SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 10 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   2   3   4   [5]   6   7   8   >   son» 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proletersosyalist
Cevap Tarihi: 23.12.2014- 20:26


Alıntı Çizelgesi: Kaçak yazmış

Alıntı Çizelgesi: proletersosyalist yazmış

Marks'ın toplumsal süreçlerle ilgili açıklamalarını şematize edenler Marks'ın batı özelinde yaptığı feodal toplum analizlerini birebir dünyanın diğer bölgelerinde de görmek isteyenler ve eğer birebir aynı benzerliği görmezlerse bu coğrafyada feodalizm yaşanmadı diyenlerdir.

Altyapı bakımından Osmanlı üretim tarzıyla Avrupa da ki üretim tarzı çok farklı değil.Her ikisinde de üretim güçleri toprağın ufak ölçüde ve ilkel işlenmesine dayanır.Üretim ağırlıklı olarak pazar için değil kişisel ihtiyaçlar içindir ve ufak aile işletmelerinde yapılır.Bu ufak işletmeye Türk çiftçisi tapuyla tasarruf etmekte ve tasarruf hakkı çocuklarına da geçmektedir.Üretim güçlerinin ulaştığı düzey,Batı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de köylünün tam özgürlüğüne imkan vermemektedir,köylünün toprağa bağlılığı esastır.Toprağa bağlılık ekonomik baskının dışında ekonomik olmayan çeşitli zorlamalarla da sağlanmaktadır.Bu bakımdan da Avrupa'nın serf'i ve Türkiye'nin reayası arasında çok fazla fark yoktur.Yani görmekteyiz ki;serf de reaya da toprağa bağımlıdır ve her ikisinin de ürettiği ürünün bir kısmı arazi sahibi tarafından alınmaktadır.Sömürüye dayalı bir sınıfsal düzenden bahsediyoruz.Ürünün bir kısmına el koyan arazi sahibinin Avrupa da senyör,Türkiye de devlet ve devletin temsilcileri olması üretim tarzının bu karakterini değiştirmez.

Üstyapı neden Avrupa'dan farklı derseniz bunun da cevabı basit:Osmanlı'nın fetihçi karaktere sahip bir devlet olması ve uluslararası ticaret yollarının üzerinde bulunduğu için bu yolların güvenliğini sağlamak zorunluluğu nedeniyle güçlü bir merkezi devletin bulunması zorunluluğu.Ayrıca büyük şehirlerin beslenmesi sorunları da bu merkeziyetçiliği zorlayan bir başka faktör.Nitekim Batı'da da şehirlerarası ticaret güçlenip,milli pazarlar oluşmaya başlayınca feodallerin egemenliği zayıflamış,merkezi devlet güçlenmiştir.Osmanlı da ise,başından beri uluslararası ticaret yolları üzerinde bulunulduğu için zorunlu olarak merkezi bir devlet örgütlenmiştir.




marks'ı şematize edenlerin tümü neden sadece "bizde feodalizm yaşanmadı" diyerek şematize etsin ki, bir kısmı da orasını burasını kırpıp bükerek feodalizm kutucuğuna sığdırmaya çalışanlardandır. şematizasyon neden sadece bir ucu kapsasın?

feodalizmi ayrıntılı olarak bu başlık altında tartışmak doğru olmaz ama kısaca şunu belirteyim: feodalizm yereldeki küçük krallıklar ve bir de içe kapalı ekonomi demekse, bunun sebebini ticaret yollarıyla değil, küçük yerelliklere imkan veren coğrafî ve tarihî   şartlara bağlamak daha makul olur. merkezin güçlenmesi ile feodallerin zayıflaması ters orantılı. avrupa'daki küçük devletçikler bu sürecin sonunda güçlenerek ve feodalizmi tasfiye ederek çıkıyor. merkezdeki krallar giderek zenginleşen burjuvaziyle işbirliği bile yapıyor bu nedenle. güçlenip tüm ülkeye hâkim olunca da feodalizmin tasfiyesi kaçınılmaz ve mümkün oluyor.

bizdeyse osmanlı devletinin merkezî yönetimi başından itibaren güçlü durumlara geldi. beylik idi ama kısa sürede diğer beylikleri tasfiye edebildi. fetihçiliği de bu merkeziliğinin verdiği güçle mümkün olabildi.

bizde köylülük toprağa batı'daki gibi mahkûm değildi. toprağın sahibi de sipahi beyleri değil, osmanlı devletiydi. osmanlı devletinin üretime ve dağıtıma karışan kapsamlı bir örgütlenmesi vardı. köylülüğün artı ürününe devlet el koyuyordu ve bu da sömürüydü elbet, ama feodal sömürüden farkı, bunun doğrudan merkeze gitmesi idi.

köylülüğün toprağa batı'daki gibi bağlı olmamasına kanıtımız da sürekli yaşanan göçlerdir. istanbul ve diğer önemli şehirlere sürekli göç hareketleri olmaktaydı. batı'da şehirler ancak kapitalizmin hakimiyetinden, feodalizmin çözülmesinden sonra kalabalıklaşmaya başlarken, bizde başından itibaren, yaşanan göçlerle şehirler büyümüştür. mesela istanbul, yüzyıllardan beri büyüyen bir şehirdir.

marks, avrupa'daki kaba ve şematik marksistleri görüp okudukça "ben marksist değilim" demişti. bizdeki kabanın da ötesi yarı-cahil marksistleri (yorum2006 benzerleri) görseydi, kemik çatırtıları arasında "ben marks da değiliiimmmm!!!" diye inlerdi. :)

çünki bizdeki yarı-cahil ve tam kaba marksistler, krallıkla, monarşiyle yani, feodalizmi, feodalizmle de ortaçağı eş sanıyorlar. (bakınız yorum2006'nın yukarıda alıntıladığım mesajına.) osmanlı'yı feodal ilan etmiş ve osmanlıcayı ortaçağ'la eşdeğer saymış.

düşünmüyor ki osmanlıca denilen dil 19. yüzyıl sonuna kadar gelmiş. en ağdalı hâline bu son döneminde ulaşmış. ortaçağ'la ne ilgisi var? avrupa'da feodalizm yıkılalı ve tasfiye olalı birkaç yüzyıl geçmiş. yeniçağ'a girilmiş, çıkılmış, yakınçağ'a girilmiş, çıkılmış; bizim kaba solcularımız, içinde olduğumuz 21. yüzyılda bile türkiye'de hâlâ feodal kalıntılar olduğu palavrasını sıkabilecek kadar cesur. bilmediğini de bilmiyor ve bol keseden sallıyor.

kendi dili işte!.. ama inatla diretiyor. istememmm... olmazzz.... ataları da "istemezük" derdi. işte "osmanlıca"sı: "istemezük", işte türkçesi: "istemeyiz".

buna itiraz ediyoruz. kendine yabancılaşmışlıktır bu. acımız ve isyanımız da bunadır.

bu sadece dil alanında değil, tabii ki tarihe bakışına da yansıyor. osmanlı başka bir milletti, türkiye başka bir millet! bunlara göre...

birisi başka bir forumda soruyordu, neden 1920'deki tkp türkiye adını almış da osmanlı adını almamış diye. düşünebiliyor musunuz!

bu topraklara ve osmanlı'ya 11. yüzyıldan beri batı'da türkiye dendiğini bilmiyor tabii. bilmiyorlar.

uzun uzun anltamya çalışmıştım, örnekler arayıp bulmuştum; osmanlı devleti hayattayken var olan ve adında türkiye olan partilerden örnekler sunmuştum.

ikna olmuş muydu derseniz, çok "direngen"di. asla pes etmedi. :)






Siz feodalizmi sadece üst yapı bağlamında yorumlayıp küçük krallıklardır diyorsunuz ama Marksistler için belirleyici olan altyapıdır.Dolayısıyla biz feodalizme önce bir üretim tarzı olarak yaklaşırız.Bu açıdan yaklaştığımızda Avrupa da ki ve Osmanlı da ki üretim tarzı birbirinden çok büyük farklılıklar içermiyor.Her ikisinde de üretim güçleri toprağın ufak ölçüde ve ilkel işlenmesine dayanıyor.Üretim ağırlıklı olarak pazar için değil kişisel ihtiyaçlar için ve ufak aile işletmelerinde yapılıyor.Her ikisinde de toprağa bağlılık esas ve bu dayatma sadece ekonomik zorla değil başka bir takım zorlamalarla da yapılıyor.Siz mesela köylü ekonomik olarak toprağa bağımlı değildi demişsiniz,bu bence gerçekçi bir yaklaşım değil.Evet Osmanlı uluslararası ticaret yolları üzerinde bulunduğu için daha kalabalık şehirlere sahipti ve bu şehirlerde mutlaka köyden göç edenler de var ancak bu olgu feodal üretim tarzının hakim olduğu bir çağda toprağa bağlılığı tamamen yok etmez.Ona bakarsak Avrupa'da da az çok şehire,başkentlere kaçanlar var ama ekonomik yapıdan dolayı bu Osmanlı'ya göre çok daha az.Ayrıca sipahilerin kaçan köylüleri geri getirmek gibi bir zorunluluğu da vardı tıpkı batıdaki senyörler gibi.

Dediğim gibi Marksistler için belirleyici olan altyapıdır ve her iki sistemde de küçük üreticinin artı değerinin sömürüldüğünü görüyoruz.Birinde yerel organ ağırlıklı olarak sömürüyor ama bu merkezin hiç sömürmediği anlamına gelmez diğerinde merkez ağırlıklı bir sömürü var ama bu yerelin hiç sömürmediği anlamına gelmiyor.Dolayısıyla üretim tarzının aynı olduğu ama coğrafi şartlar,devletin yapısı,ticaret yolları üzerinde bulunma gibi çeşitli nedenlerle sömüren mekanizmanın belli ölçülerde farklılık içermesi yani üstyapıdaki zorunlu farklılıklar nedeniyle Osmanlı da feodalizm yoktu demek diyalektiği anlayamamaktır.Osmanlı merkezi feodal bir devlettir.Osmanlı da feodalizm yoktu diyenler genelde karşı tarafı da Marksizmi dogmatik bir biçimde algıladıkları yönünde eleştirir ama diyalektiğin en elemanter iki unsuru olan zaman ve mekandan,mekan kavramını önemsemeyerek ve birçoğu Marks'ın doğuyu anlamak için yetersiz bir çalışması olan asya tipi üretim tarzına dayanarak asıl dogmacı tavırı kendileri sergilerler.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Kaçak
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: Kaçak
Cevap Tarihi: 24.12.2014- 10:08


Alıntı Çizelgesi: proletersosyalist yazmış

Siz feodalizmi sadece üst yapı bağlamında yorumlayıp küçük krallıklardır diyorsunuz ama Marksistler için belirleyici olan altyapıdır. Dolayısıyla biz feodalizme önce bir üretim tarzı olarak yaklaşırız.Bu açıdan yaklaştığımızda Avrupa daki ve Osmanlı daki üretim tarzı birbirinden çok büyük farklılıklar içermiyor.Her ikisinde de üretim güçleri toprağın ufak ölçüde ve ilkel işlenmesine dayanıyor.Üretim ağırlıklı olarak pazar için değil kişisel ihtiyaçlar için ve ufak aile işletmelerinde yapılıyor.Her ikisinde de toprağa bağlılık esas ve bu dayatma sadece ekonomik zorla değil başka bir takım zorlamalarla da yapılıyor.Siz mesela köylü ekonomik olarak toprağa bağımlı değildi demişsiniz,bu bence gerçekçi bir yaklaşım değil.Evet Osmanlı uluslararası ticaret yolları üzerinde bulunduğu için daha kalabalık şehirlere sahipti ve bu şehirlerde mutlaka köyden göç edenler de var ancak bu olgu feodal üretim tarzının hakim olduğu bir çağda toprağa bağlılığı tamamen yok etmez.Ona bakarsak Avrupa'da da az çok şehire,başkentlere kaçanlar var ama ekonomik yapıdan dolayı bu Osmanlı'ya göre çok daha az.Ayrıca sipahilerin kaçan köylüleri geri getirmek gibi bir zorunluluğu da vardı tıpkı batıdaki senyörler gibi.

Dediğim gibi Marksistler için belirleyici olan altyapıdır ve her iki sistemde de küçük üreticinin artı değerinin sömürüldüğünü görüyoruz.Birinde yerel organ ağırlıklı olarak sömürüyor ama bu merkezin hiç sömürmediği anlamına gelmez diğerinde merkez ağırlıklı bir sömürü var ama bu yerelin hiç sömürmediği anlamına gelmiyor.Dolayısıyla üretim tarzının aynı olduğu ama coğrafi şartlar,devletin yapısı,ticaret yolları üzerinde bulunma gibi çeşitli nedenlerle sömüren mekanizmanın belli ölçülerde farklılık içermesi yani üstyapıdaki zorunlu farklılıklar nedeniyle Osmanlı da feodalizm yoktu demek diyalektiği anlayamamaktır.Osmanlı merkezi feodal bir devlettir.Osmanlı da feodalizm yoktu diyenler genelde karşı tarafı da Marksizmi dogmatik bir biçimde algıladıkları yönünde eleştirir ama diyalektiğin en elemanter iki unsuru olan zaman ve mekandan,mekan kavramını önemsemeyerek ve birçoğu Marks'ın doğuyu anlamak için yetersiz bir çalışması olan asya tipi üretim tarzına dayanarak asıl dogmacı tavırı kendileri sergilerler.



evet, marksizme göre ve materyalizme göre belirleyici olan altyapıdır. feodal üretim tarzı, toprağa bağlı kölenin (serf) artı-emeğine, artı-ürününe toprak sahibi feodal tarafından kısmen zorla el konulmasına ve pazar için değil, dışa kapalı iç ekonomi için üretim yapılmasına dayanıyor. küçük ölçekli üretim yönü ise şeklî bir konudur.

eski köleci düzende de köle emeğine zorla el konulması söz konusuydu ama feodalitenin ondan farkı, üzerinde yaşadığı topraktaki üretimden köleye pay ayrılmasıdır. köle, ya üründen pay alarak, ya da kendisi için ayrı çalışma zamanı ayrılarak, üretim sürecinden paydaş yapılır. dolayısıyla daha fazla içselleştirir ve sahiplenir.

bu üretim tarzı ile elbette osmanlı düzeni ve atüt arasında ortak noktalar bulunabilir. sonuçta artı emeğe ve artı ürüne el koymanın çeşitli biçimleri olur. el koyan devlettir veya yerel feodaldir. altyapı düzeyi açısından bu pek de önemli değildir. buna göre hepsini ortak bir isimle ele alabiliriz.

peki böyle mi yapmalıyız. "en son belirleyici altyapıdır" ilkesine uyarak sadece altyapıya mı bakmalıyız? bu marks ve engels'in "bizim bütün yaptığımız en son kertede asıl belirleyicinin maddî ilişkiler ve üretim tarzı olduğunu göstermek olmuştur; bundan ötesi kaba materyalizme girer" mealindeki sözleri kapsamına girer.

benzetme yapacak olursak; geçmişteki reel sosyalist ülkelerdeki üretim tarzı da bildiğimiz   kapitalist pazar ekonomisine dayalıydı. işçi sınıfının artı değerine el konulmasına ve pazar değeriyle ülke ekonomisine sunulmasına dayanıyordu. sosyalist ülkelerde kamu yararına devlet sübvansiyonları ile bu durumun dışına çıkılıyordu ama esas değişmiyordu tabii.

bu durumda, sırf üretim tarzına bakarak eski sosyalist ülkeleri de kapitalist mi sayacağız? şimdiki küba'yı veya vietnam'ı da kapitalist mi göreceğiz? öyle yapamayacağımız açık.

dolayısıyla, tanımlarken dış özelliklerine ve üstyapı kurumlarına da bakmamız gerekir. yani feodal beylerle merkezî yönetim arasındaki ilişkilere, köle emeğinin durumuna, ürettiği ürünün pazara sokulup sokulmamasına vb... toprak emekçisi ücret karşılığı üretimde bulunuyorsa bunun adı feodalite değil, kapitalist ilişkidir.

feodalite de zaten pazar ilişkisi vardı. ama asıl belirleyen, ürünün değerini oluşturan üretim ilişkisi idi.

osmanlı düzeninde de elbette artı ürüne el koyma vardı ama bu merkezde toplanan bir el koymaydı. sultan ve hanedan dışında asalet ve aristokrasi yoktu. yereldeki sipahiler, beyler,, paşalar geçici güç sahibi idiler. kalıcı değillerdi. merkezle çelişki içine girecek durumları yoktu.

bu durum osmanlı düzeninin zayıflamaya başlamasıyla değişti. mesela mısır en çok ve en tipik örnektir. mısır valisi iken mısır'ın hakimi olan ve sonunda anadolu'nun içlerine kadar ilerleyip, ancak ingiltere'nin karşı çıkmasıyla durdurulabilen kavalalı mehmet ali paşa vardır. ama bu bile bir yerel feodale değil, fiilen bağımsızlaşmış bir devlete örnektir.

konumuzla bağlantılandırırsak, dildeki sınıfsal farklılaşma her ülkede ve her sınıflı toplumda doğaldır. seçkinlerin ve üst kesimlerin alt dili ile ezilenlerin ve marjinal kesimlerin alt dilinde farklılaşma hep olur. günümüz türkçesinde de bu var. ama sonuçta aynı dilin alt dili olarak görmek gerekir.

osmanlı dönemi türkçesini de böyle ele almamız gerekir. yoksa halkın dilini ayrı, yönetenlerin dilini ayrı görürsek, kemalist tarih okuması yapmış ve tarihi masalsı gözle okumuş oluruz. kısacası, bir, resmî yazışma dili çok ağır ve ağdalı bir dildi (ama onu o zaman bile konunun uzmanları dışında kimse anlamazdı); iki edebiyatta divan edebiyatı denilen ve çok üst düzeyde bir dil olan ağdalı, ağır bir dil kullanılıyordu. bunların dışında padişahın da, ailesinin de, saray halkının da, diğer yöneticilerin de gündelik dili, halkın türkçesine yakın bir türkçe idi.

facebook esprileri yapılıyor. yok yeniçeriye rastlamış da, yeniçeri buna yol sormuş da, cevap verememiş de... diye sığ espriler yapılıyor. sanki yeniçeri buna yolu çince veya arapça soracak. adamcağızın soracağı soru o zaman da, şimdi de "filanca ne tarafta? veya "falanca yere nasıl giderim?" şeklinde olacaktı.

işte bugünki cahiller toplumunun düştüğü içler acısı durum... gözlerinde nasıl canlandırıyorlar eski osmanlı türkçesini. sanki afrika'lı bir kabileden biri çıkıp gelecek ve bunlara "hoko moko toko?" diye yol soracak. böyle bir espri yaptığım için ben afrika'lı tüm kabilelerden özür dilerim. ben şimdi utandım ama bunlar kendi atalarından ve ait oldukları, bir parçası oldukları geçmişlerinden utanmıyorlar. çünki ne yaptıklarını ve ne dediklerini bilmiyorlar.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proletersosyalist
Cevap Tarihi: 24.12.2014- 14:28


Alıntı Çizelgesi: Kaçak yazmış

Alıntı Çizelgesi: proletersosyalist yazmış




evet, marksizme göre ve materyalizme göre belirleyici olan altyapıdır. feodal üretim tarzı, toprağa bağlı kölenin (serf) artı-emeğine, artı-ürününe toprak sahibi feodal tarafından kısmen zorla el konulmasına ve pazar için değil, dışa kapalı iç ekonomi için üretim yapılmasına dayanıyor. küçük ölçekli üretim yönü ise şeklî bir konudur.

eski köleci düzende de köle emeğine zorla el konulması söz konusuydu ama feodalitenin ondan farkı, üzerinde yaşadığı topraktaki üretimden köleye pay ayrılmasıdır. köle, ya üründen pay alarak, ya da kendisi için ayrı çalışma zamanı ayrılarak, üretim sürecinden paydaş yapılır. dolayısıyla daha fazla içselleştirir ve sahiplenir.

bu üretim tarzı ile elbette osmanlı düzeni ve atüt arasında ortak noktalar bulunabilir. sonuçta artı emeğe ve artı ürüne el koymanın çeşitli biçimleri olur. el koyan devlettir veya yerel feodaldir. altyapı düzeyi açısından bu pek de önemli değildir. buna göre hepsini ortak bir isimle ele alabiliriz.

peki böyle mi yapmalıyız. "en son belirleyici altyapıdır" ilkesine uyarak sadece altyapıya mı bakmalıyız? bu marks ve engels'in "bizim bütün yaptığımız en son kertede asıl belirleyicinin maddî ilişkiler ve üretim tarzı olduğunu göstermek olmuştur; bundan ötesi kaba materyalizme girer" mealindeki sözleri kapsamına girer.

benzetme yapacak olursak; geçmişteki reel sosyalist ülkelerdeki üretim tarzı da bildiğimiz   kapitalist pazar ekonomisine dayalıydı. işçi sınıfının artı değerine el konulmasına ve pazar değeriyle ülke ekonomisine sunulmasına dayanıyordu. sosyalist ülkelerde kamu yararına devlet sübvansiyonları ile bu durumun dışına çıkılıyordu ama esas değişmiyordu tabii.

bu durumda, sırf üretim tarzına bakarak eski sosyalist ülkeleri de kapitalist mi sayacağız? şimdiki küba'yı veya vietnam'ı da kapitalist mi göreceğiz? öyle yapamayacağımız açık.

dolayısıyla, tanımlarken dış özelliklerine ve üstyapı kurumlarına da bakmamız gerekir. yani feodal beylerle merkezî yönetim arasındaki ilişkilere, köle emeğinin durumuna, ürettiği ürünün pazara sokulup sokulmamasına vb... toprak emekçisi ücret karşılığı üretimde bulunuyorsa bunun adı feodalite değil, kapitalist ilişkidir.

feodalite de zaten pazar ilişkisi vardı. ama asıl belirleyen, ürünün değerini oluşturan üretim ilişkisi idi.

osmanlı düzeninde de elbette artı ürüne el koyma vardı ama bu merkezde toplanan bir el koymaydı. sultan ve hanedan dışında asalet ve aristokrasi yoktu. yereldeki sipahiler, beyler,, paşalar geçici güç sahibi idiler. kalıcı değillerdi. merkezle çelişki içine girecek durumları yoktu.

bu durum osmanlı düzeninin zayıflamaya başlamasıyla değişti. mesela mısır en çok ve en tipik örnektir. mısır valisi iken mısır'ın hakimi olan ve sonunda anadolu'nun içlerine kadar ilerleyip, ancak ingiltere'nin karşı çıkmasıyla durdurulabilen kavalalı mehmet ali paşa vardır. ama bu bile bir yerel feodale değil, fiilen bağımsızlaşmış bir devlete örnektir.

konumuzla bağlantılandırırsak, dildeki sınıfsal farklılaşma her ülkede ve her sınıflı toplumda doğaldır. seçkinlerin ve üst kesimlerin alt dili ile ezilenlerin ve marjinal kesimlerin alt dilinde farklılaşma hep olur. günümüz türkçesinde de bu var. ama sonuçta aynı dilin alt dili olarak görmek gerekir.

osmanlı dönemi türkçesini de böyle ele almamız gerekir. yoksa halkın dilini ayrı, yönetenlerin dilini ayrı görürsek, kemalist tarih okuması yapmış ve tarihi masalsı gözle okumuş oluruz. kısacası, bir, resmî yazışma dili çok ağır ve ağdalı bir dildi (ama onu o zaman bile konunun uzmanları dışında kimse anlamazdı); iki edebiyatta divan edebiyatı denilen ve çok üst düzeyde bir dil olan ağdalı, ağır bir dil kullanılıyordu. bunların dışında padişahın da, ailesinin de, saray halkının da, diğer yöneticilerin de gündelik dili, halkın türkçesine yakın bir türkçe idi.

facebook esprileri yapılıyor. yok yeniçeriye rastlamış da, yeniçeri buna yol sormuş da, cevap verememiş de... diye sığ espriler yapılıyor. sanki yeniçeri buna yolu çince veya arapça soracak. adamcağızın soracağı soru o zaman da, şimdi de "filanca ne tarafta? veya "falanca yere nasıl giderim?" şeklinde olacaktı.

işte bugünki cahiller toplumunun düştüğü içler acısı durum... gözlerinde nasıl canlandırıyorlar eski osmanlı türkçesini. sanki afrika'lı bir kabileden biri çıkıp gelecek ve bunlara "hoko moko toko?" diye yol soracak. böyle bir espri yaptığım için ben afrika'lı tüm kabilelerden özür dilerim. ben şimdi utandım ama bunlar kendi atalarından ve ait oldukları, bir parçası oldukları geçmişlerinden utanmıyorlar. çünki ne yaptıklarını ve ne dediklerini bilmiyorlar.



Bakın konuyu sosyalist ülkelerin altyapısal ve üstyapısal ilişkilerine bağlamanız bana alakasız geldi.Burada benzer dönemdeki iki aynı altyapısal ve üstyapısal anlamda da benzerlikleri bulunan ama mekanın getirdiği koşullar gereği belli ölçülerde farklılıklar içeren bir sistemden bahsediyoruz.Avrupa'da da Osmanlı'da da aynı benzer sistem var:Feodal üretim tarzı.Bu üretim tarzının özelliklerini hepimiz biliyoruz;küçük aile işletmeleri,pazar için değil kişisel ihtiyaç için üretim,toprağa ekonomik veya ekonomi haricinde bir takım zorlamalarla bağlılık ve üretilenin bir kısmına devletin el koyması.Bu açılardan baktığımızda Avrupa'da,Osmanlı'da aynı.Avrupa'da Osmanlı'dan farklı olarak yereldeki küçük krallıklar büyük ölçüde sömürüyü yapıyordu ama merkez de sömürüden belli ölçülerde pay alıyordu.Osmanlı'da ise sömürü merkez ağırlıklı ama yerel de de sömürü var.Bunun nedenlerini de açıkladım;Osmanlı'nın uluslararası ticaret yolları üzerinde bulunması,fetihçi karakteri,uluslararası ticaret yolları üzerinde bulunduğu için büyük şehirlere sahip olması ve bu şehirlerin beslenmesindeki güçlükler.Avrupa'da ise içe kapalılık daha fazla,ticaret pek fazla gelişmemiş olduğu için yerel krallıklar daha güçlü oldu.Siz buna coğrafi şartları da eklediniz,tek neden bu değil ama buda bir etken katılıyorum bu eklemenize.Şunu da hatırlatmak isterim ki,Avrupa'da kurulan bu yerel krallıklar önceleri sipahi tarzıydı,8.yüzyıldan itibaren krallar sadece ömür boyunca kullanım yetkisi veriyordu ama zamanla bu değişti,yereller güçlendi ama kapitalizmin gelişimiyle birlikte merkez tekrar güçlendi.Osmanlı ise başından beri çok doğru bir tercihle merkezi bir yapı oluşturdu ama tarih Osmanlı da başka şekilde işledi.Avrupa'da merkezin güçlendiği yıllar,Osmanlı'da yerelin güçlendiği yıllar oldu.Sonuç olarak şuna gelmek istiyorum;altyapısal anlamda aynı,üstyapısal anlamda da temel olarak aynı yani halkın ürettiği bir takım feodaller tarafından sömürülüyor sadece bu sömürünün örgütlenmesi farklı diye iki sistem birbirinden tamamen farklı olmaz.Farklı olduğunu iddia etmek Marksist tarihsel bakış açısını dogmacı bir biçimde kavramak demektir.

Sosyalist ülkeler konusu ayrı bir konu.Sosyalist ülkeler,kapitalist ülkelerle ne aynı altyapısal duruma nede aynı üstyapısal duruma sahip.Birinde altyapısal anlamda piyasacılık ve özel sektör hakimken diğerinde kamuculuk ve planlama hakim.Birinde üstyapı burjuvazinin,sömürenlerin kontrolündeyken diğerinde proleteryanın,ezilenlerin kontrolünde.Sizin sosyalist ülkelerde kapitalizmle benzer altyapısal özellik taşıyor dediğiniz işçi sınıfının artı değerine el konulması olgusunu üstyapısal durumla ilişkiliyerek açıklamalıyız yoksa yolumuz liberalizme varır.Benim bakış açıma göre;sosyalist veya sosyalist kuruculuğun olduğu devlette işçi sınıfının artı değerine el konuluyor kabul edilemez çünkü devlet zaten işçi sınıfının,proleteryanın devleti.Yani basitleştirirsek bir nevi bir elden çıkıyor diğerine giriyor.Teknik olarak baktığımızda el koyma var diyebiliriz ama devlet zaten proleteryanın devleti olduğu için ve bu el koyma sınıfsız toplum hedefine ilerlemek için yapıldığından burada bir artı değer sömürüsünden bahsedemeyiz.Bu sınıfsız toplum idealine ilerlemek ve bireyci değil toplumcu yaşam tarzını hakim kılmak için bir zorunluluktur.Diğer taraftan;SSCB'de pazar ekonomisi bildiğim kadarıyla sınırlı olarak vardı.Dolayısıyla değer yasası da,pazar ekonomisi olduğu için vardı ama oda mutlak belirleyici değildi.Kaldı ki değer yasasına Stalin döneminden itibaren gereksiz bir önem biçilmesini,ekonomide önemli bir kıstas olarak alınmasını eleştiriyoruz.Ancak bu nedenlerden dolayı altyapısal anlamda sosyalist ekonomiler,kapitalizmle benzer demek gerçekliği fazlasıyla eğip bükmektir.

Dil konusundaki eleştirilerinizi anlıyorum.Bahsetmek istediğiniz tarihsel anlamda cumhuriyetle birlikte bir kopukluk olduğu,tarihin bir süreklilik içinde ele alınamadığı.Bu ne yazık ki Kemalist tarih yazımında var.Mesela cumhuriyet döneminde yapılan reformlar,tanzimattan itibaren gelişen tarihsel süreç içinde açıklanmaz.Sanki cumhuriyet devrimi ve sonrasında yapılan reformlar bir anda gökten inmiş,Mustafa Kemal'in kendi dehasıyla icat ettiği şeylermiş gibi anlatılır.Bu değiştirilmeli,tarih bir süreklik içinde ve buna bağlı olarak Türkiye'de ki aydınlanmacılık da bir süreklilik içinde ele alınmalı.Ancak bunu yapacak olan Akp iktidarı değil.Akp'nin sürekli cumhuriyetle birlikte bir kopuş oldu demesinin,Osmanlı'ya ve Osmanlıca'ya bu kadar vurgu yapmasının nedeni Türkiye aydınlanmacılığyla hesaplaşmak istemesi.Akp 1838'le ve hatta onun daha öncesinde başlayan süreçle hesaplaşmak istiyor.Osmanlıca meselesi de bu bağlamda ele alınmalı.Akp'nin buradaki amacı tarihsel anlamdaki sürekliliği vurgulamak yada bundan gençliğin yararlanacağı bilimsel bir fayda geliştirmek değil.Bunu Türkiye'yi ve Türkiye gençlini gericileştirmede ki bir araç olarak görüyor.Akp'nin hakimiyetini kuramadığı en önemli alanlardan biri gençlik.Akp getirilen din eğitimleriyle,peygamber yaşamı eğitimleriyle ve buna ek olarak Osmanlıca dersleriyle kendi gençliğini oluşturma,gençlik üzerinde ideolojik hegemonya kurma peşinde.Dolayısıyla bu konularda Akp'nin aldatmacasına kapılınmamalı.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Kaçak
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: Kaçak
Cevap Tarihi: 24.12.2014- 16:16


Alıntı Çizelgesi: proletersosyalist yazmış
Sosyalist ülkeler konusu ayrı bir konu.Sosyalist ülkeler,kapitalist ülkelerle ne aynı altyapısal duruma nede aynı üstyapısal duruma sahip.Birinde altyapısal anlamda piyasacılık ve özel sektör hakimken diğerinde kamuculuk ve planlama hakim.Birinde üstyapı burjuvazinin,sömürenlerin kontrolündeyken diğerinde proleteryanın,ezilenlerin kontrolünde.Sizin sosyalist ülkelerde kapitalizmle benzer altyapısal özellik taşıyor dediğiniz işçi sınıfının artı değerine el konulması olgusunu üstyapısal durumla ilişkiliyerek açıklamalıyız yoksa yolumuz liberalizme varır.Benim bakış açıma göre;sosyalist veya sosyalist kuruculuğun olduğu devlette işçi sınıfının artı değerine el konuluyor kabul edilemez çünkü devlet zaten işçi sınıfının,proleteryanın devleti.Yani basitleştirirsek bir nevi bir elden çıkıyor diğerine giriyor.Teknik olarak baktığımızda el koyma var diyebiliriz ama devlet zaten proleteryanın devleti olduğu için ve bu el koyma sınıfsız toplum hedefine ilerlemek için yapıldığından burada bir artı değer sömürüsünden bahsedemeyiz.Bu sınıfsız toplum idealine ilerlemek ve bireyci değil toplumcu yaşam tarzını hakim kılmak için bir zorunluluktur.Diğer taraftan;SSCB'de pazar ekonomisi bildiğim kadarıyla sınırlı olarak vardı.Dolayısıyla değer yasası da,pazar ekonomisi olduğu için vardı ama oda mutlak belirleyici değildi.Kaldı ki değer yasasına Stalin döneminden itibaren gereksiz bir önem biçilmesini,ekonomide önemli bir kıstas olarak alınmasını eleştiriyoruz.Ancak bu nedenlerden dolayı altyapısal anlamda sosyalist ekonomiler,kapitalizmle benzer demek gerçekliği fazlasıyla eğip bükmektir.

Dil konusundaki eleştirilerinizi anlıyorum.Bahsetmek istediğiniz tarihsel anlamda cumhuriyetle birlikte bir kopukluk olduğu,tarihin bir süreklilik içinde ele alınamadığı.Bu ne yazık ki Kemalist tarih yazımında var.Mesela cumhuriyet döneminde yapılan reformlar,tanzimattan itibaren gelişen tarihsel süreç içinde açıklanmaz.Sanki cumhuriyet devrimi ve sonrasında yapılan reformlar bir anda gökten inmiş,Mustafa Kemal'in kendi dehasıyla icat ettiği şeylermiş gibi anlatılır.Bu değiştirilmeli,tarih bir süreklik içinde ve buna bağlı olarak Türkiye'de ki aydınlanmacılık da bir süreklilik içinde ele alınmalı.Ancak bunu yapacak olan Akp iktidarı değil.Akp'nin sürekli cumhuriyetle birlikte bir kopuş oldu demesinin,Osmanlı'ya ve Osmanlıca'ya bu kadar vurgu yapmasının nedeni Türkiye aydınlanmacılığyla hesaplaşmak istemesi.Akp 1838'le ve hatta onun daha öncesinde başlayan süreçle hesaplaşmak istiyor.Osmanlıca meselesi de bu bağlamda ele alınmalı.Akp'nin buradaki amacı tarihsel anlamdaki sürekliliği vurgulamak yada bundan gençliğin yararlanacağı bilimsel bir fayda geliştirmek değil.Bunu Türkiye'yi ve Türkiye gençlini gericileştirmede ki bir araç olarak görüyor.Akp'nin hakimiyetini kuramadığı en önemli alanlardan biri gençlik.Akp getirilen din eğitimleriyle,peygamber yaşamı eğitimleriyle ve buna ek olarak Osmanlıca dersleriyle kendi gençliğini oluşturma,gençlik üzerinde ideolojik hegemonya kurma peşinde.Dolayısıyla bu konularda Akp'nin aldatmacasına kapılınmamalı.



sosyalist ülkelerde de emek-değer yasası işliyordu. bu da pazar ekonomisinin geçerli olmasıyla ilgili bir durum. yani emeğin değeri, piyasa kurallarına göre, marksist emek-değer yasası uyarınca belirleniyordu.

yani bir metanın değerinin, onu yeniden üretmek için gerekli olan toplumsal, ortalama emek miktarınca belirlenmesi olgusu...

bunu kastetmiştim. yoksa elbette reel sosyalist ülkeler kapitalistti demek istemedim. bunu diyenler de vardı ve bu saçma bir tezdi.

"reel sosyalist ülkelerde iktidar ve devlet işçi sınıfının elindeydi sözü" büyük ölçüde teoride kalmıştı ama. sscb'de iktidar devrimci özünden saparak tek parti iktidarına ve giderek de tek kişi diktatörlüğüne dönüşmüştü. doğu bloku ülkelerinde de zaten iç dinamikten çok dış dinamiğin etkisiyel "sosyalist" rejimler kurulmuştu. başından beri işçi sınıfı müdahalesi olmamıştı. diktatörlüğün tek parti eliyle icrası daha da kolay oldu bu yüzden.

mesela kuzey kore gibi, kamboçya gibi ülkelerde de iktidar teoride, yani aslında lafta, işçi-köylü iktidarlarının elindeydi. ama gerçekte halkın aktif pratik katılımının ok az olduğu veya hiç olmadığı, tek parti rejimleriydi bunlar. kamboçya'daki kızıl kmer katliamları meşhurdur ve bunları işçi-köylü sınıfının yapmış olabileceğini düşünen yoktur herhalde.

yani teori veya iddia başka, pratik başka. işçi sınıfının pratikte de iktidara gelmesi veya işçi devletinin hayata geçirilmesi için bunun somut ve pratik yollarının açık olması gerekir. yasalarla ve uygulamalarla bunun gerçekleşebilir olması gerekir. yani her an geri alınabilen yöneticiler, şeffaf ve katılımcı seçimler, vb...

ancak konumuz biraz farklı. işçi sınıfı iktidarda olsaydı da, emek-değer yasası geçerliyse, meta kavramı geçerliyse, bu kapsamda ekonomik faaliyet sürdürülüyorsa, yani o ünlü ilke, "herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacı kadar" ilkesi uygulanmıyorsa, yine de pazar ekonomisi ve kapitalist üretim tarzı geçerli demektir. devletin işçi sınıfının veya bir partinin veya bir kesimin elinde olması durumu değiştirmez.

nasıl ki feodalite denince artı-ürüne el koyanın yerel feodal mi, yoksa merkezî iktidar mı olduğunun önemi olmadığını söylüyorsan ve bu açıdan haklı oluyorsan, kapitalizm denince de aynı tarzı işletmemiz gerekir.

reel sosyalist ülkelerde de işçi sınıfı var, büyük ölçekli ve kitlesel üretim var, pazar ekonomisi var ve tabii üretim araçlarının sahibi konumunda olan ve artı-değere el koyan bir iktidar var.

el konan artı-değer kimsenin kârı olmuyor ve kimsenin özel mülküne geçmiyor tabii. ama o artı-değer, üretimin genişlemesi için, yani daha fazla üretim için, daha fazla sermaye oluşturulması için değerlendiriliyor. mesela kapitalist ülkelerle yarışıp onları geçmek için kullanılıyor. bir de, iktidardaki kişilerin, "nomenklatura"nın özel bâzı ayrıcalıklı hayatı için harcanıyor. daha kaliteli ürünlerin satıldığı merkezler, daha kaliteli tatil yerleri, vb...

kapitalist değil ama. onu kastetmiyorum. hakkını yememek için, artı değerin kitlelerin hayat standartları için de kullanıldığını, çok ucuz barınma, yakacak, yiyecek vb temel hizmetler olarak halk yararına değerlendirildiğini de belirteyim.

evet, stalin, ücret makasını açarak eşitsizliği artırmıştır. bunu yapmak zorunda kalmıştır. çünki eşitlikçi anlayış işçileri tembelliğe itiyordu.

dil konusunda son yazdıklarını olumlu buldum. bu şekildeki açıklamaların çok daha mantıklı ve sağduyulu. güncel tepkisel tarzın dışında ve doğru olan şekilde.

akp'nin osmanlıca dersleri getirmesindeki amacı elbette tartışılır ve bu amaca karşı mücadele verilir. din derslerinin mecbur tutulması vb uygulamalarına karşı mücadele edilir. bunlar ayrı. ama akp getiriyor diye osmanlıca dersine karşı çıkmak doğru değil.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yorum2006
[ yorumcu ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.08.2013
İleti Sayısı: 772
Konum: Gizli
Durum: Gizli
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

2 kere teşekkür edildi.
Cevap Yazan: yorum2006
Cevap Tarihi: 27.12.2014- 00:59


Alıntı Çizelgesi: Kaçak yazmış

Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış

Osmanlıca Esperanto gibi uyduruk kaydırık bir dildir. Osmanlı döneminde bile bunu konuşanlar bir avuç feodaldir. Saray çevresi, beyler, ağalar v.b. Halk kitleleri o zaman kendi dil ve lehçelerini konuşmaktadır. Ortada okumaya değecek ciddi bilimsel eser filan da yoktur. Olanlar da Osmanlıca değil Arapça yazılmıştır.

Esasen Batı'da da Orta Çağ'da bilim dili İngilizce, Almanca, Lehçe, Rusça v.b. değil Latincedir. Bu dine dayalı feodal düzenlerin gereğidir.

Osmanlıca yazılı edebiyatın özünü oluşturan Divan Edebiyatı ise zaten liselerde okutulan belli başlı edebiyattır. Yani Osmanlıca öğretilmediği yalandır. Öğretilmeyen tek şey Osmanlıca harfler ve yazımdır. Esasen eğitimli birisi, çok gerek duyuyorsa, bunu çalışarak birkaç ay içinde kendi kendine öğrenebilir de. Bunu öğrenmek asıl eğitimsizler için çok zordur. Eğitimsiz halk kitleleri için çok zordur. Solcuların kalkıp Osmanlıca öğrenilmesini savunmaları olacak şey değildir. Savunanlar da solcu değildir.

Dilde öze dönme, özleşme de kaçınılmaz birşeydir. Dünyanın her tarafında burjuva devrimleriyle birlikte ulusal diller ön plana çıkmıştır. Bunları bilmeyen de solcu değildir. Bugün halk Şeyh Galib'i, Nedim'i v.b. anlamaz ama, Yunus Emre'yi, Pir Sultan'ı, Karacaoğlan'ı, Dadaloğlu'nu anlar. Onların dili günümüzde de konuşulan dildir. Çünkü bunlar halkın sanatçıları, düşünürleridir. Geçmişimizi bilmiyoruz v.b. diyen sahtekar solcular yalan atmasın.



Neresinden tutsan dökülen bir yazı. Ancak bir yarı cahil sığdırabilir bu kadar kısa mesaja bu kadar çok hatayı. Ve ancak bir yarı cahil böyle kaba hataları bu kadar cesurca savunabilir.

Ben daha önce yorum2006'ya yazıyaz döneminde bu yanlışlarını gösterdim diye hatırlıyorum. Ama görüyorum ki fayda etmemiş. Olsun... Ben yine göstereyim ve yine fayda etmesin. Belki okuyanlardan birkaçına faydası dokunur.

1- Osmanlıca, esparantoca gibi "uyduruk kaydırık" bir dil değildir. İnsanlar tarafından önceden düşünülerek oluşturulmamıştır. Yüzyıllardan beri gelen türkçenin arapça ve farsça kelmelerle ve isim tamlamalarının eklenerek değiştirildiği bir dildir. Günlük konuşulan ve yazılan dil ile divan edebiyatı dili ve resmî yazışma dili çok farklıdır.

2- Osmanlı feodal bir devlet değildir. Feodalizm esasen Avrupa'ya özgü bir sistemdi. Osmanlı'nın feodalizmin geçerli olduğu bölgeleri vardı ama Osmanlı'nın kendisi feodal değildi.

3- "Ortada okumaya değecek ciddi bilimsel eser filan da yoktur. Olanlar da Osmanlıca değil Arapça yazılmıştır." cümleleri de doğru değil. osmanlıca arapçadan kısmen daha farklı bir alfabeye sahiptir. Ona eklenen işaretler vardır.

Bilenin de bilmeyenin de her konuda atıp tuttuğu bir dönemdeyiz maalesef. İnsanın kendi geçmişine ait bir dile böyle acımasızca yaklaşması çok hazindir ve bu artık bizim ortak toplumsal özelliğimizdir.

Yorum2006'nın bu çok cüretkar-cahil mesajında o kadar çok hata var ki! İşte tipik bir tanesi: "Esasen Batı'da da Orta Çağ'da bilim dili İngilizce, Almanca, Lehçe, Rusça v.b. değil Latincedir. Bu dine dayalı feodal düzenlerin gereğidir."

Bir kere Ortaçağ'ın İstanbul'un alınışıyla veya amerika kıtasının keşfedilişiyle kapandığını, bunun da 15. yüzyıla denk geldiğini bile aklına getirmeden yazmış. Oysa en ağdalı hâliyle osmanlıca bundan daha sonraki yüzyılların ürünüdür. Batı'da da latincenin terkedilişi ve kendi dilleriyle bilim yapılmaya başlanmasının daha farklı dinamikleri vardır. Latince bugün de Batı'da lise düzeyinde ders olarak okutulmaktadır. Bizde de istenen ve olması gereken budur. Biz de kendi ölü dilimizi, o zamanki bilim ve sanat dilimizi azıcık da olsa çocuklarımıza öğretmeliyiz. Böylece hem o zamanki basit ve temel eserleri okuyabiliriz, hem de şimdiki fakirleşmiş ve bozulmuş dilimizi biraz geliştirmiş oluruz.

Osmanlı türkçesinin biraz da olsa öğrenilebilmesi demek divan edebiyatının okunabilmesi demek değildir. Divan edebiyatını okuyabilmek çok zordur ve liselerdeki derslerde öğretilen bilgilerle bu zaten mümkün değildir. Osmanlı türkçesinin öğretilmesinden amaçlanan sadece, sinekli bakkal vb gibi nispeten basit eserlerin okunabilmesi olmalıdır.

Solcuların Osmanlı türkçesinin öğretilmesini eskiden beri savunduklarını isim vererek açıkladım ve Yalçın Küçük'ü örnek verdim. Solcu olan kişi zaten bilime, öğrenmeye, hele hele yeni bir dil öğrenmeye karşı çıkmaz. Buna ancak cahilliğe batmış olanlar karşı çıkar. Osmanlıca denince aklına “arapça” gelen, “uydurukça bir dil” gelen, “ortaçağ” gelen bir kişi, ideolojik olarak kemalist, kişi olarak da yarı cahildir.

Dilde öze dönme diye, özleştirme diye, yüzyıllardır dilimize yerleşmiş olan kelimeleri bile atıp, yerlerine çaputlu, yapıtlı, tinselli, dinselli uyduruk kelimeleri sokanlar, dilimizi bugünki sığ ve renksiz, melodisiz hâle getirenlerdir. Bugün “olası” diyerek hem “mümkün” hem de “muhtemel” demiş oluyoruz. Oysa bunlar iki ayrı kavramdır. Bugün “tartışma” diyerek hem “münakaşa”, hem “münazara”, hem “laflı atışma”yı kastediyoruz. Böylelikle ortaya sığ bir dil çıkıyor. muharebe ile harp farklı kavramlardır ama biz "savaş" deyip geçiyoruz. Diller ve düşünceler, anlam incelikleriyle ve yeni kelimelerle gelişir. Bizse yıllarca dilimizden kelimeleri atıp 300-400 kelimeye indirmeyi marifet bilmişiz.

Yunus Emre de, Karacaoğlan da, Dadaloğlu da “öz türkçe” yazmamıştır; o zamanki türkçe neyse öyle yazmışlardır. Araştırıp bakarsanız şiirlerinin içinde şimdi anlaşılmayan pek çok kelimeyi bulursunuz.




Cahil olan sensin. Hem cahilsin, hem de faşizmi ve gericiliği savunmak için her türlü yalana ve saptırmaya başvuruyorsun.

1- Osmanlıca tabii ki uyduruk bir dildir. Bir dile tutup başka dillerden sözcükleri doldurursan olacak olan da budur. Bu dili feodaller dışında anlayan olmadığından da, tabii ki zamanında konuşma dili, yazma dili, resmi dil, yalakalık dili v.b. farklı alt diller ortaya çıkmıştır. Eğer Osmanlıca adam gibi dil olsaydı, böyle alt diller ortaya çıkmazdı.

2- Osmanlı tabii ki feodal devlettir. Feodal yapıda Avrupa ile bazı farklılıklar olması, onun feodal olmadığını göstermez. Zaten Avrupa'da da farklı ülkelerde uygulamada farklılıklar vardır. Avrupa'da da tek tip feodal düzen yoktur.

3- Ben alfabeden söz etmiyorum, dilden söz ediyorum. Bilimsel eserler Osmanlının kullandığı Arap alfabesiyle yazılmış uyduruk Osmanlıca değildir. Doğrudan Arapçadır. Bu alfabe meselesi değil. Arapça ortak kültür dili. Feodalizm döneminde benzer şey Batı'da var. Latince ortak kültür dili. Sen çok bilmiş, bana Osmanlıca yazılmış tek bir fizik, tıp v.b. kitabı söyle de öğrenelim. Hadi say bakalım, hangileriymiş bu bilimsel yapıtlar.

Senin ezberlediğin ilkokul tarih bilgilerine uymayan görüşlerden de haberin yok tabii. Ki esas cahillik budur. Orta Çağ'ın başlangıcı ve bitişi konusunda farklı kabuller vardır. Bitişini de herkes İstanbul'un fethine bağlamaz. Amerika'nın keşfine (1491) bağlayan da var, Reform hareketine bağlayan da, Avrupa'daki köylü savaşlarına (1525) bağlayan da. Marksistler için Orta Çağ feodal dönemdir ve kapitalizmin başlamasıyla biter.

Senin Türkçe bilmediğin de anlaşılıyor. Olası muhtemelin karşılığıdır, Mümkünün karşılığı ise olabilirdir. Neden illa bunların Arapçası kullanılsın? Ben dildeki tüm yabancı sözcükler atılsın filan demedim. Kendim de zaten pek çok Arapça sözcük kullanıyorum. Ancak mesele geniş kitlelerin beyninde kavramların ve aralarındaki ilintinin oturmasıdır. Yabancı dilden sözcük aşırarak olmuyor bu. Sen imkan ile mümkünün, muhtemel ile ihtimalin aynı kökten olduğunu bilmezsen, yani Arap dilini bilmezsen, kavramlar yerine oturmaz. Bunları bilmediğin için olası ile olabilir arasındaki ayrımı da bilmiyorsun zaten. Bir de Türkçe'ye yanlış geçmiş Arapça sözcükler de var ki, onların durumu tam felaket. Bu arada münakaşa nakşdan gelir. Nakş Türkçe'ye bu anlamda geçmemiştir. Münazara da nazardan gelir. Türkçe anlamı yine çok farklı. Neden illa bunları kullanmak istiyorsunuz? (Münakaşanın karşılığı tartışma değil, atışmadır. Siz Türkçeyi mi bilmiyorsunuz, Osmanlıcayı mı, yoksa her ikisini de mi?) Çocuklara geometri öğretmek mi istiyorsunuz? Üçgen yerine müselles, dörtgen yerine murabba deyince mi şekli kavrayacak çocuk? Haydi canım sen de...

Ben sana YUnus, Karacaoğlan, Pir Sultan "Öz Türkçe" mi yazmış dedim? Türkçe yazmışlar, halkın diliyle yazmışlar ve hala gayet iyi anlaşılıyorlar. Senin saraylıların uyduruk dillerini anlayan mı var? Keşke sen, senin gibiler, tabii senin kaçak saraylı da Osmanlıca konuşsaydınız da, halk sizi anlayamayacağından insanları uyutamasaydınız, çok sevinirdim doğrusu.




Bu ileti en son yorum2006 tarafından 28.12.2014- 07:53 tarihinde, toplamda 5 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Kaçak
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: Kaçak
Cevap Tarihi: 29.12.2014- 10:52


Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış
Cahil olan sensin. Hem cahilsin, hem de faşizmi ve gericiliği savunmak için her türlü yalana ve saptırmaya başvuruyorsun.

1- Osmanlıca tabii ki uyduruk bir dildir. Bir dile tutup başka dillerden sözcükleri doldurursan olacak olan da budur. Bu dili feodaller dışında anlayan olmadığından da, tabii ki zamanında konuşma dili, yazma dili, resmi dil, yalakalık dili v.b. farklı alt diller ortaya çıkmıştır. Eğer Osmanlıca adam gibi dil olsaydı, böyle alt diller ortaya çıkmazdı.

2- Osmanlı tabii ki feodal devlettir. Feodal yapıda Avrupa ile bazı farklılıklar olması, onun feodal olmadığını göstermez. Zaten Avrupa'da da farklı ülkelerde uygulamada farklılıklar vardır. Avrupa'da da tek tip feodal düzen yoktur.

3- Ben alfabeden söz etmiyorum, dilden söz ediyorum. Bilimsel eserler Osmanlının kullandığı Arap alfabesiyle yazılmış uyduruk Osmanlıca değildir. Doğrudan Arapçadır. Bu alfabe meselesi değil. Arapça ortak kültür dili. Feodalizm döneminde benzer şey Batı'da var. Latince ortak kültür dili. Sen çok bilmiş, bana Osmanlıca yazılmış tek bir fizik, tıp v.b. kitabı söyle de öğrenelim. Hadi say bakalım, hangileriymiş bu bilimsel yapıtlar.

Senin ezberlediğin ilkokul tarih bilgilerine uymayan görüşlerden de haberin yok tabii. Ki esas cahillik budur. Orta Çağ'ın başlangıcı ve bitişi konusunda farklı kabuller vardır. Bitişini de herkes İstanbul'un fethine bağlamaz. Amerika'nın keşfine (1491) bağlayan da var, Reform hareketine bağlayan da, Avrupa'daki köylü savaşlarına (1525) bağlayan da. Marksistler için Orta Çağ feodal dönemdir ve kapitalizmin başlamasıyla biter.

Senin Türkçe bilmediğin de anlaşılıyor. Olası muhtemelin karşılığıdır, Mümkünün karşılığı ise olabilirdir. Neden illa bunların Arapçası kullanılsın? Ben dildeki tüm yabancı sözcükler atılsın filan demedim. Kendim de zaten pek çok Arapça sözcük kullanıyorum. Ancak mesele geniş kitlelerin beyninde kavramların ve aralarındaki ilintinin oturmasıdır. Yabancı dilden sözcük aşırarak olmuyor bu. Sen imkan ile mümkünün, muhtemel ile ihtimalin aynı kökten olduğunu bilmezsen, yani Arap dilini bilmezsen, kavramlar yerine oturmaz. Bunları bilmediğin için olası ile olabilir arasındaki ayrımı da bilmiyorsun zaten. Bir de Türkçe'ye yanlış geçmiş Arapça sözcükler de var ki, onların durumu tam felaket. Bu arada münakaşa nakşdan gelir. Nakş Türkçe'ye bu anlamda geçmemiştir. Münazara da nazardan gelir. Türkçe anlamı yine çok farklı. Neden illa bunları kullanmak istiyorsunuz? (Münakaşanın karşılığı tartışma değil, atışmadır. Siz Türkçeyi mi bilmiyorsunuz, Osmanlıcayı mı, yoksa her ikisini de mi?) Çocuklara geometri öğretmek mi istiyorsunuz? Üçgen yerine müselles, dörtgen yerine murabba deyince mi şekli kavrayacak çocuk? Haydi canım sen de...

Ben sana YUnus, Karacaoğlan, Pir Sultan "Öz Türkçe" mi yazmış dedim? Türkçe yazmışlar, halkın diliyle yazmışlar ve hala gayet iyi anlaşılıyorlar. Senin saraylıların uyduruk dillerini anlayan mı var? Keşke sen, senin gibiler, tabii senin kaçak saraylı da Osmanlıca konuşsaydınız da, halk sizi anlayamayacağından insanları uyutamasaydınız, çok sevinirdim doğrusu.




ben sana cahil demedim ki "cahil olan sensin" diyorsun. ben sana yarı cahil dedim. cahil olsaydın bunu bilir ve böyle bilimdışı laflar etmezdin. daha mütevazi olurdun. büyük bütük laflar etmeye kalkmazdın.

sen de günümüz toplumunun belli kesimlerinin büyük çoğunluğu gibi tam bir yarı cahilsin. bu nedenle böyle palavraları, bilimdışı saçmalıkları uluorta yazıp söyleyebiliyorsun.

yok osmanlı feodalmiş, yok osmanlı'da aristokrasi varmış, yok osmanlıca, esperantoca gibi uyduruk dilmiş, o dili feodaller dışında anlayan yokmuş...

senin feodal dediklerin sultan ve ailesiyle saray çevresi, bürokrasi vb oluyor bu durumda. çünki ağdalı olarak osmanlıca resmî yazışmalarda ve üst edebiyatta kullanılıyordu. onun dışında padişahlar yazdıkları aşk şiirlerinde ve mektuplarında anlaşılır bir dil kullanıyorlardı. araştır ve gör. anlayamadığın kısım olursa yaz, ben sana anlatayım.

şimdi, osmanlı saray çevresine feodal demek doğru mu? batı'daki feodal rejimlerde bile feodal diye yerel beylere denirdi. krala ve merkezî iktidara feodal denmezdi. kralla yerel feodaller arasında çelişki ve uzlaşma vardı çünki. kral bu feodal beylerle zaman zaman karşı karşıya gelirdi. zaten feodalizmin sonunu hazırlayan gelişmeler de merkezdeki kralın, gelişen ve büyüyen burjuvaziyle işbirliği yapması ile başladı.

sense tam bir yarı cahil olarak osmanlı saray çevresine feodal diyorsun. sana yarı cahilliğini başka nasıl gösterebilirim, bilmiyorum.

osmanlı'daki yerel "feodaller" ağdalı osmanlıca mı konuşuyordu? yereldeki mesela kürd feodal beyleri kürdçe konuşuyordu. o kadar boş konuşuyorsun ve o kadar yüksek perdeden atıyorsun ki, ancak bir yarı cahil böyle atabilir.

"osmanlıca adam gibi bir dil olsa"ymış, böyle alt diller ortaya çıkmazmış! yarı cahilim, bütün dillerde alt diller vardır. günümüz türkçesinde de alt diller yok mu? argo nedir? alt dil değil mi? seçkin geçinen "yapısalcı izdüşümsel bağlamalar" dili de bir alt dil değil midir?

bilimsel eserler osmanlı alfabesiyle değil, doğrudan arapçayla yazılmışmış! sen bu saçmalıkları nereden öğrendin? veya nerenle dinledin de anladın?

anlamadığın konularda yazmasan olmaz mı?

ortaçağ'ın bitişini amerika'nın keşfine bağlayanlar var, doğru. ama böyle yapsak da yine ortaçağ çoktan bitmiş oluyor. marksistlerin ortaçağ'ın bitişini feodalizmin yıkılışı ve kapitalizmin başlamasıyla tarihlendirdiği iddiası ise bir yarı cahilin bilim tarihine yaptığı bir katkı(!) olabilir ancak.

bilim sürekli gelişiyor ve ilerliyor. o eski ve meşhur "ortaçağ karanlığı" lafı bile artık tartışılıyor ve sorgulanıyor. sense neler diyorsun! ama senin bu ucube teorin bile seni haklı çıkarmıyor. çünki avrupa'da feodalizmin yıkılıp kapitalizmin kurulması bile 16. ve 17. yy.larda gerçekleşmiş idi.

neyse, bilmediğin konuları geçelim. şimdi de hatalı yaklaştığın dilde kelimeler konusuna geçelim. şu "olası"dan başlayalım. sen de biliyorsun ki "olası", "muhtemel"in karşılığı. ama günümüzde "mümkün" için de kullanılıyor, "muhtemel" için de. tdk sözlüğünde bile "olası" karşılığında her ikisi de yazıyor. işte vahim olan ve isyan ettiğimiz durum budur.

bunun ne büyük bir sefalet olduğunu hissedemeyenlerin laf kalabalığı yapmasına gerek yok. bir zahmet her konuda laf tüketip yer işgal etmeyin.

gelelim asıl çelişkine. "Ben dildeki tüm yabancı sözcükler atılsın filan demedim. Kendim de zaten pek çok Arapça sözcük kullanıyorum." demişsin. ama "mümkün"ü ve "muhtemel"i atıp yerlerine "olası"yı, "olanaklı"yı, vb kullanmayı tercih ediyorsun.

hem "bütün sözcükler atılsın demiyorum" diyeceksin, hem de atabildiğin kadarını atmaya bakacaksın. işte sizlerin samimiyetiniz bu!..

bütün "sözcükler" atılmasın, peki hangileri atılsın, hangileri kalsın? cevabı ortada; atabildiğin kadarını at. atamadıkların kalsın. değil mi?

"duvar", "kamyon", "hava", vb atamayacaklarından. artık bunlara mecbur, katlanacaksın. ama "hatırlamak", "cevaplamak", "hayat", "ömür", "kalp" vb atabileceğin türden. bunları da at. bunları atarken de bunların yerleştiği pek çok kalıbı, deyişi, atasözünü, deyimi ortadan kaldır veya zedele. işte sizin dildeki tahribatınız...

yunus'un şiirlerine bakarsan, içinde bugün anlayamayacağın pek çok kelime görürsün. yunus ve çağdaşları, siz dil ırkçıları gibi davranmamış ve derdini en iyi ifade edebileceği hangi kelime varsa onu alıp kullanmış. sizin gibi öztürkçeci dil ırkçılarının memnun olmayacağı pek çok kelime var şiirlerinde.

üçgen, dörtgen gibi terimler elbette iyi olmuştur ve mesele bunlar değildir. mesele, gündelik dilde kullanılan kelimelere üvey evlat muamelesi yapıp, onları atmaya çalışmaktır. onları atayım derken de, cahilce türetilmiş, uydurulmuş kelimeleri yaygınlaştırıp dili bozmaktır mesele.

mesela "egemen" hatalı ve uyduruk bir türetimdir, "okul" hatalıdır, "eğitim" hatalıdır, "görsel", "işitsel" vb hatalıdır, "zorunluluk" hatalıdır, "yapıt" ise çirkindir. ama solumuz pek sever. "özgür" de hatalıdır. ama solumuz buna bayılır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Kaçak
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: Kaçak
Cevap Tarihi: 31.12.2014- 11:12


Kişi, bilmediğine düşmandır!

31 Aralık 2014 Çarşamba, 00:32:33Güncelleme: 08:50:39
HAZRETİ Ali’nin “Nehcü’l-Belâga”sında geçen çok güzel bir sözü vardır; “İnsanlar bilmedikleri şeylere düşmandırlar” der...

Birileri bu sözü doğru çıkarmak maksadıyla Osmanlıca’nın, yahut daha doğru ifadesi ile “Eski Türkçe”nin öğretimi bahsinde haftalardan buyana birbirleri ile yarış hâlinde...

Bazı köşe yazarlarından, Kürt meselesinden çiçekçiliğe ve Türk-Amerikan ilişkilerinden lezzetli bir sarmısaklı paçanın nasıl pişirilmesi gerektiğine kadar hemen her konunun uzmanı olup kanal kanal dolaşan medyatik allâmelerden, “Osmanlıca dedikleri dil, aslında Arapça’dır, istemezük!” diye bildiri yayınlayanlardan ve bana günlerdir “Öğrenmicez işte, öğrenmiceeeeez!” diye mailler gönderenlerden, yani cahil kalmaya sağlam şekilde iman etmiş olanlardan bahsediyorum.

Osmanlıca’yı “düşman”, Arap harflerini de “ucube” ilân edip meseleyi lâikliğe, cumhuriyetin kazanımlarına ve hattâ dil faşizmine getirenlerin tek bir ortak noktaları var: Eski Türkçe’yi yani Osmanlıca’yı bilmemeleri... Eski yazıyı okuyamamalarını bir tarafa bırakın, “Osmanlıca” yahut “Eski Türkçe” kavramlarının ne olduğundan bile habersiz olmaları...

MEZARTAŞIYLA NE İLGİSİ VAR?

Daha açık söyleyeyim: Bugün “Osmanlıca öğretimine hayır” diyenlerin neredeyse tamamı Osmanlıca’nın ne olduğundan bîhaberdir, Eski Türkçe konusunda hiçbir bilgileri yoktur ama köşelerini doldurabilmek yahut ekranlara çıkabilmek için mutlaka birşeyler söylemek zorundadırlar. Bilmedikleri konuda ahkâm kesmeye çabaladıkları için hem saçmalamakta, hem de “insanoğlunun bilmediğinin düşmanı olduğu” gerçeğini tekrar tekrar ortaya koymaktadırlar!

Osmanlıca eğitimine karşı çıkanlar arasında Eski Türkçe’yi bilenler yok mu? Tabii ki var, sayıları bilmeyenlere göre çok daha az ama karşı çıkmalarının sebebi muhalefet etme merakları yahut böyle yapmaya siyasî sebeplerle mecbur olmaları...

Unutmayalım: Son haftalarda sık tekrarlanan “Eski Türkçe öğretildiği takdirde atalarımızın mezartaşlarını okuyabileceğiz” ifadesi sadece bir slogandır ama slogan olduğu gözardı edilip projenin maksadı zannedilince bin küsur senelik koskoca bir medeniyetin yazısı ile kültürü mezartaşı seviyesine indirilmiş, kabir ile sınırlandırılmıştır!

Eski Türkçe öğretiminin getireceği asıl fayda, mezartaşlarını okuyup asırlar öncesinin ağdalı resmî metinlerini anlayabilmek gibisinden hayaller değil; bugün yüz, haydi bilemediniz yüzelli-ikiyüz kelimeye sıkışmış ve fukaranın da fukarası hâline getirilmiş olan Türkçe’nin kelime dağarcının yeniden zenginleşmesi olacaktır. Genç neslin doğru dürüst konuşup meramını ifade edebilmesinin yolu Türkçe’nin en azından 20. asırdaki üstadlarını, meselâ Refik Halid’i, Hüseyin Rahmi’yi ve diğerlerini asıllarından okuyabilmelerinden, hattâ çok sonraların, 1950’lerin gazetelerini anlayabilmelerinden geçer. Bundan zevk alıp işi mezartaşı yahut eski metinlere götürmek ise artık öğrencinin merakına, yani hevesine kalmıştır ve bu dersin öğretmenleri de çok değil, sadece üç ayda yetiştirilir.

‘ORUN’UNUZA KURBAN OLAYIM!

Tozu dumana katarak devam eden Osmanlıca tartışmalarına geçen gün “Dil Derneği” de müdahil oldu ve “orun”, “siyasa”, “tümce”, “savaşım”, vesaire gibi takır-tukur “sözcüklerle” dolu bir açıklama yayınladı...

Derneğin yönetim kurulu başkanı olan ve açıklamanın altında imzası bulunan hanımefendiye hatırlatayım:

Dil konusunda güya akademik açıklama yapma iddiası ile kaleme sarılıp ortaya siyasî bir metin koyduğunuz takdirde bile, vereceğiniz örnekleri internetten kesip yapıştırmak yerine kitap karıştırarak bulmak zorundasınız hanımefendi!

Böyle yapsa idiniz, yani Âşık Paşa’nın “Türk diline kimseler bakmaz idi” şeklindeki en meşhur mısrâını bile internet yerine zahmet buyurup Garipnâme’den almış olsaydınız öyle eğip bükmez, veznini bozup tuhaf hâle getirmez, yani tek bir satırı bile yanlış yayınlama gibisinden bir ayıp etmezdiniz.

Sizin “orunsal savaşım”ınıza kurban olsunlar!

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1025298-kisi-bilmedigine-dusmandir



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yorum2006
[ yorumcu ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.08.2013
İleti Sayısı: 772
Konum: Gizli
Durum: Gizli
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

2 kere teşekkür edildi.
Cevap Yazan: yorum2006
Cevap Tarihi: 31.12.2014- 12:42


Alıntı Çizelgesi: Kaçak yazmış

Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış
Cahil olan sensin. Hem cahilsin, hem de faşizmi ve gericiliği savunmak için her türlü yalana ve saptırmaya başvuruyorsun.

1- Osmanlıca tabii ki uyduruk bir dildir. Bir dile tutup başka dillerden sözcükleri doldurursan olacak olan da budur. Bu dili feodaller dışında anlayan olmadığından da, tabii ki zamanında konuşma dili, yazma dili, resmi dil, yalakalık dili v.b. farklı alt diller ortaya çıkmıştır. Eğer Osmanlıca adam gibi dil olsaydı, böyle alt diller ortaya çıkmazdı.

2- Osmanlı tabii ki feodal devlettir. Feodal yapıda Avrupa ile bazı farklılıklar olması, onun feodal olmadığını göstermez. Zaten Avrupa'da da farklı ülkelerde uygulamada farklılıklar vardır. Avrupa'da da tek tip feodal düzen yoktur.

3- Ben alfabeden söz etmiyorum, dilden söz ediyorum. Bilimsel eserler Osmanlının kullandığı Arap alfabesiyle yazılmış uyduruk Osmanlıca değildir. Doğrudan Arapçadır. Bu alfabe meselesi değil. Arapça ortak kültür dili. Feodalizm döneminde benzer şey Batı'da var. Latince ortak kültür dili. Sen çok bilmiş, bana Osmanlıca yazılmış tek bir fizik, tıp v.b. kitabı söyle de öğrenelim. Hadi say bakalım, hangileriymiş bu bilimsel yapıtlar.

Senin ezberlediğin ilkokul tarih bilgilerine uymayan görüşlerden de haberin yok tabii. Ki esas cahillik budur. Orta Çağ'ın başlangıcı ve bitişi konusunda farklı kabuller vardır. Bitişini de herkes İstanbul'un fethine bağlamaz. Amerika'nın keşfine (1491) bağlayan da var, Reform hareketine bağlayan da, Avrupa'daki köylü savaşlarına (1525) bağlayan da. Marksistler için Orta Çağ feodal dönemdir ve kapitalizmin başlamasıyla biter.

Senin Türkçe bilmediğin de anlaşılıyor. Olası muhtemelin karşılığıdır, Mümkünün karşılığı ise olabilirdir. Neden illa bunların Arapçası kullanılsın? Ben dildeki tüm yabancı sözcükler atılsın filan demedim. Kendim de zaten pek çok Arapça sözcük kullanıyorum. Ancak mesele geniş kitlelerin beyninde kavramların ve aralarındaki ilintinin oturmasıdır. Yabancı dilden sözcük aşırarak olmuyor bu. Sen imkan ile mümkünün, muhtemel ile ihtimalin aynı kökten olduğunu bilmezsen, yani Arap dilini bilmezsen, kavramlar yerine oturmaz. Bunları bilmediğin için olası ile olabilir arasındaki ayrımı da bilmiyorsun zaten. Bir de Türkçe'ye yanlış geçmiş Arapça sözcükler de var ki, onların durumu tam felaket. Bu arada münakaşa nakşdan gelir. Nakş Türkçe'ye bu anlamda geçmemiştir. Münazara da nazardan gelir. Türkçe anlamı yine çok farklı. Neden illa bunları kullanmak istiyorsunuz? (Münakaşanın karşılığı tartışma değil, atışmadır. Siz Türkçeyi mi bilmiyorsunuz, Osmanlıcayı mı, yoksa her ikisini de mi?) Çocuklara geometri öğretmek mi istiyorsunuz? Üçgen yerine müselles, dörtgen yerine murabba deyince mi şekli kavrayacak çocuk? Haydi canım sen de...

Ben sana YUnus, Karacaoğlan, Pir Sultan "Öz Türkçe" mi yazmış dedim? Türkçe yazmışlar, halkın diliyle yazmışlar ve hala gayet iyi anlaşılıyorlar. Senin saraylıların uyduruk dillerini anlayan mı var? Keşke sen, senin gibiler, tabii senin kaçak saraylı da Osmanlıca konuşsaydınız da, halk sizi anlayamayacağından insanları uyutamasaydınız, çok sevinirdim doğrusu.




ben sana cahil demedim ki "cahil olan sensin" diyorsun. ben sana yarı cahil dedim. cahil olsaydın bunu bilir ve böyle bilimdışı laflar etmezdin. daha mütevazi olurdun. büyük bütük laflar etmeye kalkmazdın.

sen de günümüz toplumunun belli kesimlerinin büyük çoğunluğu gibi tam bir yarı cahilsin. bu nedenle böyle palavraları, bilimdışı saçmalıkları uluorta yazıp söyleyebiliyorsun.

yok osmanlı feodalmiş, yok osmanlı'da aristokrasi varmış, yok osmanlıca, esperantoca gibi uyduruk dilmiş, o dili feodaller dışında anlayan yokmuş...

senin feodal dediklerin sultan ve ailesiyle saray çevresi, bürokrasi vb oluyor bu durumda. çünki ağdalı olarak osmanlıca resmî yazışmalarda ve üst edebiyatta kullanılıyordu. onun dışında padişahlar yazdıkları aşk şiirlerinde ve mektuplarında anlaşılır bir dil kullanıyorlardı. araştır ve gör. anlayamadığın kısım olursa yaz, ben sana anlatayım.

şimdi, osmanlı saray çevresine feodal demek doğru mu? batı'daki feodal rejimlerde bile feodal diye yerel beylere denirdi. krala ve merkezî iktidara feodal denmezdi. kralla yerel feodaller arasında çelişki ve uzlaşma vardı çünki. kral bu feodal beylerle zaman zaman karşı karşıya gelirdi. zaten feodalizmin sonunu hazırlayan gelişmeler de merkezdeki kralın, gelişen ve büyüyen burjuvaziyle işbirliği yapması ile başladı.

sense tam bir yarı cahil olarak osmanlı saray çevresine feodal diyorsun. sana yarı cahilliğini başka nasıl gösterebilirim, bilmiyorum.

osmanlı'daki yerel "feodaller" ağdalı osmanlıca mı konuşuyordu? yereldeki mesela kürd feodal beyleri kürdçe konuşuyordu. o kadar boş konuşuyorsun ve o kadar yüksek perdeden atıyorsun ki, ancak bir yarı cahil böyle atabilir.

"osmanlıca adam gibi bir dil olsa"ymış, böyle alt diller ortaya çıkmazmış! yarı cahilim, bütün dillerde alt diller vardır. günümüz türkçesinde de alt diller yok mu? argo nedir? alt dil değil mi? seçkin geçinen "yapısalcı izdüşümsel bağlamalar" dili de bir alt dil değil midir?

bilimsel eserler osmanlı alfabesiyle değil, doğrudan arapçayla yazılmışmış! sen bu saçmalıkları nereden öğrendin? veya nerenle dinledin de anladın?

anlamadığın konularda yazmasan olmaz mı?

ortaçağ'ın bitişini amerika'nın keşfine bağlayanlar var, doğru. ama böyle yapsak da yine ortaçağ çoktan bitmiş oluyor. marksistlerin ortaçağ'ın bitişini feodalizmin yıkılışı ve kapitalizmin başlamasıyla tarihlendirdiği iddiası ise bir yarı cahilin bilim tarihine yaptığı bir katkı(!) olabilir ancak.

bilim sürekli gelişiyor ve ilerliyor. o eski ve meşhur "ortaçağ karanlığı" lafı bile artık tartışılıyor ve sorgulanıyor. sense neler diyorsun! ama senin bu ucube teorin bile seni haklı çıkarmıyor. çünki avrupa'da feodalizmin yıkılıp kapitalizmin kurulması bile 16. ve 17. yy.larda gerçekleşmiş idi.

neyse, bilmediğin konuları geçelim. şimdi de hatalı yaklaştığın dilde kelimeler konusuna geçelim. şu "olası"dan başlayalım. sen de biliyorsun ki "olası", "muhtemel"in karşılığı. ama günümüzde "mümkün" için de kullanılıyor, "muhtemel" için de. tdk sözlüğünde bile "olası" karşılığında her ikisi de yazıyor. işte vahim olan ve isyan ettiğimiz durum budur.

bunun ne büyük bir sefalet olduğunu hissedemeyenlerin laf kalabalığı yapmasına gerek yok. bir zahmet her konuda laf tüketip yer işgal etmeyin.

gelelim asıl çelişkine. "Ben dildeki tüm yabancı sözcükler atılsın filan demedim. Kendim de zaten pek çok Arapça sözcük kullanıyorum." demişsin. ama "mümkün"ü ve "muhtemel"i atıp yerlerine "olası"yı, "olanaklı"yı, vb kullanmayı tercih ediyorsun.

hem "bütün sözcükler atılsın demiyorum" diyeceksin, hem de atabildiğin kadarını atmaya bakacaksın. işte sizlerin samimiyetiniz bu!..

bütün "sözcükler" atılmasın, peki hangileri atılsın, hangileri kalsın? cevabı ortada; atabildiğin kadarını at. atamadıkların kalsın. değil mi?

"duvar", "kamyon", "hava", vb atamayacaklarından. artık bunlara mecbur, katlanacaksın. ama "hatırlamak", "cevaplamak", "hayat", "ömür", "kalp" vb atabileceğin türden. bunları da at. bunları atarken de bunların yerleştiği pek çok kalıbı, deyişi, atasözünü, deyimi ortadan kaldır veya zedele. işte sizin dildeki tahribatınız...

yunus'un şiirlerine bakarsan, içinde bugün anlayamayacağın pek çok kelime görürsün. yunus ve çağdaşları, siz dil ırkçıları gibi davranmamış ve derdini en iyi ifade edebileceği hangi kelime varsa onu alıp kullanmış. sizin gibi öztürkçeci dil ırkçılarının memnun olmayacağı pek çok kelime var şiirlerinde.

üçgen, dörtgen gibi terimler elbette iyi olmuştur ve mesele bunlar değildir. mesele, gündelik dilde kullanılan kelimelere üvey evlat muamelesi yapıp, onları atmaya çalışmaktır. onları atayım derken de, cahilce türetilmiş, uydurulmuş kelimeleri yaygınlaştırıp dili bozmaktır mesele.

mesela "egemen" hatalı ve uyduruk bir türetimdir, "okul" hatalıdır, "eğitim" hatalıdır, "görsel", "işitsel" vb hatalıdır, "zorunluluk" hatalıdır, "yapıt" ise çirkindir. ama solumuz pek sever. "özgür" de hatalıdır. ama solumuz buna bayılır.




Yalanlara devam, sonra da ona saldır, buna saldır. Yeter ki hırsız ve talancı Osmanlı'yı ve amigoluğunu yaptığın hırsız ve talancı yeni Osmanlıcıları koru.

Feodal düzen yüzyıllarca hüküm sürmüş bir üretim tarzı ve toplum düzenidir. Bıçakla keser gibi başlamamış ve bitmemiştir. Şu tarihte başladı, bu tarihte bitti diye kesin tarih vermek zor. Köleci toplumun ortadan kalkmaya yüz tutmasıyla başlamış, kapitalizmin, sanayi toplumlarının, aydınlanma çağının başlamasıyla da uzun bir zaman süreci içinde son bulmuştur. Verilen tarihler de buna işaret ediyor. Keşifler de, Reformasyon da yeni düzeni, sanayi toplumlarını işaret ediyor. Köylü ayaklanmaları ise, feodalizmin toplumsal ve siyasi olarak bitişidir. Tam bitiştir.

Feodalizm, köleci toplum düzeninden sonra ortaya çıkmıştır. Köleci toplumlar site (kent) toplumlarıdır. Sınıf olarak, özgür vatandaşlar (köle sahipleri) ve köleler vardır. Tüm ekonomi köle emeği üzerine kuruludur. Tarım üretimi de kente yakın kırsal alanlarda, kölelere yaptırılmakta ve rantı köle sahibine kalmaktadır.

Dünyada nüfusun artmasıyla köleci düzen tabii ki sürgit var olamazdı. Tarımsal üretimin daha geniş alanlara yayılması ve daha organize olması gerekliydi. Feodalizmi ortaya çıkaran ekonomik gereklilik de budur. Feodal dönemde tarımsal üretim ön planda. Mülkiyet olarak arazi ya beylere, ağalara ait ve üzerinde serfleri (toprağa bağlı köylüleri) çalıştırıyorlar veya bu topraklar imtiyaz olarak veriliyor. Serfler dışında özgür köylüler de var, ancak bunlar da kendilerine tahsis edilen topraklarda ürettiklerinin küçük kısmını kendilerine ayırıp, büyük bölümünü yine feodale veriyorlar. Feodal efendiler de bir krala bağlı. Kral burada siyasi otorite tabii. Feodalleri de o koruyor, savaşları da o yapıyor. Askerlerin bir kısmını feodal beyler besliyor ve savaş zamanında kralın ordusunu takviye ediyor. Feodal düzen bu. Osmanlı'nın bundan farkı ne? Tamam, Osmanlı hırsız, talancı, ganimetçi ama yalnız bunlarla mı yaşıyor? Barış zamanında topraktan gelen vergilerle yaşıyor. Geniş bir coğrafyaya hükmettiğinden feodal yapılanma Avrupa'daki bazı krallıklardan farklı belki, ama öz aynı. Hatta kendi hükmettiği topraklarda bile ranta konma usulleri farklı. Balkanlarda ve Batı Anadolu ile Doğu Anadoluda farklı. Arabistan iyice farklı.

Osmanlı'nın kendisi tarımın içinde değil tabii. Batı'da da kral değil zaten. Bunlar yönetici sınıf. Osmanlı da yönetici sınıfı oluşturuyor. Osmanlı hanedanı, Osmanlı'nın asker-sivil bürokrasisi tümü feodal yönetici sınıfı. Osmanlı devleti de feodallerin devleti. Sınırları içindeki tüm feodallerin. Eflak-Boğdan feodallerinin de, Kuveyt şeyhlerinin de, Kürt şıhlarınında. Arazinin tahsisi, bölgesel farklılıklar gösterse de, askerini topluyor, vergisini alıyor, devleti yönetiyor. Yalnız tarımdan değil, zenaatten de vergi alıyor.

Gelelim Osmanlıca'ya. Feodaller ve yönetici sınıf kendi aralarında konuştukları bir dil geliştirmişler. Bu dil etnik grupların dilinden farklı bir dil. Ama kendi aralarında bunu konuşuyorlar. Sizin savunduğunuz da bu Osmanlıca. Hristiyan çocuklarını devşirip bu dili öğretiyorlar. Ama medresede iş farklı. Medresede Arapça var. Bilim dili Arapça. Çünkü Osmanlıca ile bilim olmaz. Bunları ne sen biliyorsun, ne senin RTE biliyor. Atan sizsiniz.

Tek tek sözcükleri tartışmak anlamsız. Bugünün Türkçesinde yaygın olarak kullanılan sözcükleri ben icat etmedim. Ben bir komünist olarak, tüm komünistler gibi, konuşulan dili, halkın dilini kullanmaya özel özen gösteriyorum. Kalkıp Osmanlıca da konuşmam, Orkun kitabelerindeki sözcükleri kullanmaya da kalkmam. Önemli olan halkın bildiği, öğrendiği, halk dilinde yer alan sözcükler. Öte yandan dil yaşayan bir varlıktır. Sürekli değişiyor, gelişiyor. Bu değişme, gelişme de zaten kişilerin iradesinden bağımsızdır. İki tane ukala sözcük üretip dili değiştiremez. İki tane cahilin Osmanlıcaya dönmek istemesiyle de Osmanlıca'ya dönülemez. Senin hatalı matalı diye atmanla da olacak değil bu işler. Uydur uydur söyle. Yalnız "kamyon"u da Osmanlıca yaptın ya, seni gidi Osmanlıcı seni... Çok yaşa sen emi...




Bu ileti en son yorum2006 tarafından 31.12.2014- 13:14 tarihinde, toplamda 3 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 10 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   2   3   4   [5]   6   7   8   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 2 kişi görüntülüyor:  2 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Eylemciler konuştu: İlk talebimiz kabul edildi dayanışma 5 4161 01.04.2015- 19:13
Konu Klasör Polis her an vurabilir! Faşizm Yasaları kabul edildi dayanışma 5 3857 29.03.2015- 20:10
Konu Klasör Yeni-Osmanlıcılık ve Osmanlı'da feodal düzen... melnur 3 2154 13.08.2020- 08:20
Konu Klasör CHP'nin değişimi ve o canım ülkemiz... melnur 1 323 28.07.2023- 06:41
Konu Klasör AKP'nin iktidara gelmiş olmasından çok memnunum melnur 3 4866 13.01.2020- 08:00
Etiketler   Osmanlıcanın,   zorunlu,   ders,   olması,   kabul,   edildi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS