığında Erdoğan'ın eline su dökecek kimse varsa, tam da bunlardır. Saçmalamaya gerek yok. Haziran direnişinde AKP'ye el uzattıklarını, omuz verdiklerini unutmayız.

Hesaplaşma mı? Evet, içinde olacaklar. Kimse dışında durmayacak ki. Herkes kendisine ait bir ülke tasavvuru olsun olmasın, büyük kapışmadan elindeki kozları güçlendirmiş olarak çıkmaya bakacak.

Hesaplaşmaya bir dizi saflaşmayla gidilecek. Solun bu yobaz takımıyla tutacağı saf yoktur. Solu bunlarla saflaşmış gibi gösteren CHP Genel Merkezine en küçük hoşgörü gösterilmemelidir. Kılıçdaroğlu-Gülen ittifakı çirkin ve aptalcadır.

Sadece bunlar değil. AKP'nin sermaye sınıfı içinde malum bir kesimle bütünleşmesinden yola çıkılarak örneğin TÜSİAD'la aynı safta buluşma merakına kapılmasın kimse. Divan Oteli Koç'tur, kabul. Ama savunma sanayine neredeyse damga vuran da Koç'tur!

Hesaplaşma tek bir ana volkan patlaması mıdır, yoksa irili ufaklı sarsıntıların toplamı ve birikimi mi, bilinmez dedim. Doğru saflaşma enerji biriktirir. Yanlış saflaşma öğütür, tüketir.

İtiraf etmek durumundayız. Türkiye'de Haziran direnişinin açığa çıkardığı halk hareketi veya potansiyel, her kavşakta nereden devam edeceğini durup yeniden düşünmek zorunda olan bir kalabalıktır. Bu kalabalık politik yolunu üç aşağı beş yukarı kestirebilecek nitelikte değilse halk hareketi adlandırmasını hak edemez.

Kestirim için örgütlenme gerekir. Hareketin örgütlenmesi. Hareketi tarikat tuzağına, CHP'ciliğe, geçen yıl bu ikisinin ittifakına denk düşen lümpen “bas geç”çiliğe, AKP'nin stratejik müttefiki haline gelen Kürtçülüğe karşı uyaran bir örgütlenme...

Günümüz Türkiye'sinde bunun bir siyasi önderlik olarak değil bir cepheleşme biçiminde somutlanması gerektiği açıktır. Birleşik Haziran Hareketi budur.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 18 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   9   10   11   [12]   13   14   15   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Birleşik Haziran Hareketi’nin geleceği denizcan 5 3774 24.12.2014- 12:14
Konu Klasör Haziran Hareketi kuruluyor, ya sonra? denizcan 2 3428 22.12.2014- 13:56
Konu Klasör 15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi proleter 1 4023 15.06.2015- 15:53
Konu Klasör Birleşik Haziran Hareketi Toplanıyor denizcan 1 4057 26.12.2014- 20:02
Konu Klasör 'Haziran Hareketi kurucu bir iradedir' dayanışma 0 2560 17.02.2015- 14:40
Etiketler   Birleşik,   Haziran,   Hareketi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS